-
61 uçurum
бе́здна (ж) обры́в (м)* * *тж. перен.про́пасть, бе́зднаuçurumun kenarında — на краю́ про́пасти
uçuruma sürüklemek — толка́ть в про́пасть
-
62 вести
getirmek,götürmek; sürmek (araba),yönetmek (araba/uçak); gezdirmek; döşemek; gitmek (yol),çıkmak (yol); yol açmak,neden olmak; önde olmak; yönetmek; yürütmek,sürdürmek* * *1) getirmek; götürmekвести́ дете́й на прогулку — çocukları gezmeye götürmek
он ведёт сюда́ пять челове́к — ardına beş kişi takmış geliyor
куда́ ты нас ведёшь? — bizi nereye götürüyorsun?
вести́ ма́ссы за собо́й — yığınları peşinden sürüklemek
вести́ к побе́де — zafere götürmek
вести́ от побе́ды к побе́де — zaferden zafere koşturmak
2) sürmek; yönetmekвести́ маши́ну — arabayı sürmek / yönetmek
вести́ самолёт — uçağı yönetmek
3) gezdirmekвести́ утюго́м по тка́ни — ütüyü kumaşın üstünde gezdirmek
4) döşemekвести́ желе́зную дорогу — demiryolu döşemek
5) gitmek; açılmakдоро́га ведёт в лес — yol ormana gider / ulaştırır
у́лица ведёт к мо́рю — sokak denize çıkar
следы́ вели́ в лес — izin yönü ormanın içine gidiyordu
следы́ вели́ в... — перен. izler...a uzanıyordu
6) перен. yol açmak, neden olmak; vardırmakвести́ к во́йнам — savaşlara yol açmak
вести́ к непра́вильным вы́водам — sakat sonuçlara götürmek / neden olmak
7) önde olmak; önde götürmekвести́ го́нку — спорт. yarışı önde götürmek
"Дина́мо" ведёт со счётом 2-0 — Dinamo 2-0 öndedir
8) перен. yönetmekвести́ семина́р — semineri yönetmek
вести́ уро́ки хи́мии — kimya dersleri vermek
продолжа́ть вести́ уро́к — dersini sürdürmek
вести́ собра́ние — toplantıya başkanlık etmek
вести́ програ́мму (на телевидении) — programı sunmak
вести́ переда́чи на (радио) — yayın yapmak
9) yürütmek; sürdürmek; yapmakвести́ борьбу́ — savaşım / mücadele yürütmek / yapmak
вести́ войну́ — savaşı sürdürmek
вести́ перегово́ры — görüşmeler yapmak
вести́ перепи́ску — yazışmak
вести́ ого́нь — ateş etmek
вести́ приготовле́ния к чему-л. — bir şeye hazırlıklar yapmak
вести́ повседне́вную рабо́ту с ма́ссами — yığınlar arasında günlük çalışma yapmak / yürütmek
10) (протокол, дневник и т. п.) tutmak••вести́ мяч спорт. — top sürmek
вести́ жизнь, вести́ о́браз жи́зни — bir hayat sürmek
я к э́тому и веду́ (речь) — sözü oraya götürüyorum zaten
вести́ себя́ как... —... gibi davranmak
он вёл себя́ как шко́льник — okul öğrencisi gibi davrandı
-
63 завлекать
несов.; сов. - завле́чь1) sürüklemek2) ( пленять) gönlünü çelmek••завле́чь кого-л. в свои́ се́ти — kurduğu ağa düşürmek
-
64 нести
I2) перен. götürmek; getirmekнести́ созна́ние в ма́ссы — yığınlara bilinç götürmek
нести́ с собо́й опа́сность войны́ — savaş tehlikesini beraber getirmek
3) (мчать, гнать) hızla götürmek; (hızla) sürüklemek; başı zaptolunmamak ( о лошади)ло́дку несло́ к бе́регу — kayık kıyıya (doğru) sürükleniyordu
4) безл., разг. kokusu gelmek; ağzı... kokmakнесло́ за́пахом ры́бы — balık kokusu geliyordu
от него́ несёт чесноко́м — ağrı sarımsak kokuyor
5) безл., перен. burcu burcu... kokmakот э́той тео́рии несёт идеали́змом — bu teori burcu burcu idealizm kokuyor
6) yapmakнести́ обя́занности — görevini yapmak
нести́ карау́л — nöbet beklemek
7) görmek; çekmekнести́ убы́тки — zarar etmek
нести́ поте́ри — kayıplar vermek; kayıplara uğramak
8) разг.нести́ вздор / чепуху́ — saçmalamak
II несов.; сов. - снести́, в соч.её так и несло́! — kadın açtı ağzını, yumdu gözünü!
