-
41 вступать
girmek; girişmek* * *несов.; сов. - вступи́ть, врзgirmek; girişmekвступа́ть в го́род — şehre girmek
вступа́ть в профсою́з — sendikaya girmek / kaydolmak
вступа́ть в вое́нный сою́з — askeri ittifaka girmek
вступа́ть на путь незави́симого разви́тия — bağımsız gelişme yoluna girmek
вступа́ть в борьбу́ — mücadeleye girişmek
вступа́ть в поле́мику — polemiğe girişmek
••вступа́ть в жизнь — hayata atılmak
-
42 накидываться
несов.; сов. - наки́нуться(нападать на кого-л.) birinin üzerine atılmak; birine saldırmak -
43 рвануть
сов.1) ( сильно дёрнуть) hızlı çekmek2) разг. ( устремиться вперёд) ileri atılmak3) разг. ( о ветре) kopuvermek -
44 ринуться
сов.atılmak; hürya etmek ( о многих) -
45 соваться
несов.; сов. - су́нуться, разг.1) atılmak2) ( вмешиваться) karışmakсова́ться не в свои́ дела́ — üstüne vazife olmayan işlere karışmak
он во всё суётся — herşeye burnunu sokar, vara yoğa karışır
••не зна́я бро́ду, не су́йся в во́ду — погов. çayı görmeden paçaları sıvama
-
46 трудовой
çalışma(sıfat); çalışarak kazanılan; emekçi* * *1) iş °, çalışma °трудово́е воспита́ние — iş eğitimi
трудова́я дисципли́на — iş disiplini
трудово́е законода́тельство — iş / çalışma mevzuatı
трудовы́е побе́ды — çalışma alanında kaydedilen zaferler
нача́ть трудову́ю жизнь — çalışma hayatına atılmak / başlamak
жела́ю вам трудовы́х успе́хов — çalışmalarınızda başarılar dilerim
трудовы́е де́ньги — çalışarak kazanılan para
его́ трудово́й дохо́д — (şahsen) çalışarak elde ettiği gelir
3) emekçiтрудово́й наро́д — emekçi halk
-
47 burst
n. patlama, infilak, hamle, ileri atılma, atış, açılma, göz önüne serilme————————v. patlak vermek, patlamak; atılmak, fırlamak; çatlamak, yarılmak; boşanmak (gözyaşı), fışkırmak; infilak etmek, ortaya çıkmak, aniden açmak, had safhaya gelmek* * *1. patlak (n.) 2. patla (v.) 3. patlama (n.)* * *past tense, past participle; see burst -
48 dart
n. dart oku, dart oyunu; cirit; mızrak; iğneleme; hamle; pens (elbisede)————————v. fırlatmak, atmak, atılmak, fırlamak, çıkıvermek, çıkarıvermek, vın diye geçip gitmek* * *1. sıçra (v.) 2. kargı (n.)* * *1. noun1) (a pointed arrow-like weapon for throwing or shooting: a poisoned dart.) kargı2) (a sudden and quick movement.) fırlama2. verb(to move suddenly and quickly: The mouse darted into a hole.) hızla koşmak, fırlamak- darts -
49 embark
v. bindirmek, uçağa yüklemek, yolcu almak, uçağa binmek, uçağa bindirmek, yüklemek, yatırmak, yüklenmek, girişmek, kalkışmak, atılmak* * *gemiye bin* * *(to go, or put, on board ship: Passengers should embark early.) binmek- embark on -
50 establish
v. kurmak, yapmak, yerleştirmek, kanıtlamak, belirlemek, saptamak, pekiştirmek* * *kur* * *[i'stæbliʃ]1) (to settle firmly in a position (eg a job, business etc): He established himself (in business) as a jeweller.) girmek, atılmak2) (to found; to set up (eg a university, a business): How long has the firm been established?) kurmak3) (to show to be true; to prove: The police established that he was guilty.) saptamak, belirlemek•- establishment
- the Establishment -
51 fling
n. fırlatma, atma, atış, binicisini atma, deneme, atılma, doya doya eğlenme, kurtlarını dökme, İskoç dansı————————v. atmak, fırlatmak, savurmak, atılmak, girişmek, fırlamak, ani hareket etmek* * *1. fırlat (v.) 2. atma (n.)* * *[fliŋ] 1. past tense, past participle - flung; verb1) (to throw with great force: He flung a brick through the window.) atmak, fırlatmak2) (to rush: He flung out of the house.) fırlamak2. noun(a lively Scottish dance: They danced a Highland fling.) hora -
52 flounce
n. fırfır, farbala, volan————————v. farbala ile süslemek, öfke ile fırlamak, fırlayıp yürümek, azametle yürümek, sabırsızca davranmak* * *hışımla hareket et* * *I verb((usually with out, away etc) to move (away) in anger, impatience etc: She flounced out of the room.) fırlamak, atılmakII noun(a decorative strip of material usually frilled: There are flounces at the bottom of her evening skirt.) fırfır, farbala, kırma- flounced -
53 fly
n. sinek, olta sineği; uçma, uçuş; açıkgöz, uyanık; pantolonun ön yırtmacı; ayar dişlisi (saat); kiralık araba; çadır perdesi————————v. uçmak, uçuşmak, dalgalanmak, havalanmak, savrulmak, saçılmak, atılmak, kaçmak, firar etmek, uçurmak, uçakla gitmek, atlayarak aşmak, üzerinden atlamak* * *1. uç (v.) 2. sinek (n.)* * *I plural - fliesnou)1) (a type of small winged insect.) sinek2) (a fish hook made to look like a fly so that a fish will take it in its mouth: Which fly should I use to catch a trout?) çapari3) ((often in plural) a piece of material with buttons or a zip, especially at the front of trousers.) pantolon fermuarı•II past tense - flew; verb1) (to (make something) go through the air on wings etc or in an aeroplane: The pilot flew (the plane) across the sea.) uç(ur)mak2) (to run away (from): He flew (the country).) kaçmak3) ((of time) to pass quickly: The days flew past.) uçar gibi geçmek•- flying saucer
