-
41 doluşmak
1. اكتظ [اِكْتَظَّ]Anlamı: bir yerde toplanmak, bir araya gelmek2. تراكم [تَرَاكَمَ]Anlamı: bir yerde toplanmak, bir araya gelmek3. تكدس [تَكَدَّسَ]Anlamı: bir yerde toplanmak, bir araya gelmek -
42 iç
1.1) врз. вну́тренность, вну́тренняя часть (чего-л.)evin içi — вну́тренняя часть до́ма
2) внутренняя часть, заключённая в твёрдую оболочку: сердцеви́на, ядро́ağaç içi — ядро́ древеси́ны
badem içi — минда́лина
ekmek içi — мя́киш
3) начи́нка, фаршkabak içi — начи́нка для кабачко́в
4) вну́тренности, нутро́, утро́баiçi bulanmak — мути́ть, испы́тывать тошноту́
5) се́рдце, душа́, духо́вный мир ( человека)içim ferah — на душе́ у меня́ ра́достно
içimde bir heyecan vardı — у меня́ на душе́ бы́ло ка́к-то неспоко́йно
içime bir şüphe düştü — в меня́ вкра́лись сомне́ния
6) то, что совершается в пределах чего-л.şehir içi haberleşme — внутригородска́я перепи́ска
aile içi ilişkiler — внутрисеме́йные отноше́ния
7) разг. содержа́ние2.1) врз. вну́треннийiç avlu — вну́тренний двор
iç kapı — вну́тренняя дверь
2) ни́жний, нате́льный ( о белье)3.в функции служ. имени- içiınde- içinden••- içini açmak
- içi almıyor
- içine almak
- içine atmak
- içi bayılmak
- içini boşaltmak
- içi cız etti
- içi çekmek
- içine çekmek
- içini çekmek
- iç çekmek
- iç geçirmek
- içi çıfıt çarşısı
- içinden çıkmak
- içini çürütmek
- içi daralmak
- içi dayanmamak
- içine dert olmak
- içi dışı bir
- içi dışına çıkmak
- içine doğmak
- içine dokunmak
- içini dökmek
- içinde duymak
- iç etmek
- içine etmek
- içi ezilmek
- içini ezmek
- içinden geçirmek
- içi geçmek
- içinden geçmek
- içinden gelmek
- iç gıcıklamak
- içi gitmek - içine hüzün çökmek
- içim ısınıyor
- içi içine geçmek
- içine işlemek
- içi içine sığmamak
- içi içini yemek
- içi kabul etmemek
- içi kalkmak
- içi kabarmak
- içi kan ağlamak
- içinden kan gitmek
- içine kapanmak
- içi kararmak
- içi kazınmak
- içi kıyılmak
- içinden bir şeyler kopmak
- içine kurt düştü
- içini kemirmek
- içini kurt yemek
- içinden okumak
- içini okumak
- içine oturmak
- içine öyle gelmek
- içi paralanmak
- içi parçalanmak
- içi parça parça olmak
- içim rahat değil
- içini sarmak
- içine sıçmak
- içi sıkılıyor
- içini sıkmak
- içi sızlamak
- içi burkulmak
- içine sokacağı gelmek
- içi sürmek
- içine tükürmek
- içi yağ bağlamak
- içinin yağı erimek
- içini yakmak
- içi yanmak
- içinden yanmak
- içini yemek
- içinde yüzmek
- para içinde yüzüyor -
43 baş
baş s\baş döndürücü Schwindel erregend\baş göstermek sich zeigen; ( ortaya çıkmak) auftretenbirini \baş göz etmek ( fam) jdn unter die Haube bringen\baş kaldırmak sich auflehnen (-e gegen), revoltieren (-e gegen); ( isyan etmek) rebellieren (-e gegen)\başım dönüyor mir ist schwindeligbirinin \başına bir hâl gelmek jdm stößt etw zubir şeyden \başını alamamak sich vor etw nicht retten könnenbirinin \başını bağlamak ( fam) jdn unter die Haube bringen\başını taştan taşa çarpmak ( fig) (etw) bitter bereuenbir devletin \başı der Oberhaupt eines Staates\başından beri/itibaren von Anfang an\başından sonuna kadar von Anfang bis Ende\baştan von Anfang an\baştan \başa von Anfang bis Endegelecek haftanın \başında Anfang nächster Wochemayıs \başında Anfang Maiyılın \başında am Anfang des