нести́ я́йца — yumurtlamak
-
65 перетаскивать
несов.; сов. - перетащи́ть1) taşımak; sürüklemek, sürükleyerek götürmek ( волоком)2) ( переместить) çekmekперета́скивать кре́сло в у́гол — koltuğu köşeye çekmek / almak
-
66 подтаскивать
несов.; сов. - подтащи́тьsürüklemek, sürükleyerek getirmek -
67 притаскивать
несов.; сов. - притащи́ть1) ( приносить) getirmek; sürükleyerek getirmek ( приволакивать) -
68 протаскивать
несов.; сов. - протащи́ть2) (проносить через что-л.) geçirmek, sığdırmak -
69 тянуть
çekmek,döşemek; uzatmak; canı çekmek; emmek; sürüncemede bırakmak,geciktirmek; ağırlığında olmak* * *1) çekmek; döşemekтяни́ кана́т на себя́ — halatı (kendine doğru) çek
тяну́ть не́вод — ağı çekmek
2) ( изготовлять волочением) haddeden çekmekтяну́ть про́волоку — haddeden tel çekmek
3) (руку, шею) uzatmakтяну́ть ру́ку — elini uzatmak
4) (тащить, направляя куда-л.) çekmekтяну́ть на букси́ре — yedekte çekmek
тяну́ть кого-л. за́ руку — birini kolundan tutup çekmek
букси́р тяну́л ба́ржу́ — römorkör bir mavna çekiyordu
5) ( прокладывать) çekmek, döşemekтяну́ть ка́бель — kablo çekmek / döşemek
6) разг. (заставлять идти, ехать) sürüklemekзаче́м ты тя́нешь ребёнка на рыба́лку? — çocuğu balık avına ne diye sürüklüyorsun?
7) перен., безл. ( влечь) (kendine) çekmek; canı çekmekкогда́ пое́шь, тя́нет ко сну — insan yemek yeyince uyku bastırır
её тяну́ло на солёное — canı tuzlu yiyecek çekiyordu
меня́ тяну́ло к родны́м места́м — beni memleket çekiyordu
кури́ть он бро́сил и говори́т, что бо́льше совсе́м не тя́нет — sigarayı bırakmış, hem hiç aramıyormuş
8) (билет, жребий и т. п.) çekmekтяну́ть жре́бий — kura çekmek; kura çekişmek ( о многих)
9) ( всасывать жидкость) çekmek, emmek10) ( обладать тягой) çekmekтруба́ хорошо́ тя́нет — baca iyi çekiyor
11) ( веять) gelmekтяну́л ветеро́к — hafif bir esinti vardı
тяну́ло ды́мом — duman kokusu geliyordu
ве́тер тяну́л из са́да за́пах сире́ни — rüzgar bahçeden leylak kokusu getiriyordu
12) ( медлить) sallamak, sürüncemede bırakmak; uzatmak; geciktirmekони́ вот уж ме́сяц тя́нут с мои́м де́лом — işimi bir aydır sallıyorlar
не тяни́! — sözü / lafı uzatma!
с отве́том не тяни́ — cevabı geciktirme
13) разг. ( весить) çekmekтюк тя́нет со́рок кило́ — balya kırık kilo çekiyor
14) разг. ( вымогать деньги) sızdırmakон тя́нет де́ньги у отца́ — babasını sızdırıyor
15) разг. ( воровать) aşırmak, çalmak16) ( медленно пить) ağır ağır / yudum yudum içmek17) ( лететь) uçmak; geçmekнад ле́сом тяну́ли журавли́ / тяну́л кося́к журавле́й — orman üzerinden bir turna katarı geçiyordu
••своя́ но́ша не тя́нет — погов. öküze boynuzu yük olmaz
тяну́ть кого-л. к отве́ту — hesaba çekmek
-
70 шаркать
несов.; сов. - ша́ркнуть, однокр.1) şıpıtık şıpıtık sürüklemek / sürümekон ша́ркал дома́шними ту́флями по ко́мнате — odada terliklerini şıpıtık şıpıtık sürükleyerek yürüyordu
2) уст. (при поклоне, приветствии и т. п.) topuklarını hafifçe birbirine vurmak -
71 буксировать
yedeğe almak, arkasından çekmek, sürüklemek, yedekte çekmekТурецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > буксировать
-
72 столкнуть
itmek, sürüklemekТурецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > столкнуть
-
73 sürüklememek
v. (neg. form of sürüklemek) drag along, drag, sweep, sweep before one, blow away, drift, eat at, eat away, hale, incline, make leeway, lug, pluck, schlep, schlepp, trail, train, tug, waft, wash away, wash off -
74 drift