- flying visit
- frequent flyer/flier
- flyleaf
- flyover
- fly in the face of
- fly into
- fly off the handle
- get off to a flying start
- let fly
- send someone/something flying
- send flying -
54 launch out
başlamak, çıkmak, girişmek, koyulmak, geliştirmek, etraflıca anlatmak, har vurup harman savurmak* * *(to throw oneself freely into some new activity (often involving spending money).) bir işe girişmek, atılmak -
55 plunge
n. dalış, dalma, atılma, riskli girişim, ileri fırlama (at), dalma havuzu————————v. daldırmak, batırmak, saplamak, dalmak, atılmak, batmak, düşmek, darmadağın edilmek, altüst edilmek, büyük oynamak (kumar)* * *1. suya daldır (v.) 2. suya dalma (n.)* * *1. verb1) (to throw oneself down (into deep water etc); to dive: He plunged into the river.) dalmak2) (to push (something) violently or suddenly into: He plunged a knife into the meat.) batırmak2. noun(an act of plunging; a dive: He took a plunge into the pool.) dalma- plunger- take the plunge -
56 pounce
n. pençe (kuş), pençe, saldırı, atılma, hamle, mürekkep kurutma tozu————————v. üstüne atılmak, saldırmak, dalıvermek, toz serperek kurutmak* * *1. üzerine atılıp avla (v.) 2. saldırma (n.)* * *1. verb(to jump suddenly, in order to seize or attack: The cat waited beside the bird-cage, ready to pounce.) üzerine atlamak, saldırmak2. noun(an act of pouncing; a sudden attack: The cat made a pounce at the bird.) atılma, saldırma -
57 pounce on
(to leap upon (eg one's prey) in order to attack or grab it: The tiger pounced on its victim.) üstüne atılmak -
58 risk
n. risk, riziko, tehlike————————v. riske atmak, tehlikeye atmak, göze almak* * *1. risk 2. tehlikeye sok (v.) 3. risk (n.)* * *[risk] 1. noun((a person, thing etc which causes or could cause) danger or possible loss or injury: He thinks we shouldn't go ahead with the plan because of the risks involved / because of the risk of failure.) risk, tehlike, riziko2. verb1) (to expose to danger; to lay open to the possibility of loss: He would risk his life for his friend; He risked all his money on betting on that horse.) tehlikeye atmak, riske sokmak2) (to take the chance of (something bad happening): He was willing to risk death to save his friend; I'd better leave early as I don't want to risk being late for the play.) tehlikeye atılmak•- risky- at a person's own risk
- at own risk
- at risk
- at the risk of
- run/take the risk of
- run/take the risk
- take risks / take a risk -
59 round on
çıkışmak, saldırmak, üzerine atılmak* * *(to turn to face (a person) suddenly, especially angrily.) birden...-e dönmek -
60 stand out
fırlamak, atılmak, çıkıntı yapmak, direnmek, karşı koymak, göze çarpmak* * *göze çarp* * *1) (to be noticeable: She stood out as one of the prettiest girls in the school.) göze çarpmak, sivrilmek2) (to go on resisting or to refuse to yield: The garrison stood out (against the besieging army) as long as possible.) direnmek
См. также в других словарях:
atılmak — atılmak; (çiçek) açılmak; herhangi bir şey büsbütün aynlmayarak açılmak. I, 21, 193 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
atılmak — den 1) Atma işine konu olmak Tembel olanlar her yerden atılır. 2) e Saldırmak, hücum etmek Düşmanın üzerine atıldı. 3) nsz Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak Küçük köpek ince sevinç çığlıkları çıkarıyor, zıplıyor,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
köşeye atılmak — (bir) önem verilmemek, gözden uzakta tutulmak, ilgilenilmemek Böyle bir köşeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için. T. Oflazoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
silah atılmak — silahla vurmaya davranmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ileri atılmak (veya çıkmak) — öne doğru çıkmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
maceraya atılmak — tehlikeli, yorucu, sıkıcı ve ne olacağı bilinmeyen bir işe kalkışmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
talihin kucağına atılmak — kendi kaderine boyun eğmek Bir gelinden ziyade, zalim bir nezri yerine getirmek için talihin kucağına atılmış bir kurbana benziyordu. A. H. Tanpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük
tehlikeye atılmak — zarar ve sıkıntılara yol açacak bir davranışta bulunmak Şimdilik sizin tehlikeye atılmanıza hacet yoktur. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
hayata atılmak — geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak Altı yıllık ortaöğretim bitirmek, hayata atılmanın ilk koşulu sayılır orada. A. Erhat … Çağatay Osmanlı Sözlük
pabucu dama atılmak — kendinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
meydana atılmak — ortaya çıkmak … Çağatay Osmanlı Sözlük