-
21 change
n. değişiklik, değişim, demir para, yenilik, bozuk para, para üstü, üstü, borsa [brit.]————————v. değiştirmek, aktarmak, değişmek, takas etmek, değiş tokuş etmek, bozdurmak, bozmak, dönüşmek, haline gelmek, üzerini değişmek* * *1. değiş (v.) 2. değişiklik (n.) 3. değiştir (v.) 4. değişim (n.)* * *[ ein‹] 1. verb1) (to make or become different: They have changed the time of the train; He has changed since I saw him last.) değiş(tir)mek2) (to give or leave (one thing etc for another): She changed my library books for me.) değiştirmek3) ((sometimes with into) to remove (clothes etc) and replace them by clean or different ones: I'm just going to change (my shirt); I'll change into an old pair of trousers.) değiştirmek, üstüne giymek4) ((with into) to make into or become (something different): The prince was changed into a frog.) dönüş(tür)mek5) (to give or receive (one kind of money for another): Could you change this bank-note for cash?) değiştirmek2. noun1) (the process of becoming or making different: The town is undergoing change.) değişme, değişim2) (an instance of this: a change in the programme.) değişiklik3) (a substitution of one thing for another: a change of clothes.) değiştirme4) (coins rather than paper money: I'll have to give you a note - I have no change.) bozukluk5) (money left over or given back from the amount given in payment: He paid with a dollar and got 20 cents change.) para üstü6) (a holiday, rest etc: He has been ill - the change will do him good.) tatil, dinlenme•- change hands
- a change of heart
- the change of life
- change one's mind
- for a change -
22 finance
n. mali durum, para durumu, maliye————————v. finanse etmek, para sağlamak* * *1. para sağla (v.) 2. maliye (n.)* * *1. noun1) ((the study or management of) money affairs: He is an expert in finance.) mali işler, maliye2) ((often in plural) the money one has to spend: The government is worried about the state of the country's finances.) malî durum, para durumu2. verb(to give money for (a plan, business etc): Will the company finance your trip abroad?) finanse etmek, parayla desteklemek- financially
- financier -
23 support
n. destek, arka, yardım, altlık, takviye, dayanak, payanda, doğrulama, arka çıkma, yardımcı oyuncu, yardımcı oyuncular————————v. desteklemek, para yardımı yapmak, dayamak, destek olmak, güç vermek, para sağlamak, taraftarı olmak, kuvvetlendirmek, özendirmek, yardım etmek, cesaret vermek, tutmak, geçindirmek, bakmak, sürdürmek, takviye etmek, ısrar etmek, doğrulamak, kanıtlamak, üstlenmek, yardımcı rolde oynamak* * *1. destekle (v.) 2. destek (n.)* * *[sə'po:t] 1. verb1) (to bear the weight of, or hold upright, in place etc: That chair won't support him / his weight; He limped home, supported by a friend on either side of him.) desteklemek, çekmek2) (to give help, or approval to: He has always supported our cause; His family supported him in his decision.) desteklemek, arka olmak/çıkmak3) (to provide evidence for the truth of: New discoveries have been made that support his theory; The second witness supported the statement of the first one.) doğrulamak4) (to supply with the means of living: He has a wife and four children to support.) bakmak, geçindirmek2. noun1) (the act of supporting or state of being supported: That type of shoe doesn't give the foot much support; The plan was cancelled because of lack of support; Her job is the family's only means of support; I would like to say a word or two in support of his proposal.) destek, destekleme2) (something that supports: One of the supports of the bridge collapsed.) destek, payanda•- supporting -
24 помогать
1) yardım etmek / göstermek; yardımcı olmakпомога́ть кому-л. деньга́ми — birine para yardımında bulunmak
помоги́ мне встать — kalkmama yardım et
я помогу́ твоему́ го́рю — senin derdine bir çare bulurum
э́та кни́га помогла́ мне в рабо́те — bu kitap işimde bana yardımcı oldu
э́той беде́ не помо́жешь — bu derdin çaresi yok
слеза́ми го́рю не помо́жешь — погов. ağlamak para etmez
2) iyi gelmek; kâr etmekэ́то лека́рство помога́ет от ка́шля — bu ilaç öksürüğe iyi gelir
ско́лько я ни проси́л, не помогло́ — ne kadar rica ettimse de kâr / para etmedi
-
25 counterfeit
adj. sahte, taklit, kalp, yapmacık————————n. sahte şey, kalp para————————v. sahtesini yapmak, taklit etmek; para basmak* * *1. taklit et 2. taklit et (v.) 3. sahte (adj.)* * *1. adjective1) (copied or made in imitation especially with a dishonest purpose: counterfeit money.) sahte2) (not genuine or not real.) taklit, hakiki olmayan2. verb1) (to make a copy of for dishonest purposes: to counterfeit banknotes.) (kalp para) basmak2) (to pretend: She counterfeited friendship.) taklit etmek,...gibi görünmek -
26 идти
несов.; сов. - пойти́1) тк. несов. gitmek; yürümek; gelmekидти́ домо́й — eve gitmek
идти́ пешко́м — yayan gitmek; yürümek
идти́ ры́сью — tırıs gitmek
иди́ к доске́! (ученику) — tahtaya kalk!