n. sürüklenme, göç, akıntıya kapılma, sapma, eğilim, gidişat, erek, amaç, düşünme, anlama, akıntı, etki, belirsizlik————————v. sürüklenmek, kendini koyvermek, hayatın akışına bırakmak, gayesiz yaşamak, yığılmak, toplanmak, sürüklemek, yığmak* * *1. birikinti (n.) 2. sürüklen (v.) 3. sürükleniş (n.)* * *[drift] 1. noun1) (a heap of something driven together, especially snow: His car stuck in a snowdrift.) yığın, birikinti2) (the direction in which something is going; the general meaning: I couldn't hear you clearly, but I did catch the drift of what you said.) anlam, maksat2. verb1) (to (cause to) float or be blown along: Sand drifted across the road; The boat drifted down the river.) yığılmak, birikmek, sürüklenmek2) ((of people) to wander or live aimlessly: She drifted from job to job.) sürüklenmek, gayesiz dolaşmak•- drifter- driftwood -
75 incline
n. eğimli yüzey, eğim, yokuş, meyil————————v. eğilmek, yatmak, eğim yapmak, baş eğerek selâmlamak, eğilimi olmak, meyletmek, çalmak, yatkın olmak, eğmek, yatırmak, sürüklemek, yönlendirmek, neden olmak* * *1. eğ 2. eğ (v.) 3. eğri yüzey (n.)* * *1. verb(to bow (one's head etc).) eğmek2. noun(a slope.) yokuş, bayır- be inclined to -
76 pluck
n. yolma, sakatat, çekme, cesaret, yüreklilik————————v. koparmak, toplamak, yolmak, ayıklamak (yün), çekmek, sürüklemek, soymak, yağmalamak, talan etmek, sınıfta bırakmak* * *1. kopar (v.) 2. cesaret (n.)* * *1. verb1) (to pull: She plucked a grey hair from her head; He plucked at my sleeve.) çekmek2) (to pull the feathers off (a chicken etc) before cooking it.) (tüylerini) yolmak3) (to pick (flowers etc).) koparmak4) (to pull hairs out of (eyebrows) in order to improve their shape.) almak5) (to pull and let go (the strings of a musical instrument).) tellerini çekerek çalmak2. noun(courage He showed a lot of pluck.) cesaret- plucky- pluckily
- pluckiness
- pluck up the courage, energy
- pluck up courage, energy -
77 train
n. kuyruk (elbise, kus, yildiz), tren, dizi, katar, sıra, maiyet, kafile, kervan————————v. eğitmek, yetiştirmek, alıştırmak, terbiye etmek, antrenman yapmak, sürüklemek, nişan almak, doğrultmak (silah), alıştırma yapmak* * *1. eğit (v.) 2. tren (n.)* * *I [trein] noun1) (a railway engine with its carriages and/or trucks: I caught the train to London.) tren2) (a part of a long dress or robe that trails behind the wearer: The bride wore a dress with a train.) (elbise) kuyruk3) (a connected series: Then began a train of events which ended in disaster.) zincir, dizi4) (a line of animals carrying people or baggage: a mule train; a baggage train.) kafile, kervanII [trein] verb1) (to prepare, be prepared, or prepare oneself, through instruction, practice, exercise etc, for a sport, job, profession etc: I was trained as a teacher; The race-horse was trained by my uncle.) eğit(il)mek; antreman yap(tır)mak2) (to point or aim (a gun, telescope etc) in a particular direction: He trained the gun on/at the soldiers.) nişan almak3) (to make (a tree, plant etc) grow in a particular direction.) çevirmek•- trained- trainee
- trainer
- training -
78 tug
n. çekiş, asılma, römorkör, çekme halatı, uğraş, gayret, mücâdele————————v. çekmek, asılmak, sürüklemek, uğraşmak, çabalamak* * *1. çekiştir (v.) 2. sürükleme (n.)* * *1. past tense, past participle - tugged; verb(to pull (something) sharply and strongly: He tugged (at) the door but it wouldn't open.) kuvvetle çekmek/asılmak2. noun1) (a strong, sharp pull: He gave the rope a tug.) kuvvetle çekme/asılma2) (a tug-boat.) römorkör•- tug-boat- tug-of-war -
79 wash
adj. yıkanabilir————————n. yıkama, yıkanma, losyon, bulaşık suyu, sulu yemek (kötü), mutfak artığı, antiseptik sıvı, çalkantı sesi, dalga sesi, dümen suyu, erezyon, uçak izi, kıyıya vuran süprüntü, ince boya tabakası————————v. erezyona uğratmak, yıkamak, yıkayıp temizlemek, aşındırmak, suyla temizlemek, taşımak (sular), badanalamak, boyamak, yıkanmak, elini yüzünü yıkamak, inandırmak, yıkanır olmak* * *1. yıka (v.) 2. yıkama (n.)