-
61 подшивать
1) iç tarafına dikmek; altına dikmekподшива́ть сапоги́ — çizmeye pençe vurmak ( о сапожнике)
2) (подол и т. п.) bastırmak; kıvırmak3) ( бумаги) dosyalamak -
62 сгибать
несов.; сов. - согну́тьeğmek; kıvırmak; bükmek тж. перен.согну́ть коле́но — dizi bükmek
согну́ть ру́ку в ло́кте — kolu dirsekten bükmek
его́ мо́жно уничто́жить, но согну́ть нельзя́ — imha edilebilir, fakat bükülmez
го́ре не согну́ло её — dertler onun belini bükmedi
-
63 выгибать
bükülmek, eğriltmek, kıvırmakТурецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > выгибать
-
64 изгибать
eğilmek, bükülmek, kıvırmakТурецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > изгибать
-
65 kıvırmamak
v. (neg. form of kıvırmak) bend, twist, curl, fold, turn down, turn back, handle, manage, do successfully, angle, contort, crimp, crisp, crook, curl up, drape, enfold, entwine, entwist, fold down, frill, frizz, frizzle, gauffer, goffer, gopher, inflect, meander, squirm -
66 kivirmaa
[T kivirmak, from OT *qyvyr]: to curlA Concise Gagauz Dictionary with etymologies and Turkish, Azerbaijani and Turkmen cognates > kivirmaa
-
67 bend
n. bükme; kıvırma, kıvrım, dönemeç; viraj; dirsek————————v. eğmek, kıvırmak, bükmek, esnetmek; işe geldiği gibi değiştirmek, oynama yapmak, yönelmek; eğilmek, bükülmek, boyun eğmek, çökmek (diz), kıvrılmak; katlamak, bağlamak (yelken)* * *1. büküm (n.) 2. bük (v.) 3. kıvrım (n.)* * *[bend] 1. past tense, past participle - bent; verb1) (to make, become, or be, angled or curved: Bend your arm; She bent down to pick up the coin; The road bends to the right; He could bend an iron bar.) bük(ül)mek, kıvrılmak, eğ(il)mek, viraj almak2) (to force (someone) to do what one wants: He bent me to his will.) zorlamak2. noun(a curve or angle: a bend in the road.) kıvrım, köşe, dirsek, viraj- bent on -
68 contort
v. eğmek, bükmek, çarpıtmak, kıvırmak, saptırmak* * *1. buruştur 2. bük* * *[kən'to:t](to twist or turn violently: His face was contorted with pain.) bükmek, buruşturmak- contortionist -
69 corkscrew
n. tirbuşon————————v. sarmal olarak kıvrılmak, sarmal olarak kıvırmak* * *tirbuşon* * *noun (a tool with a screw-like spike, used for drawing corks from bottles.) tirbuşon -
70 crisp
adj. gevrek; çıtır çıtır, kırışık, kıtır kıtır, kıvırcık; taze, gıcır gıcır, canlı; zindeleştiren————————v. gevrekleştirmek, dalgalandırmak, gevrekleşmek, kıvrılmak, kıvırmak* * *1. gevrek 2. kıvır (v.) 3. gevrek (adj.)* * *[krisp] 1. adjective1) (stiff and dry enough to break easily: crisp biscuits.) gevrek, kıtır kıtır2) ((of vegetables etc) firm and fresh: a crisp lettuce.) taze3) ((of manner, speech etc) firm and clear.) açık, seçik, kesin2. noun(short for potato crisp.)- crisply- crispness
- crispy -
71 curl
n. büklüm, bukle, lüle, saç lülesi; kıvırma, bükme————————v. kıvırmak, dalgalandırmak, bükmek, kıvrılmak, kıvırcık olmak* * *1. bukle (n.) 2. kıvır (v.) 3. kıvrım (n.)* * *[kə:l] 1. verb1) (to twist or turn (especially hair) into small coils or rolls: My hair curls easily.) kıvrılmak, kıvrım kıvrım olmak2) ((sometimes with up) to move in curves; to bend or roll: The paper curled (up) at the edges.) kıvrılmak, bükülmek2. noun1) (a coil of hair etc.) kıvrım, bukle2) (the quality of being curled: My hair has very little curl in it.) kıvrım, büklüm•- curler- curly
- curliness
- curl up -
72 curve
n. eğri, kıvrım, kavisli şey, kavis, dönemeç, viraj————————v. eğmek, bükmek, eğilmek, bükülmek, kavis çizmek* * *1. eğ (v.) 2. eğri (n.)* * *[kə:v] 1. noun1) (a line which is not straight at any point, like part of the edge of a circle.) eğri2) (anything shaped like this: a curve in the road.) dönemeç, viraj2. verb(to bend in a curve: The road curves east.) eğ(il)mek, kıvırmak,kıvrılmak- curved- curvy -
73 drape
n. kumaş, kalın perde————————v. kumaşla örtmek, kumaşla süslemek; katlamak, kıvırmak; asmak; dökümlü olmak, dökülmek, sarkmak* * *1. kapla (v.) 2. kumaş (n.)* * *[dreip]1) (to hang cloth in folds (about): We draped the sofa in red velvet.) koyup asmak2) (to hang in folds: We draped sheets over the boxes to hide them.) örtmek, kaplamak•- draper- drapery
- drapes -
74 entwine
v. kıvırmak, dolaştırmak, bükmek, sarmak, tırmanmak* * *etrafını sar* * *(to wind round.) dolamak, sarmak -
75 fill the bill
isteneni yapmak, işi kıvırmak* * *(to be suitable; to be exactly what is required: We are looking for a new car and this will fill the bill.) uygun olmak; tam adamı olmak -
76 flout
v. alay etmek, küçümsemek, takmamak, burun kıvırmak* * *(to refuse to respect or obey: He flouted the headmaster's authority.) hiçe saymak -
77 fold
n. katlama, kat, kıvrım, büklüm, pli, ağıl, sürü (koyun), cemaat, kilise, aile ocağı, yuva————————suff. kat, katı, misil, katlı————————v. katlamak, kavuşturmak, sarmak, bükülmek, kıvırmak, bükmek, çırpmak, çökmek, kapanmak, ağıla kapamak* * *1. katla (v.) 2. kat (n.)* * *I 1. [fould] verb1) (to double over (material, paper etc): She folded the paper in half.) katlamak2) (to lay one on top of another: She folded her hands in her lap.) kavuşturmak3) (to bring in (wings) close to the body: The bird folded its wings.) kapatmak2. noun1) (a doubling of one layer of material, paper etc over another: Her dress hung in folds.) kıvrım2) (a mark made especially on paper etc by doing this; a crease: There was a fold in the page.) kat•- folded- folder
- folding II [fould] noun(a place surrounded by a fence or wall, in which sheep are kept: a sheep fold.) ağıl -
78 frill
n. fırfır, farbala, volan, manşet, fırfırlı yaka, saçak gibi tüyler, süs, gösteriş————————v. fırfır yapmak, kıvırmak, kırıştırmak, kırışmak* * *kırmalı yaka* * *[fril]1) (a decorative edging to a piece of cloth, made of a strip of cloth gathered along one side and sewn on: She sewed a frill along the bottom of the skirt.) süs, fırfır, farbala2) ((often in plural) something unnecessary added as decoration: the frills of business (= having expensive dinners etc).) gereksiz şeyler• -
79 handle
n. sap, kulp, kol, kabza, vesile, tutacak, yol, olanak, imkân, çıkar yol————————v. ellemek, dokunmak, eline almak, idare etmek, kıvırmak, kullanmak, ele almak, işlemek, başa çıkmak, üstesinden gelmek, geçinmek, eğitmek, meşgul olmak, ele gelmek, yumuşacık olmak* * *1. ele al (v.) 2. tutaç (n.) 3. işle (v.) 4. işleyici (n.)* * *['hændl] 1. noun(the part of an object by which it may be held or grasped: I've broken the handle off this cup; You've got to turn the handle in order to open the door.) sap, kol2. verb1) (to touch or hold with the hand: Please wash your hands before handling food.) ellemek2) (to control, manage or deal with: He'll never make a good teacher - he doesn't know how to handle children.) idare etmek3) (to buy or sell; to deal in: I'm afraid we do not handle such goods in this shop.) alıp satmak4) (to treat in a particular way: Never handle animals roughly.) davranmak•- - handled- handler
- handlebars -
80 manage
v. idare etmek, halletmek, becermek, işletmek, kıvırmak, çekip çevirmek, çevirmek, icabına bakmak, yolunu bulmak, geçinmek, terbiye etmek* * *yönet* * *['mæni‹]1) (to be in control or charge of: My lawyer manages all my legal affairs / money.) idare etmek2) (to be manager of: James manages the local football team.) yönetmek3) (to deal with, or control: She's good at managing people.) idare etmek, hakim olmak4) (to be able to do something; to succeed or cope: Will you manage to repair your bicycle?; Can you manage (to eat) some more meat?)...-e bilmek, becermek•- manageability
- management
- manager
См. также в других словарях:
kıvırmak — i 1) Herhangi bir şeyi bükmek Fino, beni görünce kuyruğunu kıvırıp düşmanca havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi. H. R. Gürpınar 2) Kenarından katlamak 3) Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek 4) Kalçalarını iki yana… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yalan atmak (veya kıvırmak) — yalan söylemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
burun kıvırmak — önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kulak kıvırmak — domatesin olgunlaşmasını sağlamak için işlem yapmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bigudi — is., Fr. bigoudi Kadınların saçlarını kıvırmak için kullandıkları, metal, sünger veya plastikten, boru biçiminde küçük araç … Çağatay Osmanlı Sözlük
burun — is., rnu, anat. 1) Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı 2) Bazı şeylerin ön ve sivri bölümü Kadıköy vapurunun güvertesinde, paltoma bürünmüş, gidip ta burna oturmuştum. H. Taner 3) mec. Kibir,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bükmek — i, er 1) Sertçe çevirmek, kıvırmak Bu kez onu sürmeden olduğu yerde büküp altına aldı. S. Birsel 2) nsz Birkaç tel ipliği burarak sarmak İpek bükmek. 3) Eğmek Olur der gibi başını büktü. Çelik halatı büktü. 4) Katlamak Büktüğüm yeri kaybetmişim,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dürümlemek — i Dürüm biçiminde sarmak, kıvırmak Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu kaşık, çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordu. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
kıvırma — is. Kıvırmak işi … Çağatay Osmanlı Sözlük
kulak — 1. is., ğı, anat. 1) Başın her iki yanında bulunan işitme organı Kulaklarımın uğultusu içinde, söylediği lakırtıların hiçbirini duymuyordum. H. C. Yalçın 2) anat. Bu organın, sesleri toplayıp içeriye almaya yarayan dış bölümü Elleriyle… … Çağatay Osmanlı Sözlük
maşa — is., Far. māşe 1) Ateş veya kızgın bir şey tutmaya, korları karıştırmaya yarayan iki kollu metal araç Kahveci ocaktan maşayı kapmış, o da fırlamıştı dışarı. Ç. Altan 2) Çok küçük şeyleri tutmaya yarayan küçük, kollu araç Saatçi maşası. 3) Saçları … Çağatay Osmanlı Sözlük