-
81 meander
n. labirent, dolambaçlı yol, kıvrım, menderes————————v. kıvrılmak, kıvırmak, boş boş dolaşmak, dolambaçlı yoldan gitmek* * *dolambaçlı yoldan git* * *[mi'ændə]1) ((of a river) to flow slowly along with many bends and curves: The stream meandered through the meadows.) kıvrıla kıvrıla ilerlemek2) ((of people etc) to wander about in various directions: His writing meanders all over the page.) orada burada dolaşmak -
82 roll up
harekete geçmek, yanaşmak, araba ile gelmek, gelmek, çıkagelmek, yuvarlanmak, toplanmak, yığılmak, birikmek, sarmak, dürmek, sıvamak, biriktirmek, yığmak* * *çek* * *1) (to form into a roll: to roll up the carpet; He rolled up his sleeves.) kıvırmak, sıvamak2) (to arrive: John rolled up ten minutes late.) arz-ı endam etmek, çıkagelmek3) ((especially shouted to a crowd at a fair etc) to come near: Roll up! Roll up! Come and see the bearded lady!) Geel gel!; Buyurun buyurun! -
83 sniff
n. burnunu çekme, burnuna çekme, koklama, çekilen miktar, burun kıvırma————————v. koklamak, burnuna çekmek, burnunu çekmek, burun kıvırmak, kokusunu almak, sezmek* * *1. havayı kokla (v.) 2. havayı koklama (n.)* * *[snif] 1. verb1) (to draw in air through the nose with a slight noise.) burnunu çekmek2) (to do this in an attempt to smell something: The dog sniffed me all over; He sniffed suddenly, wondering if he could smell smoke.) burnunu çekerek koklamak2. noun(an act of sniffing.) burnunu çekerek koklama -
84 squirm
n. kıvranma, kıvrılma————————v. kıvrılmak, kıvranmak, kıvırmak* * *kıvran* * *[skwə:m]1) (to twist the body or wriggle: He lay squirming on the ground with pain.) kıvranmak2) (to be very embarrassed or ashamed: I squirmed when I thought of how rude I'd been.) utanmak -
85 tuck
n. geminin kıç kuruzu, pli, yiyecek [brit.], börek [brit.], çörek [brit.], kambur çıkarma [spor.]————————v. tıkmak, tıkıştırmak, tepmek, sokmak, kıvırmak, katlamak, sıkıştırmak, kıstırmak, kıvrılmak* * *1. katla (v.) 2. abur cubur (n.)* * *1. noun1) (a fold sewn into a piece of material: Her dress had tucks in the sleeves.) kat, kıvrım2) (sweets, cakes etc: Schoolboys used to spend their money on tuck; ( also adjective) a tuck shop.) pasta, kurabiye2. verb(to push, stuff etc: He tucked his shirt into his trousers.) tıkıştırmak- tuck in -
86 tuck in
tıkmak, sokmak, sokuvermek, içeri sokmak, sokuşturmak, kıvırmak, tıkınmak, tıka basa yemek, sarmak* * *tıkıştır* * *1) (to gather bedclothes etc closely round: I said goodnight and tucked him in.) üstünü örtmek2) (to eat greedily or with enjoyment: They sat down to breakfast and started to tuck in straight away.) iştahla yemek -
87 turn back
geri çevirmek, reddetmek, geri almak, kıvırmak, katlamak, geri dönmek, gerilemek, dönmek* * *geri döndür* * *(to (cause to) go back in the opposite direction: He got tired and turned back; The travellers were turned back at the frontier.) geri dönmek -
88 turn in
içine kıvırmak, geri vermek, iade etmek, teslim etmek, ihbar etmek, yatmak* * *(to hand over (a person or thing) to people in authority: They turned the escaped prisoner in to the police.) teslim etmek -
89 turn up one's nose at
(to treat with contempt: He turned up his nose at the school dinner.) burun kıvırmak, beğenmemek -
90 twirl
n. fırıl fırıl dönüş, çevirme, kıvrım————————v. fırıl fırıl döndürmek, döndürmek, burmak, çevirmek, fırıl fırıl dönmek* * *1. dön (v.) 2. dönme (n.)* * *[twə:l] 1. verb(to (cause to) turn round (and round); to spin: She twirled her hair round her finger.) kıvrılmak, kıvırmak, bük(ül)mek2. noun(an act of twirling.) kıvrılma, kıvırma, bük(ül)me -
91 wind
n. dönemeç, kurma (saat)————————v. çevirmek, sarmak, dolamak, kıvırmak, döndürmek, kıvrıla kıvrıla gitmek, dolambaçlı olmak, açmak (yol), sarılmak, dolanmak, kıvrılmak, bükülmek* * *1. nefessiz kal (v.) 2. rüzgar (n.)* * *I 1. [wind] noun1) ((an) outdoor current of air: The wind is strong today; There wasn't much wind yesterday; Cold winds blow across the desert.) rüzgâr2) (breath: Climbing these stairs takes all the wind out of me.) nefes, soluk3) (air or gas in the stomach or intestines: His stomach pains were due to wind.) gaz2. verb(to cause to be out of breath: The heavy blow winded him.) nefesini kesmek3. adjective((of a musical instrument) operated or played using air pressure, especially a person's breath.) nefesli, üflemeli- windy- windiness
- windfall
- windmill
- windpipe
- windsurf, windsurfer, windsurfing
- windscreen
- windsock
- windsurf
- windsurfer
- windsurfing
- windswept
- get the wind up
- get wind of
- get one's second wind
- in the wind
- like the wind II past tense, past participle - wound; verb1) (to wrap round in coils: He wound the rope around his waist and began to climb.) sarmak, dolamak2) (to make into a ball or coil: to wind wool.) sarmak3) ((of a road etc) to twist and turn: The road winds up the mountain.) dolanmak, kıvrıla kıvrıla gitmek4) (to tighten the spring of (a clock, watch etc) by turning a knob, handle etc: I forgot to wind my watch.) kurmak•- winder- winding
- wind up
- be/get wound up -
92 wind up
sarmak, sarıp sarmalamak, yumak yapmak, kurmak (saat), kıvırmak, bükmek, döndürmek, çevirmek, araba camını açmak, heyecanlandırmak, son vermek, tahrik etmek, bitirmek, tasfiye etmek, kapamak (hesap), sona ermek, boylamak, kurmak* * *sonuçlandır* * *1) (to turn, twist or coil; to make into a ball or coil: My ball of wool has unravelled - could you wind it up again?) yumak/rulo haline getirmek2) (to wind a clock, watch etc: She wound up the clock.) kurmak3) (to end: I think it's time to wind the meeting up.) bitirmek, sona erdirmek -
93 crimp
n. kıvrım, dalga, lüle lüle saç, engel, mani————————v. kıvırmak; katlamak; engellemek; durdurmak; yarmak (et); askere almak, zorla askere almak,* * *1. kıvırcıklaştır 2. kıvır (v.) 3. kıvrım (n.) -
94 enfold
v. katlamak, sarmak, paketlemek, kucaklamak, kıvırmak* * *katla -
95 fold down
v. katlamak, bükmek, kıvırmak* * *kıvır -
96 frizzle
v. cızırdayarak kızarmak, cızırdatarak kızartmak, kıvrılmak, kıvırmak* * *kıvır -
97 gauffer
n. kırma demiri————————v. kıvırmak, kırma yapmak* * *kırma demiri -
98 goffer
n. kırma demiri————————v. kıvırmak, kırma yapmak* * *kırma -
99 inflect
v. eğmek, bükmek, kıvırmak, değiştirmek (ses), çekmek [dilb.]* * *1. biçimini değiştir 2. çek -
100 pooh pooh
küçümsemek, aşağılamak, burun kıvırmak* * *küçümse
См. также в других словарях:
kıvırmak — i 1) Herhangi bir şeyi bükmek Fino, beni görünce kuyruğunu kıvırıp düşmanca havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi. H. R. Gürpınar 2) Kenarından katlamak 3) Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek 4) Kalçalarını iki yana… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yalan atmak (veya kıvırmak) — yalan söylemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
burun kıvırmak — önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kulak kıvırmak — domatesin olgunlaşmasını sağlamak için işlem yapmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bigudi — is., Fr. bigoudi Kadınların saçlarını kıvırmak için kullandıkları, metal, sünger veya plastikten, boru biçiminde küçük araç … Çağatay Osmanlı Sözlük
burun — is., rnu, anat. 1) Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı 2) Bazı şeylerin ön ve sivri bölümü Kadıköy vapurunun güvertesinde, paltoma bürünmüş, gidip ta burna oturmuştum. H. Taner 3) mec. Kibir,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bükmek — i, er 1) Sertçe çevirmek, kıvırmak Bu kez onu sürmeden olduğu yerde büküp altına aldı. S. Birsel 2) nsz Birkaç tel ipliği burarak sarmak İpek bükmek. 3) Eğmek Olur der gibi başını büktü. Çelik halatı büktü. 4) Katlamak Büktüğüm yeri kaybetmişim,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dürümlemek — i Dürüm biçiminde sarmak, kıvırmak Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu kaşık, çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordu. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
kıvırma — is. Kıvırmak işi … Çağatay Osmanlı Sözlük
kulak — 1. is., ğı, anat. 1) Başın her iki yanında bulunan işitme organı Kulaklarımın uğultusu içinde, söylediği lakırtıların hiçbirini duymuyordum. H. C. Yalçın 2) anat. Bu organın, sesleri toplayıp içeriye almaya yarayan dış bölümü Elleriyle… … Çağatay Osmanlı Sözlük
maşa — is., Far. māşe 1) Ateş veya kızgın bir şey tutmaya, korları karıştırmaya yarayan iki kollu metal araç Kahveci ocaktan maşayı kapmış, o da fırlamıştı dışarı. Ç. Altan 2) Çok küçük şeyleri tutmaya yarayan küçük, kollu araç Saatçi maşası. 3) Saçları … Çağatay Osmanlı Sözlük