иди́ впереди́! — öne düş!
2) тк. несов. (двигаться, перемещаться) gitmek; yürümek; yol almakпо́езд шёл бы́стро — tren hızlı gidiyordu
су́дно шло на Оде́ссу — gemi Odesa'ya doğru yol alıyordu
навстре́чу шёл грузови́к — karşıdan bir kamyon geliyordu
иди́ по сле́ду — izi takip et
3) (отправляться, направляться) gitmek; yürümekидти́ на охо́ту — ava gitmek
пошёл бы погуля́л — gidip gezsen
идти́ в го́сти — misafirliğe gitmek
она́ пошла́ за водо́й — suya gitti
пошли́ / пойдём в кино́ — sinemaya gidelim
враг шёл на Москву́ — düşman Moskova'ya yürüyordu
4) тк. несов., перен. (двигаться, развиваться в каком-л. направлении) gitmekидти́ вперёд — ilerlemek; gelişmeler kaydetmek
идти́ к це́ли — hedefe doğru gitmek / ilerlemek
идти́ от побе́ды к побе́де — zaferden zafere koşmak
5) ( соглашаться) yanaşmak; kabul etmekпойти́ на предло́женные усло́вия — önerilen koşulları kabul etmek
пойти́ на усту́пку — ödüne gitmek
на тако́е де́ло он не пойдёт — böyle bir işe yanaşmaz
идти́ на расхо́ды — masraflar ihtiyar etmek
6) (выступать противником кого-чего-л.) karşı olmak; karşı çıkmak; karşı tutum / cephe almakпро́тив тебя́ он не пойдёт — sana karşı çıkmaz
идти́ про́тив зако́на — kanuna karşı gelmek
7) (вступать, поступать куда-л.) girmekо́сенью он пойдёт (посту́пит) в шко́лу — sonbaharda okula gidecek
идти́ в а́рмию — askere gitmek; orduya girmek
8) ( доставляться) gelmek; gitmekсюда́ идёт сырьё, отсю́да - гото́вые изде́лия — buraya hammadde(ler) gelir, buradan da mamul maddeler / eşya gider
пи́сьма всё иду́т и иду́т — mektupların ardı arkası kesilmiyor
9) тк. несов. (приближаться, появляться) gelmekпо́езд идёт! — tren geliyor!
весна́ идёт — перен. bahar giriyor / geliyor
10) ( отправляться - о транспорте) kalkmak; hareket etmekпо́езд идёт в час — tren birde kalkıyor
11) тк. несов. ( действовать - о механизмах) işlemekчасы́ не иду́т — saat işlemiyor
12) ( об осадках) yağmakпохо́же, пойдёт снег — hava karlayacağa benziyor
13) тк. несов. (иметь место, происходить, производиться) yapılmak; yer almak; yürümek, gitmek ( развиваться)шла война́ — savaş yapılıyordu
иду́т перегово́ры — görüşmeler yapılıyor
в до́ме шла побе́лка — evde badana yapılıyordu
как иду́т дела́? — işler nasıl gidiyor / yürüyor?
