-
61 Haufen
Haufen m <Haufens; Haufen> a fig yığın;ein Haufen bir sürü;etwas über den Haufen fahren bş-i heder etmek;einen Haufen Geld ausgeben (verdienen) bir yığın para harcamak (kazanmak);einen Haufen Geld kosten dünyanın parası etmek/olmak -
62 lächerlich
lächerlich adj gülünç;lächerlich machen herkesin alay konusu etmek;sich lächerlich machen kendini alay konusu etmek;fig sich lächerlich vorkommen kendi kendine gülünç gelmek;für eine lächerliche Summe fig (gering) gülünç bir para karşılığı -
63 Gewinn
Gewinn <-(e) s, -e> [gə'vın] m\Gewinn bringen/machen kâr getirmek/etmek2) ( in Lotterie) kazanılan para\Gewinn bringend kâr getiren, kazanç getiren; ( vorteilhaft) yarar sağlayan; -
64 haben
haben <hat, hatte, gehabt> ['ha:bən]I vtein Haus/ein Auto/Kinder \haben evi/arabası/çocukları olmak, ev/araba/çocuk sahibi olmak;ich habe zwei Kinder (benim) iki çocuğum var;lieber \haben tercih etmek;hier hast du das Buch al işte kitabı;er hat außergewöhnliche Fähigkeiten olağanüstü yetenekleri var, olağanüstü yeteneklere sahiptir;Zeit \haben vakti olmak;Hunger/Durst \haben aç/susamış olmak;Fieber \haben ateşi olmak;kann ich bitte den Zucker \haben? şekeri alabilir miyim?;wir \haben heute schönes Wetter bugün hava güzel;den Wievielten \haben wir heute? bugün ayın kaçı?;morgen \haben wir Mittwoch yarın çarşamba;sie hat es weit nach Hause eve kadar yolu uzundur;sie hat es nicht leicht mit ihm onunla işi kolay değildir;das Haus hat was von einem Schloss evin sarayımsı bir havası var;und was habe ich davon? benim bundan çıkarım ne?;was hast du? neyin var?;dafür ist er nicht zu \haben öyle işlere yanaşmaz;da \haben wir den Salat/die Bescherung ( fam) ayıkla pirincin taşını!, öp babanın elini!, buyurun cenaze namazına!;etw dagegen \haben bir şeye karşı olmak;nichts dagegen \haben bir şeye karşı olmamak, bir şeye diyeceği olmamak;etw \haben wollen bir şeyi canı istemek, bir şeyi elde etmek istemek;was hat es damit auf sich? bu ne anlama geliyor?;ich kann das nicht \haben ( fam) ben buna gelememetw hinter sich \haben bir şey arkasında olmak;ich habe noch viel vor mir daha yapacağım çok işler var;sie hat etwas mit dem Tennislehrer ( fam) tenis öğretmeniyle ilişkisi var;ich hab's! buldum!ich habe noch sehr viel zu tun daha yapacak çok işim var;hier hat er nichts zu suchen burada işi yok;jetzt hast du zu schweigen şimdi susman gerekliII vrsich \haben ( fam) ( sich anstellen) hava basmak;hab dich nicht so! öyle nazlanmasana!;damit hat sich die Sache ( fam) bu iş böylece kapandı -
65 kassieren
-
66 بدل
Iبَدَّلَ1. değişmekAnlamı: mübadele etmek2. değiştirmekAnlamı: başka bir biçime sokmak3. dönüştürmekAnlamı: dönüşmesini sağlamak, tahvil etmekIIبَدَل1. ivazAnlamı: ödün, karşılık2. dublör3. muadilAnlamı: eşit, denk, eşdeğer4. bedel5. fiyat -
67 رفد
Iرَفَدَ1. berkitmekAnlamı: sağlamlaştırmak, takviye etmek2. doyurmakAnlamı: geçindirmek, yaşamasını sağlamak3. güçlendirmekAnlamı: güçlü duruma getirmek4. geçindirmekAnlamı: geçinmesini sağlamak5. arkalamakAnlamı: arkasına almak, desteklemek, yardım etmek6. desteklemekAnlamı: destek koymak7. dayaklamakIIرِفْد1. vasistasAnlamı: kapı üstünde açılır, kapanır penere2. bazıAnlamı: birtakım, kimi, bazısı, ara sıra, arada bir, kimi vakit3. yardımAnlamı: bağış4. seksiyonAnlamı: bölüm5. el birliğiAnlamı: bir ış yapmak için birleşme6. hisseAnlamı: pay, nasip7. medetAnlamı: yardım, imdat8. muavenetAnlamı: yardım9. nasipAnlamı: birinin payına düşen şey10. birtakımAnlamı: belirsiz olarak çokluğu anlatır11. imdatAnlamı: yardım işareti12. bahşiş13. cüz14. bölüm -
68 embarrass
sikmak, rahatsiz etmek; bozmak, sasirtmak; utandirmak, mahcup etmek; para sikintisina düsürmek; eli darda olmak -