* * *[woʃ] 1. verb1) (to clean (a thing or person, especially oneself) with (soap and) water or other liquid: How often do you wash your hair?; You wash (the dishes) and I'll dry; We can wash in the stream.) yıkamak2) (to be able to be washed without being damaged: This fabric doesn't wash very well.) yıkanmak3) (to flow (against, over etc): The waves washed (against) the ship.) yalamak, çarpmak4) (to sweep (away etc) by means of water: The floods have washed away hundreds of houses.) alıp götürmek, sürüklemek2. noun1) (an act of washing: He's just gone to have a wash.) yıka(n)ma2) (things to be washed or being washed: Your sweater is in the wash.) çamaşır3) (the flowing or lapping (of waves etc): the wash of waves against the rocks.) çarpma4) (a liquid with which something is washed: a mouthwash.)... suyu, şampuan, losyon5) (a thin coat (of water-colour paint etc), especially in a painting: The background of the picture was a pale blue wash.) ince tabaka6) (the waves caused by a moving boat etc: The rowing-boat was tossing about in the wash from the ship's propellers.) dalga•- washable- washer
- washing
- washed-out
- washerwoman, washerman
- washcloth
- wash-basin
- washing-machine
- washing-powder
- washing-up
- washout
- washroom
- wash up -
80 wash up
bulaşık yıkama* * *1. yıkayıp temizle (v.) 2. yıkanan (n.)* * *1) (to wash dishes etc after a meal: I'll help you wash up; We've washed the plates up.) bulaşık yıkamak2) ((American) to wash one's hands and face.) elini yüzünü yıkamak3) (to bring up on to the shore: The ship was washed up on the rocks; A lot of rubbish has been washed up on the beach.) kıyıya sürüklemek/vurmak
См. также в других словарях:
sürüklemek — i 1) Bir şeyi yerden kaldırmadan iterek veya çekerek götürmek Prenses koluma girdi, sürüklercesine büfeye götürdü. A. Gündüz 2) Akarsu alıp götürmek Sakarya nehri kırılmış söğüt dallarını, saman çöplerini sürüklüyordu. A. İlhan 3) mec. İstekli… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kötü yola sürüklemek — yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayış içine sokmak Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
peşinden sürüklemek — birinin veya birçoklarının arkasından gelmesini sağlamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
arkasından sürüklemek — arkasından gelmesini sağlamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sürkemek — sürüklemek, imhal etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
sürümek — i 1) Bir şeyi yerden kaldırmaksızın çekerek, iterek götürmek, sürüklemek 2) Hafif bir şeyi sürüklemek Eteğini sürümek. Duvağını sürümek. 3) Herhangi bir sebepten dolayı güçlükle yürümek 4) Bir şeyi peşine takmak, alıp götürmek Diyar diyar beni… … Çağatay Osmanlı Sözlük
afyonlamak — i 1) Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak 2) mec. Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
aldatmak — i 1) Beklenmedik bir davranışla yanıltmak Genç kızı aldatmak için dil dökmeye başlamıştır. P. Safa 2) Karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlamak Üç defadır bu yezit beni aldatıyor. B. Felek 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
arka — is. 1) Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı Evin arkasında bahçe var. 2) Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3) Geri kalan bölüm, kısım Masalın arkası. Yazının arkası. 4) Art, peş 5) Otururken… … Çağatay Osmanlı Sözlük
azdırmak — i 1) Azmasına sebep olmak Merhem yarayı azdırdı. 2) Azgın duruma getirmek Taş atarak köpeği azdırdı. 3) Şımartmak Yüz verip çocukları azdırdı. 4) Kötü davranış veya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak Arkadaşları çocuğu azdırdılar … Çağatay Osmanlı Sözlük
itmek — i, er 1) Bir şeyi güç uygulayarak ileri götürmek Erzak yüklü arabayı arkadan iten iki uşak, sırtı tırmandılar. H. E. Adıvar 2) Kapı, pencere vb.ni güç uygulayarak açmak veya kapamak Yavaşça kapıyı itti, elinde yoğurt bakracıyla girdi. H. E.… … Çağatay Osmanlı Sözlük