Jahresgeminin \başı bocaya/orsaya kaçıyor der Bug des Schiffes dreht nach Lee/Luv6) (\başbakan) Präsident(in) m(f); (\başhekim) Chef m; (\başmakale) Leit-; (\başmüfettiş) Ober-; (\başsavcı) Ober-, General-; (\başrol) Haupt-7) ( unpers)bir şeye \baş almak für etw Zeit findenbir kimseyle/şeyle \baş edebilmek ( fam) mit jdm/etw fertig werdenbir kimseyle/şeyle \başa çıkmak mit jdm/etw fertig werden\başı belaya girmek ( fam) in Teufels Küche kommen\başı dara düşmek in Not geraten\başımla beraber! ( seve seve) gern(e) !; ( memnuniyetle) mit Vergnügen!\başın sağ olsun! mein aufrichtiges Beileid!birinin \başına bir şey gelmek jdm etw passierenbirinin \başını belaya sokmak ( fam) jdn in Teufels Küche bringendün \başıma bir şey geldi gestern ist mir etw passiert -
44 dringen
dringen <dringt, drang, gedrungen> ['drıŋən]vi1) sein;durch etw \dringen bir şeyin içinden geçmek;in etw \dringen bir şeyin içine geçmek, bir şeye işlemek; ( Pfeil) bir şeye saplanmak;in jdn \dringen birine sinmek;bis zu etw \dringen bir şeye kadar gelmek;der Lärm drang bis zu uns gürültü bize kadar duyuldu;an die Öffentlichkeit \dringen açığa çıkmak;es dringt mir durchs Herz ( fig) yüreğime işledi2) ( verlangen)auf etw \dringen bir şeyde direnmek -
45 ağır
I adj1) ( hafif karşıtı) schwer\ağır basmak ( ağırlığı fazla gelmek); Übergewicht haben; ( fig) schwer wiegen, überwiegen, ins Gewicht fallen, zu Buche schlagen\ağır bir hastalık eine schwere Krankheit\ağır çekmek Gewicht haben\ağır gelmek ( gücüne gitmek) kränken; ( yapılması güç gelmek) schwerfallen\ağır su chem schweres Wasser\ağır aksak yürümek/gitmek sich schleppen\ağır hasta/yaralı olmak schwer krank/verletzt sein4) ( bunaltıcı) bedrückend5) ( yavaş) langsam\ağır ol! langsam!6) (\ağırbaşlı) besonnen; ( ciddi) ernst7) ( sindirimi güç) schwer, schwer verdaulich8) ( uyku için) tief9) ( kırıcı) kränkend, verletzend\ağır söylemek verletzende Worte sagenbirinin ağrına gitmek jdn kränkenbir şey ağrına gitmek etwas schwer nehmenbir kulağı \ağır an einem Ohr ist er taub -
46 güzelleşmek
1. تجمل [تَجَمَّلَ]Anlamı: güzel bir duruma gelmek2. تحسن [تَحَسَّنَ]Anlamı: güzel bir duruma gelmek3. تزين [تَزَيَّنَ]Anlamı: güzel bir duruma gelmek -
47 incinmek
1. تألم [تَأَلَّمَ]2. تفجع [تَفَجَّعَ]3. توجع [تَوَجَّعَ] -
48 ayak
нога́ (ж) но́жка (ж) стопа́ (ж)* * *озвонч. -ğı1) нога́, но́ги; ла́па ( животного) ла́пка ( насекомого)ayak ayak üstüne atmak — положи́ть но́гу на́ ногу
ayağını çıkarmak — разува́ться, снять о́бувь
ayağını giymek — обува́ться, наде́ть о́бувь
ayağına [iyi] oturmak — прийти́сь по ноге / впо́ру
ayağı[nı] vurmak — натере́ть но́гу
arka ayak — за́дняя нога́
ön ayak — пере́дняя нога́
yalın ayak — босико́м
2) но́жка; подпо́рка, опо́ра, сто́йка, сва́я3) прито́к реки́4) водоотво́дный кана́л; рука́в, свя́зыва́ющий два водоёма5) шагayak sesi — зву́ки шагов
ayak uydurmak / değiştirmek — идти́ в но́гу, взять но́гу
6) ступе́нькаotuz ayak merdiven — ле́стница в три́дцать ступе́нек
7) уст. фут, каде́м (мера длины, = 30,5 см)8) ри́фма ( в фольклоре)••ayağı kayana yol gösteren çok olur — посл. когда́ челове́к упадёт, тогда́ ему́ начина́ют пока́зывать доро́гу, по кото́рой он до́лжен был идти́; вся́кая по́мощь нужна́ во́время
ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? — погов. что ска́жешь - тебя́ казни́ть или поми́ловать? (говорится человеку, который редко заходит)
ayağının bastığı yerde ot bitmiyor — погов. у него́ под нога́ми земля́ гори́т
ayağını yorganına göre uzatmak — погов. по одёжке протя́гивай но́жки
- ayakta- ayaktan
- ayağını alamamak
- ayağı alışmak
- ayağının altına almak
- ayaklar altına almak
- ayağının altına karpuz kabuğu koymak
- ayağının altında
- ayak altında dolaşmak
- ayakların altında dolaşmak
- ayak atmak
- ayak atmamak
- ayak bağı
- ayağının bağını çözmek
- ayağını bağlamak
- ayağına bağ vurmak
- ayak basmak
- ayak basmamak
- ayağına çabuk
- ayağına çağırmak
- ayağını çekmek
- ayağını denk almak
- ayağını denk basmak
- ayak diremek
- ayak divanı
- ayağına dolaşmak
- ayağına dolanmak
- ayağı düşmek
- ayağına düşmek
- ayağı düze basmak
- ayağına geçirmek
- ayağına gelmek
- ayakları geri geri gitmek
- ayağına getirmek
- ayağına gitmek
- ayağı ile gelmek
- kendi ayak ile gelmek
- ayağına ip takmak
- ayak işi
- ayağına kadar gelmek
- ayağa kaldırmak
- ayağa kalkmak
- ayağına kapanmak
- ayağına iniyor
- ayaklarına kara su iniyor
- ayağını kaydırmak
- ayağını kesmek
- ayak kirası
- ayağının pabucunu başına giymek
- ayağının pabuçu olamamak
- ayağına sıkı
- ayağı suya ermek
- ayak sürtmek
- ayağı şaşmak
- ayağına taş değmek
- ayağı taşa dokunmak
- ayağının tozuyla
- ayağının tozu üstünde
- ayakta tutmak
- ayaklarının ucuna basarak
- ayağı uğurlu
- ayağı üzenğide
- ayağı yere değmemek
- ayakları yere değmemek
- ayağı yerden kesilmek
- bir ayağı çukurda
- bir ayağı öbür dünyada -
49 выходить
iyileştirmek; yetiştirmek; inmek; ayrılmak,çekilmek; olmak,çıkmak; (pencere vb.) açılmak,bakmak,nazır olmak; tükenmek,suyunu çekmek; tüketmek* * *I выход`итьнесов.; сов. - вы́йтивыходить из больни́цы — перен. hastaneden çıkmak
выходить из-за стола́ — masa / sofra başından kalkmak
выходить со ста́нции (о поезде) — перен. (istasyondan) kalkmak
выходить из войны́ — перен. savaştan / harpten çıkmak
вы́йти из кри́зиса — перен. bunalımdan çıkmak
выходить на у́лицу (о массах) — sokağa / dışarı çıkmak; sokaklara dökülmek
выходить в мо́ре — denize çıkmak
выходить в откры́тое мо́ре — denize açılmak
выходить на охо́ту — ava çıkmak
выходить на лов ры́бы — balığa çıkmak
выходить на сце́ну — sahneye çıkmak
выходить на мировы́е ры́нки — dünya pazarlarına açılmak
выходить на рабо́ту — işbaşı yapmak
выходить на телеэкра́ны (о фильме) — ekrana gelmek
вы́шел но́вый журна́л — yeni bir dergi çıktı
две соро́чки из э́того не вы́йдут — bundan iki gömlek çıkmaz
2) (становиться, делаться кем-л.) olmakиз него́ вы́йдет хоро́ший врач — iyi bir doktor olur
челове́ка из него́ не вы́йдет — adam olmaz
геро́й из него́ не вы́йдет — onda kahraman olacak hal yok
выходить победи́телем из чего-л. — galip çıkmak
3) ( получаться) olmak; çıkmakничего́ у него́ не вы́йдет — bir şey başaramaz:
из э́того ничего́ не вы́йдет — bundan bir şey çıkmaz
не вы́йдет! — sökmez!
вы́шло так, как я сказа́л — dediğim çıktı
э́тот сни́мок не вы́шел — bu fotoğraf (iyi) olmadı
сни́мок хорошо́ вы́шел — resim iyi çıktı
как бы чего́ не вы́шло — bir şey olmasın
как же так вы́шло, что... — nasıl oldu da...
4) тк. несов. bakmak; açılmakко́мната выхо́дит о́кнами в сад — odanın pencereleri bahçeye bakar
дверь выхо́дит в коридо́р — kapı koridora açılır
доро́га выхо́дит на шоссе́ — yol şoseye kavuşur / çıkar
5) ( замуж) varmakвыходить за кого-л. — birine varmak
6) тк. сов. ( происходить)...dan olmak, içinden çıkmak / gelmekон вы́шел из крестья́н — köylüdendir, köylü içinden çıkmıştı
он вы́шел из наро́да — halkın içinden yetişmişti
7) ( расходоваться) tükenmek, suyunu çekmek; harcamak, tüketmekу нас вы́шел весь бензи́н — benzinimiz tükendi
у нас выхо́дит мно́го дров — çok odun harcarız
••выходить из берего́в — taşmak
вы́йти из заколдо́ванного круга — kısır döngüden kurtulmak
выходить из себя́ — çileden çıkmak
умо́м он не вы́шел — akıldan yana züğürttür
она́ лицо́м не вы́шла — çehre züğürdüdür
э́та те́ма выхо́дит за ра́мки нашего сообще́ния — bu konu tebliğimizin çerçevesini aşmaktadır
II в`ыходитьна́ша кома́нда вы́шла вперёд — takımımız öne / ileri geçti
сов., см. выхаживать -
50 انتصب
اِنْتَصَبَ1. dikelmekAnlamı: dik duruma gelmek2. kalkmak3. dikilmekAnlamı: dik duruma gelmek4. doğrulmak5. kalkmakAnlamı: yukarı doğru yükselmek -
51 قام
Iقامَ1. dikelmekAnlamı: dik duruma gelmek2. kalkmak3. kılmakAnlamı: ''etmek'', ''yapmak'' anlamında yardımcı fiil olarak kullanılır4. dikilmekAnlamı: dik duruma gelmek5. doğrulmak6. kalkmakAnlamı: yukarı doğru yükselmekIIقامّçöpçü -
52 نهد
Iنَهَدَ1. dikelmekAnlamı: dik duruma gelmek2. kalkmak3. doğrulmak4. dikilmekAnlamı: dik duruma gelmek5. kalkmakAnlamı: yukarı doğru yükselmekIIنَهْد1. meme2. emcek, emcik -
53 نهض
Iنَهَضَ1. dikelmekAnlamı: dik duruma gelmek2. kalkmak3. doğrulmak4. dikilmekAnlamı: dik duruma gelmek5. kalkmakAnlamı: yukarı doğru yükselmekIIنَهْضdikişAnlamı: dikmek işi -
54 глаз
göz* * *м, врзве́рный глаз — şaşmaz göz
у него́ плохи́е глаза́ — gözleri bozuk
отвести́ глаза́ (в сто́рону) — gözünü ayırmak
••в мои́х глаза́х он ничто́ — gözümde bir hiçtir
за глаза́ хва́тит / доста́точно — yeter de artar
за глаз а́ (хвалить, говорить и т. п.) — arkasından
на глаз э́та кварти́ра мне ка́жется бо́льше — gözüme bu daire daha genişmiş gibi geliyor
ра́ди прекра́сных / краси́вых глаз — kara gözleri / kaşları için
с глазу на́ гла́з — baş başa
дурно́й глаз — kem göz / nazar
с закры́тыми глаза́ми — gözü kapalı
с каки́ми глазами ты там пока́жешься? — oraya ne yüzle geleceksin?
с пья́ных глаз — прост. sarhoş haliyle, tütsülü başıyla
где бы́ли твои́ глаза́? — senin gözün neredeydi?
гла́зом не моргну́в — gözünü kırpmadan
и гла́зом моргну́ть не успе́ешь — göz kapayıp açıncaya kadar, göz açıp kapamadan
мне сты́дно смотре́ть ему́ в глаза́ — yüzüne bakmaktan utanıyorum
у меня́ в глазах двои́тся — çift görüyorum
я его́ (и) в глаза́ не ви́дел — yüzünü bile görmedim
у неё глаза́ на мо́кром ме́сте — gözü suludur
не ве́рить свои́м глаза́м — gözlerine inanamamak
бере́чь пу́ще гла́за — gözü gibi sakınmak
броса́ться / лезть в глаза́ — göze çarpmak
бить в глаза́ — göze batmak
хоть глаз вы́коли — zifiri karanlık
встать пе́ред глаза́ми — gözlerinin önüne gelmek
закрыва́ть глаза́ на что-л. — bir şeye göz yummak
опусти́ть / поту́пить глаза́ — gözlerini (yere) indirmek
отводи́ть / пря́тать глаза́ — gözlerini kaçırmak
откры́ть кому-л. глаз а́ на что-л. — birinin bir şeye gözünü açmak
наско́лько хвата́ет / хвата́ло глаз — gözün alabildiğine
попа́сться кому-л. на глаза́ — birinin gözüne ilişmek
не попада́йся ему́ на глаза́! — gözüne görünme!
поеда́ть глаза́ми — gözle yemek
пробежа́ть глаза́ми — gözden geçirivermek
прогляде́ть / просмотре́ть / вы́смотреть все глаза́ — gözleri yollarda kalmak
ре́зать глаз / глаза́ — göze batmak
сказа́ть пря́мо в глаза́ — yüzüne karşı söylemek
скры́ться из глаз — gözden kaybolmak
смотре́ть / гляде́ть сме́рти (пря́мо) в глаза́ — ölümle yüz yüze gelmek
смотре́ть больши́ми глаза́ми на кого-что-л. — hayret hayret bakmak
он смотре́л во все глаза́ — göz kesilmiş bakıyordu
уви́деть свои́ми (со́бственными) глаза́ми — (kendi) gözüyle görmek
не спуска́ть глаз с кого-чего-л. — birinden, bir şeyden gözünü ayırmamak; birini, bir şeyi göz hapsine almak ( не выпускать из виду)
стоя́ть пе́ред глаза́ми — gözlerinin önünden gitmemek
с глаз доло́й - из се́рдца вон — gözden ırak olan gönülden de ırak olur погов.
в чужо́м глазу́ сучо́к ви́дит, (а) в своём - бревна́ не замеча́ет — kendi gözündeki merteği görmez de elin gözündeki çöpü görür посл.
-
55 с
1) ...danвста́ть со сту́ла — sandalyeden kalkmak
прие́хать с ю́га — güneyden gelmek
вход с у́лицы — sokaktan girilir
ве́тер с мо́ря — denizden esen rüzgar
прыжки́ с трампли́на — tramplen atlama
прыгуны́ с вы́шки — kule atlayıcıları
2) ( при указании на причину)...dan; ileсо стра́ха — korkudan
с непривы́чки — alışık olmadığından
с позволе́ния роди́телей — ana babanın izniyle
3) (при временны́х оборотах)...dan,...dan beriс утра́ до ве́чера — sabahtan akşama kadar
с де́тских лет — çocuk yaşındanberi
с ка́ждым днём — gün geçtikçe her geçen gün
вста́ть с рассве́том — şafakla kalkmak
4) (при обозначении лица, предмета, с которого получают, требуют что-л.)...dan; başına ( при обозначении единиц)брать по́шлину с това́ра — maldan gümrük resmi almak
со́рок це́нтнеров с гекта́ра — hektar başına kırk kental
5) (при обозначении манеры, способа действия) ileкорми́ть с ло́жечки — kaşıkla yedirmek
взять с бо́ю — savaşla almak / zaptetmek
со ско́ростью зву́ка — ses hızıyla
6) ( при выражении совместности) ile, veмы с ним друзья́ — onunla dostuz
в бесе́де с на́ми он... — bizimle yaptığı görüşmede...