торго́вля шла пло́хо — ticaret kötü gidiyordu
14) тк. несов. (проходить, протекать, длиться) geçmekвре́мя идёт — vakit geçiyor / ilerliyor
шли го́ды — yıllar yılları / birbirini kovalıyordu
шёл пя́тый час — saat dördü geçmişti
де́вушке шёл шестна́дцатый год — kız on altısını sürüyordu
идёт уже́ тре́тья неде́ля, как... — üçüncü haftadır...
15) тк. несов. ( пролегать) gitmek; uzanmakкуда́ идёт э́та доро́га? — bu yol nereye gider / çıkar?
хребе́т идёт с за́пада на восто́к — sıradağ batıdan doğuya doğru uzanır
э́тот проспе́кт идёт че́рез весь го́род — bu anacadde kenti boydan boya kateder
да́льше идёт лес — ötesi orman
16) (выходить, выделяться) çıkmak gelmek; yayılmak ( распространяться); akmak ( течь), sızmak; kaçmak ( просачиваться)вода́ идёт? (из крана) — su geliyor mu?
от земли́ шёл пар — topraktan bir buğudur tütüyordu
газ шёл из кла́пана — gazı kaçıran supaptı
у него́ но́сом пошла́ кровь — burnundan kan geldi
из трубы́ пошёл дым — baca tütmeye başladı
17) ( в играх) sürmek; oynamakидти́ с да́мы — kızı oynamak
он пошёл конём — atı sürdü / oynattı
18) ( предназначаться) kullanılmakна что идёт э́тот мех? — bu kürkler ne için kullanılır?
ма́сло, иду́щее в пи́щу — yemeklik yağ
19) ( расходоваться) gitmekде́нег идёт нема́ло — az para gitmiyor
цеме́нта пойдёт не бо́льше то́нны — bir tondan fazla çimento gitmez
на костю́м пошло́ три ме́тра — kostüm için üç metre gitti
20) разг. (находить сбыт, спрос) geçmek; aranmak; rağbet görmekра́ньше э́тот това́р шёл о́чень хорошо́ — önceleri bu mal çok geçiyordu / aranıyordu
почём иду́т сли́вы? — erik kaçtan satılıyor?
ему́ уже́ идёт зарпла́та — maaşı işliyor artık
проце́нты иду́т (с вклада) — faizi işliyor
за сверхуро́чную рабо́ту идёт надба́вка — fazla mesai için zam ödenir
22) (украшать, быть к лицу) gitmek; yakışmakэ́та шля́па тебе́ идёт — bu şapka sana gidiyor
коке́тство ей не идёт — ona cilve yakışmaz
23) тк. несов., разг. (входить, вдвигаться) girmekсапо́г не идёт на́ ногу — ayağım bu çizmeye girmiyor
24) oynamakгде идёт э́та карти́на? — bu filim nerede / hangi sinemada oynuyor
пье́са пойдёт в двух теа́трах — oyun / piyes iki tiyatroda oynanacak
25) ( выходить замуж) varmakза тако́го, как ты, она́ не пойдёт — senin gibisine varmaz
26) тк. несов., перен., разг. (иметь каким-л. результатом, показателем) olmakна́ша кома́нда идёт на второ́м ме́сте — bizim takım ikinci durumdadır
он идёт на одни́ тро́йки — aldığı notlar hep orta
••речь пойдёт не об э́том — söz edilecek olan bu değil
вода́ пошла́ на у́быль — sular inmeye başladı
идти́ на по́мощь кому-л. — birinin yardımına koşmak
мы гото́вы идти́ за тобо́й — arkandan gelmeye hazırız
иду́т слу́хи, что... —...dığı söyleniyor / rivayet ediliyor
пошли́ слу́хи, что... —...dığı yolunda söylentiler çıktı
пошли́ спле́тни — dedikodu alıp yürümüştü
докуме́нт пойдёт на по́дпись — belge imzaya sunulacak
-
27 sarf
а1) расхо́д; тра́та, потребле́ние; испо́льзование, примене́ниеpara sarfı — а) тра́та де́нег; б) де́нежные затра́ты
sarfı gayret etmek — проявля́ть усе́рдие, усе́рдствовать
sarfı makderet etmek, sarfı mesai etmek — стара́ться, прилага́ть все уси́лия
sarfı zihin etmek — размышля́ть над чем; изуча́ть что
2) грамма́тика; морфоло́гия -
28 put
koymak, yerlestirmek; açiklamak, ifade etmek; çevirmek, tercüme etmek; sormak; yazmak, oymak; (gülle, vb.) atmak, firlatmak; uydurmak; para yatirmak; bahis tutusmak; yapmak, etmek, yüklemek, koymak; gitmek, ilerlemek, kosmak; önermek, teklif etmek, oya su -
29 havale
-
30 se ruiner
-
31 el
кисть (ж) рука́ (ж)* * *I1) рука́, ру́киel sıkmak — пожа́ть ру́ку
el sıkışma — рукопожа́тие
2) ру́чкаkapı eli — дверна́я ру́чка
3) ход ( в некоторых играх)şimdi el bende — сейча́с мой ход
4) счётное слово разhavaya üç el ateş etti — он сде́лал три вы́стрела в во́здух
••elini veren kolunu alamaz — посл. ему́ дай па́лец, он ру́ку отхва́тит
elinle ver ayağınla ara — погов. ему́ дай [в долг] рука́ми, а [обра́тно] проси́ нога́ми
- elde- eldeki- elde mi?- elden- elinde
- elinden- eliyle- el açmak- eline ağır
- ele alınmaz
- ele almak
- eline almak
- el altında
- elinin altında
- el altından
- el atmak
- ele avuca sığmamak
- eli ayağı bağlı
- eli ayağı buz kesilmek
- el ayak çekilmek
- eli ayağı düzgün
- eline ayağına kapanmak
- elini ayağını kesmek
- elini ayağını çekmek
- elini ayağını öpeyim!
- eli ayağı tutmak
- eli ayağı kesilmek
- eli ayağı tutmamak
- eline ayağına üşenmemek
- ele bakmak
- eline bakmak
- el basmak
- eli boş dönmek
- eli boş gelmek
- eli böğründe kalmak
- eli koynunda kalmak
- elini çabuk tutmak
- el çekmek
- elini çekmek
- elden çıkarmak
- elden çıkmak
- el çırpmak
- eli dar
- eli darda
- el değiştirmek
- el değmemiş
- eline doğmak
- eli dursa ayağı durmaz
- eline düşmek
- elden düşürmemek
- eli ekmek tutmak
- elden ele dolaşmak
- elden ele gezmek
- el elden üstün
- el ele vermek
- el ense etmek
- eli ermez gücü etmez
- elini eteğini çekmek
- eline eteğine doğru
- el etek öpmek
- eline eteğine sarılmak
- el etmek
- elde etmek
- elden geçirmek
- ele geçirmek
- ele geçmek
- eline geçmek
- elinden geleni ardına
- elinden geleni arkasına komamak
- elinden geleni bırakmamak
- elden geleni yapmak
- elinden geleni yapmak
- elden gelmek
- elinden gelmek
- elinden gelse...
- elden ne gelir?
- elden gelmemek
- elinden gelmemek
- eli genişlemek
- elde gezmek
- ellerde gezmek
- elinin hamuruyla erkek işine karışmak
- elinden hiç bir şey kurtulmaz
- elinden bir iş çıkmamak
- elinden kaza çıkmak
- elinden bir kaza çıkmak
- elinden iş gelmemek
- elinden bir iş gelmemek
- eli işe yatmak
- elini kalbine koyarak söylemek sürmek
- elini kalbine koyarak düşünmek sürmek
- elini kalbine koyarak hüküm sürmek
- elden kaçırmak
- el kaldırmak
- eli kalem tutmak
- elinde kalmak
- eline kalmak
- elinden kan çıkmak
- elini kana bulamak
- el katmak
- eli kırılmak
- elini kolunu bağlamak
- eli kolu bağlı kalmak
- elini kolunu sallaya sallaya gelmek
- elini kolunu sallaya sallaya gezmek
- el koymak
- eli koynunda - elinden hiç bir şey kurtulmamak
- eli kurusun!
- eli olmak
- elinde olmak
- elde olmamak
- elinde olmamak
- elini oynatmak
- eli para görmek
- eline sağlık!
- elinize sağlık!
- elini sallasa ellisi başını sallasa tellisi
- elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak
- eli silâh tutan
- eline su dökemez
- el sürmemek
- eli şakağında
- el tazelemek
- el tutmak
- elinde tutmak
- elinden tutmak
- elle tutulacak tarafı kalmamak
- elle tutulacak yanı kalmamak
- elle tutulur gözle görülür
- el uzatmak
- el üstünde tutmak
- eli varmamak
- eli gitmemek
- el vermek
- ele vermek
- el vurmamak
- eli yatmak
- bu işte eli yok
- eller yukarı!
- bir eli yağda bir eli balda II1) чужо́й, чужа́к2) страна́, крайyabancı ellerde — в чужи́х края́х, на чужби́не
3) наро́д, населе́ние4) пле́мя••elin ağzı torba değil ki büzesin — посл. на чужо́й рото́к не наки́нешь плато́к
el ile gelen düğün bayram — посл. ≈ на миру́ и смерть красна́
elin derdi ele masal gelir — посл. чужу́ю беду́ рука́ми разведу́
- el kapısında çalışmakel kazanıyla aş kaynatmak — погов. прийти́ на гото́венькое
-
32 жаловать
несов.; сов. - пожа́ловать1) уст. ihsan etmekжа́ловать кого-л. деньга́ми и пода́рками — birine para ve hediyeler ihsan etmek
2) тк. несов., разг.он нас не о́чень-то жа́лует — bize pek ihsan / iltifat ettiği yok
3) уст. ( посеять) gelmek; ziyaret etmek••пожа́луйте к столу́ — sofraya buyurun
-
33 переводить
несов.; сов. - перевести́1) врз geçirmek, nakletmek; nakil ve tayin etmekперевести́ кого-л. через у́лицу — birini caddenin karşı yanına geçirmek
переводи́ть кого-л. в сле́дующий класс — birine sınıf geçirmek
его́ перевели́ в друго́й райо́н (о руководителе) — onu başka bir bölgeye naklettik / geçirdiler
он перевёл сбереже́ния на свою́ жену́ — bankadaki paraları karısının adına geçirtti
2) в соч.перевести́ часы́ вперёд — saati ileri almak
перевести́ часы́ на мину́ту наза́д — saati bir dakika geri(ye) almak
перевести́ стре́лку — ж.-д. makası açmak / kapamak
переводи́ть ско́рость — ж.-д., авто vites değiştirmek
3) ( ставить в другие условия) geçirmek, aktarmakперевести́ животново́дство на индустриа́льную / промы́шленную осно́ву — hayvancılığı sanayi temeline / endüstriyel temele oturtmak
4) перен. (взгляд, взор) kaydırmak, dolaştırmak5) ( по почте) havale ile göndermek / yollamak; transfer etmek, aktarmakпереводи́ть деньги по по́чте — posta havalesiyle para göndermek
переводи́ть при́были за грани́цу — kârları yurt dışına transfer etmek / aktarmak
переводи́ть (свои́) капита́лы в други́е сфе́ры эконо́мики — sermayesini başka ekonomik alanlara kaydırmak / aktarmak
6) çevirmek; tercümanlık yapmak ( устно)переводи́ть кни́гу на туре́цкий язы́к — kitabı Türkçe'ye çevirmek / aktarmak, kitabı Türkçeleştirmek
7) ( рисунок) çıkartmak, geçirmek••перевести́ дух — soluklanmak, soluk almak
-
34 bid
n. teklif, fiyat teklifi, ihale, para sürme, deklarasyon, girişim, teşebbüs, davet————————v. fiyat vermek, teklif vermek, deklare etmek; söylemek, demek, emretmek, davet etmek; elde etmeye çalışmak* * *1. açık indirime gir (v.) 2. parasal teklif (n.) 3. teklif et (v.) 4. teklif (n.)* * *[bid] 1. verb1) (- past tense, past participle bid - to offer (an amount of money) at an auction: John bid ($1,000) for the painting.) fiyat teklif etmek, fiyat arttırmak2) ((with for) - past tense, past participle bid - to state a price (for a contract): My firm is bidding for the contract for the new road.) fiat vermek3) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to tell (someone) to (do something): He bade me enter.) söylemek, buyurmak, emretmek4) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to express a greeting etc (to someone): He bade me farewell.) demek, dilemek2. noun1) (an offer of a price: a bid of $20.) fiyat teklifi2) (an attempt (to obtain): a bid for freedom.) girişim, çaba•- bidder- bidding
- biddable -
35 prompt
adj. hemen, çabuk, tez, hazır, dakik, nakit, tık para, hemen teslim edilen————————adv. tam, dakik olarak————————n. vade, sufle [tiy.]————————v. harekete geçirmek, teşvik etmek, yönlendirmek, sufle etmek, suflörlük yapmak* * *1. ileti 2. harekete geçir (v.) 3. çabuk (adj.)* * *I [prompt] adjective(acting, or happening, without delay or punctually: a prompt reply; I'm surprised that she's late. She's usually so prompt.) ivedi, derhal yapılan; dakik zamanında gelen- promptly- promptness
- at one/two o'clock prompt II [prompt] verb1) (to persuade to do something: What prompted you to say that?) sevketmek, yaptırmak2) (to remind (especially an actor) of the words that he is to say: Several actors forgot their words and had to be prompted.) sufle etmek•- prompter -
36 sponsor
n. sponsor, maddi destek sağlayan kimse, para sağlayan kimse, hami, kefil, arka çıkan kimse, vaftiz babası, vaftiz anası————————v. finanse etmek, parasal destek sağlamak, arka çıkmak, desteklemek, kefil olmak, korumak, himaye etmek* * *1. destek sağ (v.) 2. finansör (n.)* * *['sponsə] 1. verb1) (to take on the financial responsibility for (a person, project etc), often as a form of advertising or for charity: The firm sponsors several golf tournaments.) finanse etmek, sponsorluk yapmak2) (to promise (a person) that one will pay a certain sum of money to a charity etc if that person completes a set task (eg a walk, swim etc).) masraflarını karşılamak2. noun(a person, firm etc that acts in this way.) finansör, sponsor -
37 strike
n. grev, çalma, vurma, vuruş, vurgun, petrol bulma, maden bulma, beklenmedik başarı, hava saldırısı, nükleer saldırı————————v. basmak (çalgı, para), hesap bakiyesini tespit etmek, vurmak, çarpmak, isabet etmek, indirmek, çakmak, işlemek, gözüne ilişmek, yeretmek, etki bırakmak, izlenim bırakmak, gibi gelmek, bulmak, çalmak (saat), gelip çatmak, kök salmak, yolunu tutmak, grev yapmak, çıkarmak, takınmak, sokmak (yılan)* * *1. çarp 2. çarp (v.) 3. vuruş (n.)* * *1. past tense - struck; verb1) (to hit, knock or give a blow to: He struck me in the face with his fist; Why did you strike him?; The stone struck me a blow on the side of the head; His head struck the table as he fell; The tower of the church was struck by lightning.) vurmak, çarpmak2) (to attack: The enemy troops struck at dawn; We must prevent the disease striking again.) saldırmak, hücum etmek3) (to produce (sparks or a flame) by rubbing: He struck a match/light; He struck sparks from the stone with his knife.) yakmak, çakmak4) ((of workers) to stop work as a protest, or in order to force employers to give better pay: The men decided to strike for higher wages.) grev yapmak5) (to discover or find: After months of prospecting they finally struck gold/oil; If we walk in this direction we may strike the right path.) keşfetmek, bulmak6) (to (make something) sound: He struck a note on the piano/violin; The clock struck twelve.) çalmak, (saat) vurmak7) (to impress, or give a particular impression to (a person): I was struck by the resemblance between the two men; How does the plan strike you?; It / The thought struck me that she had come to borrow money.) etkilemek, etki bırakmak8) (to mint or manufacture (a coin, medal etc).) basmak9) (to go in a certain direction: He left the path and struck (off) across the fields.)...-e doğru gitmek10) (to lower or take down (tents, flags etc).) indirmek, çadır bozmak2. noun1) (an act of striking: a miners' strike.) grev2) (a discovery of oil, gold etc: He made a lucky strike.) buluş•- striker- striking
- strikingly
- be out on strike
- be on strike
- call a strike
- come out on strike
- come, be within striking distance of
- strike at
- strike an attitude/pose
- strike a balance
- strike a bargain/agreement
- strike a blow for
- strike down
- strike dumb
- strike fear/terror into
- strike home
- strike it rich
- strike lucky
- strike out
- strike up -
38 kassieren
kassieren* [ka'si:rən]I vi1) ( Kellner) hesabı almakII vt1) ( einnehmen) almak (von/bei -den), tahsil etmek (von/bei -den)2) ( fam) ( sich aneignen) iç etmek, edinmek; ( wegnehmen) almak; ( gefangen nehmen) yakalamak, enselemekein Tor \kassieren bir gol yemek -
39 رصد
Iرَصَد1. tarassutAnlamı: gözleme, gözetleme2. yoklamaAnlamı: kontrol3. denetimAnlamı: murakabe, kontrolIIرَصَدَ1. kollamakAnlamı: göz önünde tutmak, gözlemek2. denetlemekAnlamı: murakabe etmek, teftiş etmek, kontrol etmekرَصْد1. tarassutAnlamı: gözleme, gözetleme2. yoklamaAnlamı: kontrol3. ödenekAnlamı: bir iş için ayrılan belli para4. denetimAnlamı: murakabe, kontrol -
40 deposit
n. depozito; tortu; katman; teminât, emanet, mevduat; yatırılan para————————v. yerleştirmek; yatırmak, bankaya yatırmak, para yatırmak; emanet etmek; yumurtlamak; tortu bırakmak; çökelmek* * *1. birikinti 2. tortu 3. biriktir (v.) 4. birikim (n.)* * *[di'pozit] 1. verb1) (to put or set down: She deposited her shopping-basket in the kitchen.) koymak2) (to put in for safe keeping: He deposited the money in the bank.) emanete koymak2. noun1) (an act of putting money in a bank etc: She made several large deposits at the bank during that month.) hesaba para yatırma2) (an act of paying money as a guarantee that money which is or will be owed will be paid: We have put down a deposit on a house in the country.) kaparo verme3) (the money put into a bank or paid as a guarantee in this way: We decided we could not afford to go on holiday and managed to get back the deposit which we had paid.) yatırılan para, depozito, kaparo4) (a quantity of solid matter that has settled at the bottom of a liquid, or is left behind by a liquid: The flood-water left a yellow deposit over everything.) tortu, tabaka5) (a layer (of coal, iron etc) occurring naturally in rock: rich deposits of iron ore.) yatak
См. также в других словарях:
para etmek — değeri olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
para — is., ekon., Far. pāre 1) Devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı kâğıt veya metalden ödeme aracı, nakit 2) Kazanç Balıkçılıkta para vardır ama dalgıçlık kadar genç işidir. S. F. Abasıyanık 3) esk. Kuruşun kırkta biri Birleşik Sözler para… … Çağatay Osmanlı Sözlük
iktisat etmek (veya yapmak) — para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek Biraz iktisat yapmaya mecburum. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
masraf etmek — para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
hovardalık etmek — 1) çapkınca davranmak, çapkınlık etmek 2) zevki için bol para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tartak martak etmek — kazıp dağıtmak, darmadağın etmek Kalkıp dünya kadar para harcayıp kanalı tartak martak ettirecekler. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
hacıağalık etmek — gereksiz yere, gösteriş için bol para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
iftira etmek — bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek On para yememiştir fakat etrafı adama iftira etmiştir. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük
istikraz etmek — ödünç para almak, borçlanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kifayet etmek — yetmek, yeterli olmak Kazandığım para benim sade hayatıma kifayet ediyor. H. E. Adıvar … Çağatay Osmanlı Sözlük
memnun etmek — 1) bir kimseyi sevindirmek, ona kıvanç vermek Eski arkadaşı kaybetmemek hepsini memnun ediyor. R. N. Güntekin 2) yüklüce para veya bol bahşiş vermek Birader hafif bir yükümüz var, Aksaray a götürürsen seni memnun ederiz. H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük