Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

para+etmek

  • 121 paper

    adj. kâğıt, kâğıt üzerinde kalan, geçersiz, önemsiz
    ————————
    n. kâğıt, kâğıt para, evrak, rapor, gazete, bedava giriş bileti
    ————————
    v. kâğıt kaplamak, duvar kâğıdı kaplamak, örtbas etmek, zımparalamak, bedava bilet dağıtmak
    * * *
    kağıt
    * * *
    ['peipə] 1. noun
    1) (the material on which these words are written, made from wood, rags etc and used for writing, printing, wrapping parcels etc: I need paper and a pen to write a letter; ( also adjective) a paper bag.) (boş) kâğıt
    2) (a single (often printed or typed) piece of this: There were papers all over his desk.) (yazılı) kâğıt
    3) (a newspaper: Have you read the paper?) gazete
    4) (a group of questions for a written examination: The Latin paper was very difficult.) sınav
    5) ((in plural) documents proving one's identity, nationality etc: The policeman demanded my papers.) belge, evrak, kimlik
    - paperback 2. adjective
    paperback novels.) karton kapaklı
    - paper-knife
    - paper sculpture
    - paperweight
    - paperwork

    English-Turkish dictionary > paper

  • 122 pile

    adj. katlı (dokuma)
    ————————
    n. yığın, büyük ve muhteşem yapı, küme, servet, yük (para), pil, hidroelektrik pil, kırık dökük şey, temel kazığı, kazık (büyük), hav, ince tüy, tüy, kuştüyü (ince), kat (dokuma), atom reaktörü, basur memesi
    ————————
    suff. katlı (dokuma)
    ————————
    v. yığmak, istif etmek, stok yapmak, tepeleme doldurmak, stoklamak, kazık çakmak, kazık döşemek
    * * *
    1. tüy 2. kümele (v.) 3. yığın (n.) 4. yığ (v.) 5. küme (n.)
    * * *
    I 1. noun
    1) (a (large) number of things lying on top of each other in a tidy or untidy heap; a (large) quantity of something lying in a heap: There was a neat pile of books in the corner of the room; There was pile of rubbish at the bottom of the garden.) yığın, küme
    2) (a large quantity, especially of money: He must have piles of money to own a car like that.) çok, bir yığın
    2. verb
    (to make a pile of (something); to put (something) in a pile: He piled the boxes on the table.) yığmak, kümelemek
    - pile up II
    (a large pillar or stake driven into the ground as a foundation for a building, bridge etc: The entire city of Venice is built on piles.) büyük kazık
    III noun
    (the thick soft surface of carpets and some kinds of cloth eg velvet: The rug has a deep/thick pile.) tüy, hav

    English-Turkish dictionary > pile

  • 123 plug

    n. priz, tıpa, tıkaç, fiş [elek.], buji, yangın musluğu, sifon kolu, dolgu, çiğneme tütünü, silindir şapka, satılmayan mal, vuruş, yaşlı at, yumruk, sahte para, reklâm (radyo)
    ————————
    v. tıkamak, tıpalamak, dolgu yapmak, reklâmını yapmak (radyo), vurmak, yumruk atmak, ateş etmek, harıl harıl çalışmak, tıkaç
    * * *
    1. tıkaç 2. fişe tak (v.) 3. tapa (n.) 4. tıka (v.) 5. fiş (n.)
    * * *
    1. noun
    1) (a device for putting into a mains socket in order to allow an electric current to flow through the appliance to which it is attached by cable: She changed the plug on the electric kettle.) elektrik fişi
    2) (an object shaped for fitting into the hole in a bath or sink to prevent the water from running away, or a piece of material for blocking any hole.) tapa
    2. verb
    (to block (a hole) by putting a plug in it: He plugged the hole in the window with a piece of newspaper.) tıkamak

    English-Turkish dictionary > plug

  • 124 rap

    n. hafif vuruş, tıklatma, kapı çalınması, sert eleştiri, azarlama, suçlama, suç, tartışma, görüşme, zerre, metelik, beş para
    ————————
    v. hafifçe vurmak, tıklatmak, çalmak (kapı), şiddetle eleştirmek, mahkum etmek, tutuklamak
    * * *
    1. hafifçe vur (v.) 2. hafifçe vuruş (n.)
    * * *
    [ræp] 1. noun
    (a quick, brief knock or tap: He heard a rap on the door.) hafif bir vuruş
    2. verb
    (to hit or knock quickly and briefly: The teacher rapped the child's fingers with a ruler; He rapped on the table and called for silence.) hafifçe vurmak