он дал пять конце́ртов с орке́стром — beş orkestra konseri verdi
оте́ц с сы́ном — baba (ile) oğul
взять с собо́й — yanına almak
7) ( при обозначении дополнительного количества) не переводится в соч.два с полови́ной — iki buçuk
8) ( при обозначении содержимого) doluкорзи́на с клубни́кой — çilek dolu sepet, çilek sepeti
грузови́к с песко́м — kum yüklü kamyon, kum kamyonu
балло́н с кислоро́дом — oksijen balonu
9) (при обозначении обоюдного действия, взаимоотношения) ileссо́риться с сосе́дом — komşusuyla kavga etmek
мы познако́мились с ним — onunla tanıştık
10) ( при обозначении цели действия) ile; içinс э́той це́лью — bu amaçla
с тем, что́бы он не опа́здывал — geç kalmaması için, geç kalmasın diye
обрати́ться с про́сьбой — ricada bulunmak
он при́был с официа́льным визи́том — resmi bir ziyaretle geldi
11) (приблизительно, почти) kadarотдохну́ть с полчаса́ — yarım saat kadar dinlenmek
с год тому́ наза́д — bundan bir yıl kadar önce
у него́ сын с тебя́ ро́стом — boyun kadar / beraber oğlu var
ка́мень величино́й с кула́к — yumruk kadar taş
величино́й с двухэта́жный дом — iki katlı bir ev büyüklüğünde
12) ( при указании на сопутствующее действие) ile,...arakс огорче́нием — üzüntü ile, üzülerek
с удово́льствием — memnuniyetle
смотре́ть на кого-л. с жа́лостью — acıyarak bakmak
13) (при указании на смежность, близость, связь, соединение) ileграни́чить с Фра́нцией — Fransa ile sınırı olmak
име́ть телефо́нную связь с це́нтром — merkezle telefon bağlantısı olmak
смесь ге́лия с кислоро́дом — helyum-oksijen karşımı
созда́ние междунаро́дной организа́ции с це́нтром в Пари́же — merkezi Paris'te bulunan bir uluslararası örgütün kurulması
14) ( при указании на посредствующий предмет) ileмыть с мы́лом — sabunla yıkamak
охо́титься с соба́кой — köpekle avlamak
15) (с наступлением чего-л.) ile;...dıkçaумне́ть с во́зрастом — yaşlandıkça akıllanmak
с года́ми вку́сы у них меня́лись — onlar yaşlandıkça zevkleri değişiyordu
с весно́й потепле́ло — baharla beraber havalar ısındı
с прие́здом его́ отца́ — babasının gelmesiyle, babası gelince
привы́чка, обретённая с года́ми — yılların verdiği alışkanlık
16) (при обозначении объекта, на который распространяется действие, состояние) ileборо́ться с враго́м — düşmanla savaşmak
борьба́ с эро́зией — erozyona karşı / erozyonla mücadele
положе́ние с за́нятостью — эк. istihdam durumu
спра́виться с тру́дностями — güçlüklerin üstesinden gelmek, güçlükleri yenmek
поспеши́ть с отъе́здом — gitmekte acele etmek
как у тебя́ с давле́нием? — tansiyonun ne âlemde
17) (при указании на наличие чего-л., на обладание чем-л.)...lıкни́га с иллюстра́циями — resimli kitap
бутербро́д с сы́ром — peynirli sandviç
се́мьи со сре́дним дохо́дом — orta gelirli aileler
человек с тала́нтом — istidatlı / istidat sahibi bir kişi
-
56 come
interj. hadi, çabuk, deme————————n. meni, sperma, bel————————v. gelmek, ulaşmak, buyurmak; görünmek; ileri gelmek; tatmin olmak; tavır takınmak; orgazm olmak* * *gel* * *1. past tense - came; verb1) (to move etc towards the person speaking or writing, or towards the place being referred to by him: Come here!; Are you coming to the dance?; John has come to see me; Have any letters come for me?) gelmek2) (to become near or close to something in time or space: Christmas is coming soon.) gelmek, yaklaşmak3) (to happen or be situated: The letter `d' comes between `c' and è' in the alphabet.) gelmek4) ((often with to) to happen (by accident): How did you come to break your leg?) olmak, meydana gelmek5) (to arrive at (a certain state etc): What are things coming to? We have come to an agreement.) belli bir duruma gelmek6) ((with to) (of numbers, prices etc) to amount (to): The total comes to 51.) tutmak, gelmek2. interjection(expressing disapproval, drawing attention etc: Come, come! That was very rude of you!) Haydi canım!; Amma yaptın ha!; Haydi bakalım!- comer- coming
- comeback
- comedown
- come about
- come across
- come along
- come by
- come down
- come into one's own
- come off
- come on
- come out
- come round
- come to
- come to light
- come upon
- come up with
- come what may
- to come -
57 Auge
Auge <-s, -n> ['aʊgə] nt\Auge in \Auge mit jdm biriyle göz göze;mit den \Augen zwinkern göz kırpmak;ich habe es mit eigenen \Augen gesehen onu kendi gözümle gördüm;ein blaues \Auge haben gözü morarmış olmak;vor aller \Augen göz göre göre, herkesin gözü önünde;ein \Auge zudrücken ( fam) göz yummak, görmezden gelmek;beide \Augen zudrücken ( fig) görmezden gelmek;die \Augen offen halten gözünü açık tutmak;jdm die \Augen öffnen ( fig) birinin gözünü açmak;jdn aus den \Augen verlieren birini gözden kaybetmek;jdn nicht aus den \Augen lassen birini gözünden kaçırmamak;in meinen \Augen... benim gözümde...;jdn unter vier \Augen sprechen biriyle ağız ağıza konuşmak, biriyle kulak kulağa konuşmak, biriyle baş başa vererek konuşmak;ins \Auge fallen göze çarpmak;etw springt ins \Auge ( fig) bir şey göze çarpar;etw ins \Auge fassen ( fig) bir şeyi göz önüne almak;gute/schlechte \Augen haben gözleri iyi görmek/görmemek;große \Augen machen ( fam) gözlerini belertmek;kein \Auge zutun gözüne uyku girmemek;mit bloßem \Auge çıplak gözle;so weit das \Auge reicht göz alabildiğine, göz görebildiği kadar;sie traute ihren \Augen nicht gözlerine inanamadı;ich habe die ganze Nacht kein \Auge zugetan ( fig) bütün gece gözüme uyku girmedi;mir wurde schwarz vor \Augen gözlerim karardı;\Auge um \Auge, Zahn um Zahn göze göz, dişe diş;aus den \Augen, aus dem Sinn ( prov) gözden ırak olan gönülden de ırak olur2) ( Punkt beim Spiel) puan, sayı3) ( beim Würfel) benek -
58 gayret
(-ti)1) уси́лие; усе́рдие, стара́ние; напряже́ниеgayretle — усе́рдно, стара́тельно; напряжённо, уси́ленно
gayretle çalışmak — стара́тельно рабо́тать, прилага́ть уси́лия, усе́рдствовать
büyük bir gayretle çalışmak — рабо́тать с больши́м рве́нием
gayreti batıla — напра́сные стара́ния, напра́сный труд
gayreti cahiliye — глу́пые уси́лия, смешны́е поту́ги
gayrete gelmek — а) стать стара́тельным (усе́рдным); прояви́ть стара́ние (рве́ние); б) нача́ть что, приня́ться за что; нача́ть де́йствовать; прийти́ в де́йствие; раскача́ться
gayrete getirmek — привести́ в движе́ние (в де́йствие), взбудора́жить, всколыхну́ть; раскача́ть, расшевели́ть; подзадо́рить
gayret harcamak или gayret sarfetmek — затра́чивать уси́лия; прилага́ть уси́лия
- a bütün gayretini sarfetmek или için bütün gayretini sarfetmek — приложи́ть всё своё стара́ние (усе́рдие); затра́тить мно́го сил и трудо́в; лезть из ко́жи вон
az bir gayret или cüzî bir gayret — незначи́тельное уси́лие
birleşik gayretler — совме́стные (объединённые) уси́лия
boşuna gayretler — бесполе́зные (тще́тные) уси́лия, напра́сный труд
bütün gayretleri boşunadır — все их (его́) труды́ (уси́лия) ни к чему́
büyük gayret isteyen çalışmalar — напряжённый труд; трудоёмкие рабо́ты
insanüstü gayretler — сверхчелове́ческие уси́лия
müşterek gayretle — совме́стными уси́лиями
nafile gayretler = boşuna gayretler, muazzam gayretler — колосса́льные (неимове́рные) уси́лия
sahibi gayret — а) усе́рдный, стара́тельный; энерги́чный; б) сме́лый, му́жественный, отва́жный
şahsî gayretler — ли́чная инициати́ва, ли́чный почи́н
yaratıcı gayretler — тво́рческие уси́лия; созида́тельные си́лы
2) ре́вностное отноше́ние (к интересам родины, семьи и т. п.); стра́стная пре́данность; фанати́змgayreti islâmiye, islâmlık gayreti — исла́мское (мусульма́нское) рве́ние, исла́мский (мусульма́нский) фанати́зм
hemşerilik gayreti — чу́вство земля́чества; забо́та о свои́х сооте́чественниках
3) терпе́ние, вы́держка, самооблада́ние, сто́йкость; насто́йчивость, упо́рствоgayreti elden bırakmamak — а) не выпуска́ть инициати́вы [из рук]; б) не теря́ть самооблада́ния
gayret göstermek — прояви́ть усе́рдие (стара́ние, рве́ние, энтузиа́зм); стара́ться, усе́рдствовать
4) воодушевле́ние; бо́дрость; си́ла; эне́ргияgayret almak — че́рпать си́лы, вдохновля́ться, воодушевля́ться; приободря́ться
gayretten düşmek — а) потеря́ть терпе́ние (вы́держку, самооблада́ние); б) сни́кнуть, утра́тить бо́дрость; потеря́ть си́лы
gayret vermek — вдохновля́ть, воодушевля́ть, ободря́ть, подбодря́ть; придава́ть си́лы
gayret ve şevke gelmek — бодри́ться
gayret ve şevk vermek — бодри́ть
büyük bir gayretle işe sarılmak — энерги́чно взя́ться за де́ло
□
gayret etmek — стара́ться, си́литься, усе́рдствовать; усе́рдно добива́ться; прилага́ть уси́лия (стара́ния); проявля́ть усе́рдие□
gayretet! — де́йствуй!□
boşuna gayret ediyorsun! — зря стара́ешься!□
ha gayret! — а ну, нажми́ (подда́й)!□
haydi arkadaşlar! gayret edin! a — ну́-ка, друзья́, поднажмём (поднату́жимся)!□
iki gemi kaçmağa gayret ediyordu — два су́дна пыта́лись скры́ться□
pek gayret etmeden — без осо́бого напряже́ния; без осо́бого труда́□
gayret dayıya düştü —□
gayretine dokunmak — заде́ть за живо́е, уязви́ть -
59 تحرر
Iتَحَرَّرَ1. serbestlemekAnlamı: sıkıcı bir durumdan kurtulmak2. azatAnlamı: serbest bırakma3. kurtulmak4. liberalleşmekAnlamı: serbest bir duruma gelmek5. özgürleşmekAnlamı: özgür duruma gelmekIIتَحَرُّر1. erkinlikAnlamı: serbestlik, erkin olma durumu2. özgürlük3. azatAnlamı: serbest bırakma -
60 صغر
Iصَغُرَ1. küçülmekAnlamı: ufak duruma gelmek2. ufalmakAnlamı: büyükken daha ufak duruma gelmekIIصِغَر1. küçüklükAnlamı: küçük olma durumu2. ufaklıkAnlamı: ufak olma durumuصَغَّرَ1. aşağısamakAnlamı: bir şeyi veya bir kimseyi aşağılık ve değersız göstermek, hafifsemek2. eksiltmekAnlamı: sayısını azaltmak3. hafifletmekAnlamı: hafiflemesine sebep olmak, hafifleştirmek4. küçültmekAnlamı: ufak duruma getirmek5. ufaltmak6. azımsamak7. alçaltmakAnlamı: değerini azaltmak8. aşağılamakAnlamı: değerinden düşük göstermek9. kırmakAnlamı: azaltmak
См. также в других словарях:
... (bir) hâl almak — bir duruma gelmek Hastalık tehlikeli bir hâl aldı … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir araya gelmek — bir yerde toplanmak, buluşmak Hep böyle bir araya gelip gülüp eğlenebilseler! N. Cumalı … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir olmak — bir araya gelmek, iş birliği yapmak Baba oğul bir oldular, ilkin çerçeveleri söküp düzelttiler. M. Ş. Esendal … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir hâl olmak — 1) bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek Çocuklar, yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum. 2) huyu değişmek Bu çocuğa bir hâl oldu, bu çocuk avareleşti. Y. K. Karaosmanoğlu 3) kazaya… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir ara — zf. 1) Kısa bir süre Bir ara önümüzden şarkı sesleri geldi. F. R. Atay 2) Geçmiş bir zamanda Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bir araya gelmek bir araya getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir şeyler (veya bir şey) olmak — 1) huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek Son zamanlarda ona bir şeyler oldu. 2) bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek Bana bir şeyler oluyor dedi ve bayıldı. 3) ölmek Bana bir şey olursa çocuklar size emanet … Çağatay Osmanlı Sözlük
konuk gelmek — bir yere veya birinin evine kısa bir süre kalmak için gelmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
zor gelmek — bir işin yapılması birine güç gelmek Ama, sevdiğimiz insanın acı çekmesini seyretmek, ölüm acısından çok daha zor gelmiştir bana. K. Tahir … Çağatay Osmanlı Sözlük
renk gelmek — (bir şeye) renklenmek, canlanmak Sarı yanaklarına hafif bir renk geldi. Ö. Seyfettin … Çağatay Osmanlı Sözlük
gürültüye gelmek — bir iş, bir düşünce vb. telaş ve karışıklığa rastlayarak ilgi çekmemek, üzerinde durulmamak … Çağatay Osmanlı Sözlük