Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

atılmak

  • 41 вступать

    girmek; girişmek
    * * *
    несов.; сов. - вступи́ть, врз
    girmek; girişmek

    вступа́ть в го́род — şehre girmek

    вступа́ть в профсою́з — sendikaya girmek / kaydolmak

    вступа́ть в вое́нный сою́з — askeri ittifaka girmek

    вступа́ть на путь незави́симого разви́тия — bağımsız gelişme yoluna girmek

    вступа́ть в борьбу́ — mücadeleye girişmek

    вступа́ть в поле́мику — polemiğe girişmek

    ••

    вступа́ть в жизнь — hayata atılmak

    Русско-турецкий словарь > вступать

  • 42 накидываться

    несов.; сов. - наки́нуться
    (нападать на кого-л.) birinin üzerine atılmak; birine saldırmak

    Русско-турецкий словарь > накидываться

  • 43 рвануть

    сов.
    1) ( сильно дёрнуть) hızlı çekmek
    2) разг. ( устремиться вперёд) ileri atılmak
    3) разг. ( о ветре) kopuvermek

    Русско-турецкий словарь > рвануть

  • 44 ринуться

    сов.
    atılmak; hürya etmek ( о многих)

    Русско-турецкий словарь > ринуться

  • 45 соваться

    несов.; сов. - су́нуться, разг.
    2) ( вмешиваться) karışmak

    сова́ться не в свои́ дела́ — üstüne vazife olmayan işlere karışmak

    он во всё суётся — herşeye burnunu sokar, vara yoğa karışır

    ••

    не зна́я бро́ду, не су́йся в во́ду — погов. çayı görmeden paçaları sıvama

    Русско-турецкий словарь > соваться

  • 46 трудовой

    çalışma(sıfat); çalışarak kazanılan; emekçi
    * * *
    1) °, çalışma °

    трудово́е воспита́ние — iş eğitimi

    трудова́я дисципли́на — iş disiplini

    трудово́е законода́тельство — iş / çalışma mevzuatı

    трудовы́е побе́ды — çalışma alanında kaydedilen zaferler

    нача́ть трудову́ю жизнь — çalışma hayatına atılmak / başlamak

    жела́ю вам трудовы́х успе́хов — çalışmalarınızda başarılar dilerim

    трудовы́е де́ньги — çalışarak kazanılan para

    его́ трудово́й дохо́д — (şahsen) çalışarak elde ettiği gelir

    трудово́й наро́д — emekçi halk

    Русско-турецкий словарь > трудовой

  • 47 burst

    n. patlama, infilak, hamle, ileri atılma, atış, açılma, göz önüne serilme
    ————————
    v. patlak vermek, patlamak; atılmak, fırlamak; çatlamak, yarılmak; boşanmak (gözyaşı), fışkırmak; infilak etmek, ortaya çıkmak, aniden açmak, had safhaya gelmek
    * * *
    1. patlak (n.) 2. patla (v.) 3. patlama (n.)
    * * *
    past tense, past participle; see burst

    English-Turkish dictionary > burst

  • 48 dart

    n. dart oku, dart oyunu; cirit; mızrak; iğneleme; hamle; pens (elbisede)
    ————————
    v. fırlatmak, atmak, atılmak, fırlamak, çıkıvermek, çıkarıvermek, vın diye geçip gitmek
    * * *
    1. sıçra (v.) 2. kargı (n.)
    * * *
    1. noun
    1) (a pointed arrow-like weapon for throwing or shooting: a poisoned dart.) kargı
    2) (a sudden and quick movement.) fırlama
    2. verb
    (to move suddenly and quickly: The mouse darted into a hole.) hızla koşmak, fırlamak

    English-Turkish dictionary > dart

  • 49 embark

    v. bindirmek, uçağa yüklemek, yolcu almak, uçağa binmek, uçağa bindirmek, yüklemek, yatırmak, yüklenmek, girişmek, kalkışmak, atılmak
    * * *
    gemiye bin
    * * *
    (to go, or put, on board ship: Passengers should embark early.) binmek
    - embark on

    English-Turkish dictionary > embark

  • 50 establish

    v. kurmak, yapmak, yerleştirmek, kanıtlamak, belirlemek, saptamak, pekiştirmek
    * * *
    kur
    * * *
    [i'stæbliʃ]
    1) (to settle firmly in a position (eg a job, business etc): He established himself (in business) as a jeweller.) girmek, atılmak
    2) (to found; to set up (eg a university, a business): How long has the firm been established?) kurmak
    3) (to show to be true; to prove: The police established that he was guilty.) saptamak, belirlemek
    - establishment
    - the Establishment

    English-Turkish dictionary > establish

  • 51 fling

    n. fırlatma, atma, atış, binicisini atma, deneme, atılma, doya doya eğlenme, kurtlarını dökme, İskoç dansı
    ————————
    v. atmak, fırlatmak, savurmak, atılmak, girişmek, fırlamak, ani hareket etmek
    * * *
    1. fırlat (v.) 2. atma (n.)
    * * *
    [fliŋ] 1. past tense, past participle - flung; verb
    1) (to throw with great force: He flung a brick through the window.) atmak, fırlatmak
    2) (to rush: He flung out of the house.) fırlamak
    2. noun
    (a lively Scottish dance: They danced a Highland fling.) hora

    English-Turkish dictionary > fling

  • 52 flounce

    n. fırfır, farbala, volan
    ————————
    v. farbala ile süslemek, öfke ile fırlamak, fırlayıp yürümek, azametle yürümek, sabırsızca davranmak
    * * *
    hışımla hareket et
    * * *
    I verb
    ((usually with out, away etc) to move (away) in anger, impatience etc: She flounced out of the room.) fırlamak, atılmak
    II noun
    (a decorative strip of material usually frilled: There are flounces at the bottom of her evening skirt.) fırfır, farbala, kırma

    English-Turkish dictionary > flounce

  • 53 fly

    n. sinek, olta sineği; uçma, uçuş; açıkgöz, uyanık; pantolonun ön yırtmacı; ayar dişlisi (saat); kiralık araba; çadır perdesi
    ————————
    v. uçmak, uçuşmak, dalgalanmak, havalanmak, savrulmak, saçılmak, atılmak, kaçmak, firar etmek, uçurmak, uçakla gitmek, atlayarak aşmak, üzerinden atlamak
    * * *
    1.(v.) 2. sinek (n.)
    * * *
    I plural - flies
    nou)
    1) (a type of small winged insect.) sinek
    2) (a fish hook made to look like a fly so that a fish will take it in its mouth: Which fly should I use to catch a trout?) çapari
    3) ((often in plural) a piece of material with buttons or a zip, especially at the front of trousers.) pantolon fermuarı
    II past tense - flew; verb
    1) (to (make something) go through the air on wings etc or in an aeroplane: The pilot flew (the plane) across the sea.) uç(ur)mak
    2) (to run away (from): He flew (the country).) kaçmak
    3) ((of time) to pass quickly: The days flew past.) uçar gibi geçmek
    - flying saucer
    - flying visit
    - frequent flyer/flier
    - flyleaf
    - flyover
    - fly in the face of
    - fly into
    - fly off the handle
    - get off to a flying start
    - let fly
    - send someone/something flying
    - send flying

    English-Turkish dictionary > fly

  • 54 launch out

    başlamak, çıkmak, girişmek, koyulmak, geliştirmek, etraflıca anlatmak, har vurup harman savurmak
    * * *
    (to throw oneself freely into some new activity (often involving spending money).) bir işe girişmek, atılmak

    English-Turkish dictionary > launch out

  • 55 plunge

    n. dalış, dalma, atılma, riskli girişim, ileri fırlama (at), dalma havuzu
    ————————
    v. daldırmak, batırmak, saplamak, dalmak, atılmak, batmak, düşmek, darmadağın edilmek, altüst edilmek, büyük oynamak (kumar)
    * * *
    1. suya daldır (v.) 2. suya dalma (n.)
    * * *
    1. verb
    1) (to throw oneself down (into deep water etc); to dive: He plunged into the river.) dalmak
    2) (to push (something) violently or suddenly into: He plunged a knife into the meat.) batırmak
    2. noun
    (an act of plunging; a dive: He took a plunge into the pool.) dalma
    - take the plunge

    English-Turkish dictionary > plunge

  • 56 pounce

    n. pençe (kuş), pençe, saldırı, atılma, hamle, mürekkep kurutma tozu
    ————————
    v. üstüne atılmak, saldırmak, dalıvermek, toz serperek kurutmak
    * * *
    1. üzerine atılıp avla (v.) 2. saldırma (n.)
    * * *
    1. verb
    (to jump suddenly, in order to seize or attack: The cat waited beside the bird-cage, ready to pounce.) üzerine atlamak, saldırmak
    2. noun
    (an act of pouncing; a sudden attack: The cat made a pounce at the bird.) atılma, saldırma

    English-Turkish dictionary > pounce

  • 57 pounce on

    (to leap upon (eg one's prey) in order to attack or grab it: The tiger pounced on its victim.) üstüne atılmak

    English-Turkish dictionary > pounce on

  • 58 risk

    n. risk, riziko, tehlike
    ————————
    v. riske atmak, tehlikeye atmak, göze almak
    * * *
    1. risk 2. tehlikeye sok (v.) 3. risk (n.)
    * * *
    [risk] 1. noun
    ((a person, thing etc which causes or could cause) danger or possible loss or injury: He thinks we shouldn't go ahead with the plan because of the risks involved / because of the risk of failure.) risk, tehlike, riziko
    2. verb
    1) (to expose to danger; to lay open to the possibility of loss: He would risk his life for his friend; He risked all his money on betting on that horse.) tehlikeye atmak, riske sokmak
    2) (to take the chance of (something bad happening): He was willing to risk death to save his friend; I'd better leave early as I don't want to risk being late for the play.) tehlikeye atılmak
    - at a person's own risk
    - at own risk
    - at risk
    - at the risk of
    - run/take the risk of
    - run/take the risk
    - take risks / take a risk

    English-Turkish dictionary > risk

  • 59 round on

    çıkışmak, saldırmak, üzerine atılmak
    * * *
    (to turn to face (a person) suddenly, especially angrily.) birden...-e dönmek

    English-Turkish dictionary > round on

  • 60 stand out

    fırlamak, atılmak, çıkıntı yapmak, direnmek, karşı koymak, göze çarpmak
    * * *
    göze çarp
    * * *
    1) (to be noticeable: She stood out as one of the prettiest girls in the school.) göze çarpmak, sivrilmek
    2) (to go on resisting or to refuse to yield: The garrison stood out (against the besieging army) as long as possible.) direnmek

    English-Turkish dictionary > stand out

См. также в других словарях:

  • atılmak — atılmak; (çiçek) açılmak; herhangi bir şey büsbütün aynlmayarak açılmak. I, 21, 193 …   Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini

  • atılmak — den 1) Atma işine konu olmak Tembel olanlar her yerden atılır. 2) e Saldırmak, hücum etmek Düşmanın üzerine atıldı. 3) nsz Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak Küçük köpek ince sevinç çığlıkları çıkarıyor, zıplıyor,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • köşeye atılmak — (bir) önem verilmemek, gözden uzakta tutulmak, ilgilenilmemek Böyle bir köşeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için. T. Oflazoğlu …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • silah atılmak — silahla vurmaya davranmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ileri atılmak (veya çıkmak) — öne doğru çıkmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • maceraya atılmak — tehlikeli, yorucu, sıkıcı ve ne olacağı bilinmeyen bir işe kalkışmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • talihin kucağına atılmak — kendi kaderine boyun eğmek Bir gelinden ziyade, zalim bir nezri yerine getirmek için talihin kucağına atılmış bir kurbana benziyordu. A. H. Tanpınar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • tehlikeye atılmak — zarar ve sıkıntılara yol açacak bir davranışta bulunmak Şimdilik sizin tehlikeye atılmanıza hacet yoktur. Y. K. Karaosmanoğlu …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hayata atılmak — geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak Altı yıllık ortaöğretim bitirmek, hayata atılmanın ilk koşulu sayılır orada. A. Erhat …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • pabucu dama atılmak — kendinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • meydana atılmak — ortaya çıkmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»