    English-Turkish dictionary > rap

  • 125 reap

    v. biçmek, hasat etmek, kaldırmak, kazanmak, para yapmak
    * * *
    biç
    * * *
    [ri:p]
    (to cut and gather (corn etc): The farmer is reaping the wheat.) biçmek

    English-Turkish dictionary > reap

  • 126 rock

    n. cebelitarık kalesi, cebelitarık dağı
    ————————
    n. kaya, kaya parçası, taş, elmas, lolipop, para, dolar, sıkıntı, belâ, değerli taş, dert
    ————————
    v. sallamak, sallanmak, sallayarak uyutmak, sarsmak, şok etmek, zorlaştırmak, sarsılmak, şok olmak, rock yapmak (dans), ırgalamak
    * * *
    1. salla (v.) 2. kaya (n.)
    * * *
    I [rok] noun
    1) ((a large lump or mass of) the solid parts of the surface of the Earth: The ship struck a rock and sank; the rocks on the seashore; He built his house on solid rock.) kaya
    2) (a large stone: The climber was killed by a falling rock.) kaya parçası
    3) (a type of hard sweet made in sticks: a stick of Edinburgh rock.) çubuklu akide şekeri
    - rocky
    - rockiness
    - rock-bottom
    - rock-garden
    - rock-plant
    - on the rocks
    II [rok] verb
    1) (to (cause to) swing gently backwards and forwards or from side to side: The mother rocked the cradle; This cradle rocks.) salla(n)mak
    2) (to swing (a baby) gently in one's arms to comfort it or make it sleep.) sallamak
    3) (to shake or move violently: The earthquake rocked the building.) sars(ıl)mak, salla(n)mak
    - rocky
    - rockiness
    - rocking-chair
    - rocking-horse
    - off one's rocker
    III [rok]
    ((also rock music) music or songs with a strong, heavy beat and usually a simple melody: She likes rock; ( also adjective) a rock band.) rok müziği

    English-Turkish dictionary > rock

  • 127 sugar

    n. şeker, tatlı söz, kompliman, iltifat, para, şekerim, tatlım
    ————————
    v. şeker katmak, tatlı sözler etmek, kompliman yapmak
    * * *
    1. şeker koy (v.) 2. şeker (n.)
    * * *
    ['ʃuɡə] 1. noun
    (the sweet substance that is obtained from sugar-cane, or from the juice of certain other plants, and used in cooking and for sweetening tea, coffee etc: Do you take sugar in your coffee?) şeker
    2. verb
    (to sweeten, cover or sprinkle with sugar.) şeker koymak/katmak
    - sugariness
    - sugar-cane
    - sugar-coated
    - sugar-free
    - sugar lump
    - sugar tongs

    English-Turkish dictionary > sugar

  • 128 misappropriate

    v. kötüye kullanmak, emanete hıyanet etmek, zimmete geçirmek
    * * *
    zimmetine para geçir

    English-Turkish dictionary > misappropriate

См. также в других словарях:

  • para etmek — değeri olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • para — is., ekon., Far. pāre 1) Devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı kâğıt veya metalden ödeme aracı, nakit 2) Kazanç Balıkçılıkta para vardır ama dalgıçlık kadar genç işidir. S. F. Abasıyanık 3) esk. Kuruşun kırkta biri Birleşik Sözler para… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iktisat etmek (veya yapmak) — para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek Biraz iktisat yapmaya mecburum. R. H. Karay …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • masraf etmek — para harcamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hovardalık etmek — 1) çapkınca davranmak, çapkınlık etmek 2) zevki için bol para harcamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • tartak martak etmek — kazıp dağıtmak, darmadağın etmek Kalkıp dünya kadar para harcayıp kanalı tartak martak ettirecekler. S. F. Abasıyanık …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hacıağalık etmek — gereksiz yere, gösteriş için bol para harcamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iftira etmek — bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek On para yememiştir fakat etrafı adama iftira etmiştir. B. Felek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • istikraz etmek — ödünç para almak, borçlanmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kifayet etmek — yetmek, yeterli olmak Kazandığım para benim sade hayatıma kifayet ediyor. H. E. Adıvar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • memnun etmek — 1) bir kimseyi sevindirmek, ona kıvanç vermek Eski arkadaşı kaybetmemek hepsini memnun ediyor. R. N. Güntekin 2) yüklüce para veya bol bahşiş vermek Birader hafif bir yükümüz var, Aksaray a götürürsen seni memnun ederiz. H. R. Gürpınar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»