69 make
yapmak; yapmak, hazirlamak, düzeltmek; meydana getirmek, -e neden olmak, yapmak; (para, basari vb.) kazanmak, yapmak, saglamak, elde etmek; -tirmek, -dirmak; -e esit olmak, etmek; varmak, ulasmak, yetismek, gelmek; yol almak, katetmek, gitmek; olmak; -e k -
70 note
not etmek, kaydetmek; dikkat etmek, önem vermek; farkina varmak, nota; (ses) ifade; not, hatirlatma yazisi; banknot, kâgit para; muhtira; senet, bono, adi senet; önem; hesap pusulasi, fatura -
71 détourner
v t1 dévier yön değiştirme♦ détourner un avion hava korsanlğı2 voler ihtilas etmek3 tourner başka yöne çevirmek4 éloigner dikkatini dağıtmak -
72 prêter
v t1 fournir ödünç vermek2 accorder vermek, sağlamak♦ prêter attention à qqch bir şeye dikkat etmek3 prêter serment ant içmek4 attribuer biri hakkında konuşmak -
73 recueillir
-
74 refund
n. para iadesi, geri ödeme————————v. iade yapmak, yeniden sermaye sağlamak, geri ödemek, geri vermek (para)* * *1. geri ver (v.) 2. geri verme (n.)* * *1. verb(to pay back: When the concert was cancelled, the people who had bought tickets had their money refunded.) geri vermek, iade etmek2. noun(the paying back of money: They demanded a refund.) geri ödeme, para iadesi -
75 hazır
гото́вый* * *1.1) гото́выйhazır elbise — гото́вое пла́тье
2) -e гото́вый (к чему-л.)harekete hazır — а) гото́вый к отъе́зду; б) гото́вый к де́йствию
3) прису́тствующий; име́ющийся налицо́hazır mevcut — воен. ли́чный соста́в
hazır para — нали́чные де́ньги
hazır bulunmak / olmak — а) быть гото́вым / пригото́вленным; б) прису́тствовать
hazır bulunan davetliler — прису́тствующие приглашённые
2.hazır etmek — гото́вить, пригото́вить
поско́льку, раз, коль ско́роhazır gidiyorsun, onu da götür — ты ухо́дишь, захвати́ и его́ с собо́й
••- hazırdan yemekhazır para çabuk biter — посл. легко́ доста́вшиеся де́ньги бы́стро ухо́дят
-
76 on
деся́ток (м) де́сять* * *1) де́сятьonumuz — нас де́сятеро / де́сять челове́к
onda bir — одна́ де́сятая
on saat — де́сять часо́в ( отрезок времени)
saat on — де́сять часо́в ( показатель времени)
saat onda — в де́сять часо́в
on yaşında — ему́ де́сять лет
yüzde on — де́сять проце́нтов
on bir — оди́ннадцать
on iki — двена́дцать
on dokuz — де́вятнадцать
3) деся́тка ( цифра)4) со словами, оканчивающимися на... li,... lik... десятиon günlük — десятидне́вный
••- on defa- on kere
- on kere söyledim
- on para etmez
- on paralık etmek
- on parasız olmak
- on para on aslanın ağzında
- on parmağında on hüner
- on parmağında on marifet
- on parmağında on kara
- on paraya on taklak atar
- on paramağım yakasında -
77 mint
n. nane, darphane————————v. para basmak, icat etmek, uydurmak* * *1. para bas (v.) 2. nane (n.)* * *I 1. [mint] noun(a place where money is made by the government.) darphane2. verb(to manufacture (money): When were these coins minted?) basmakII [mint] noun1) (a plant with strong-smelling leaves, used as a flavouring.) nane2) ((also peppermint) (a sweet with) the flavour of these leaves: a box of mints; ( also adjective) mint chocolate.) nane şekeri; naneli -
78 pay
n. ödeme, ücret, maaş, bedel————————v. ödemek, karşılığını vermek, para vermek, değmek, etmek* * *1. öde (v.) 2. ödenek (n.)* * *[pei] 1. past tense, past participle - paid; verb1) (to give (money) to (someone) in exchange for goods, services etc: He paid $5 for the book.) ödemek, para(sını) vermek2) (to return (money that is owed): It's time you paid your debts.) ödemek3) (to suffer punishment (for): You'll pay for that remark!) cezasını çekmek, katlanmak4) (to be useful or profitable (to): Crime doesn't pay.) yararı olmak, kazandırmak5) (to give (attention, homage, respect etc): Pay attention!; to pay one's respects.) saygılarını sunmak, vermek2. noun(money given or received for work etc; wages: How much pay do you get?) ücret, aylık, maaş- payable- payee
- payment
- pay-packet
- pay-roll
- pay back
- pay off
- pay up
- put paid to -
79 put
adj. hareketsiz, sabit————————n. para koyma, yatırma, atış, fırlatma, hamle————————v. koymak, bırakmak, yerleştirmek, tıkmak, atmak, sokmak, çevirisini yapmak, tercüme etmek, para koymak, yatırım yapmak, yüklemek, kurmak, sınamak, denemek* * *koy* * *[put]present participle - putting; verb1) (to place in a certain position or situation: He put the plate in the cupboard; Did you put any sugar in my coffee?; He put his arm round her; I'm putting a new lock on the door; You're putting too much strain on that rope; When did the Russians first put a man into space?; You've put me in a bad temper; Can you put (=translate) this sentence into French?) koymak2) (to submit or present (a proposal, question etc): I put several questions to him; She put her ideas before the committee.) sormak, sunmak3) (to express in words: He put his refusal very politely; Children sometimes have such a funny way of putting things!) söylemek, anlatmak4) (to write down: I'm trying to write a letter to her, but I don't know what to put.) yazmak5) (to sail in a particular direction: We put out to sea; The ship put into harbour for repairs.) denize açılmak, gitmek•- put-on- a put-up job
- put about
- put across/over
- put aside
- put away
- put back
- put by
- put down
- put down for
- put one's feet up
- put forth
- put in
- put in for
- put off
- put on
- put out
- put through
- put together
- put up
- put up to
- put up with -
80 save up
v. tasarruf etmek, para biriktirmek* * *para biriktir* * *(to save: He's been saving up for a new bike.) biriktirmek
См. также в других словарях:
para etmek — değeri olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
para — is., ekon., Far. pāre 1) Devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı kâğıt veya metalden ödeme aracı, nakit 2) Kazanç Balıkçılıkta para vardır ama dalgıçlık kadar genç işidir. S. F. Abasıyanık 3) esk. Kuruşun kırkta biri Birleşik Sözler para… … Çağatay Osmanlı Sözlük
iktisat etmek (veya yapmak) — para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek Biraz iktisat yapmaya mecburum. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
masraf etmek — para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
hovardalık etmek — 1) çapkınca davranmak, çapkınlık etmek 2) zevki için bol para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tartak martak etmek — kazıp dağıtmak, darmadağın etmek Kalkıp dünya kadar para harcayıp kanalı tartak martak ettirecekler. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
hacıağalık etmek — gereksiz yere, gösteriş için bol para harcamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
iftira etmek — bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek On para yememiştir fakat etrafı adama iftira etmiştir. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük
istikraz etmek — ödünç para almak, borçlanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kifayet etmek — yetmek, yeterli olmak Kazandığım para benim sade hayatıma kifayet ediyor. H. E. Adıvar … Çağatay Osmanlı Sözlük
memnun etmek — 1) bir kimseyi sevindirmek, ona kıvanç vermek Eski arkadaşı kaybetmemek hepsini memnun ediyor. R. N. Güntekin 2) yüklüce para veya bol bahşiş vermek Birader hafif bir yükümüz var, Aksaray a götürürsen seni memnun ederiz. H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük