-
41 زين
Iزَيْن1. keleşAnlamı: çok güzel, çok yakışıklı2. aynalıAnlamı: parlak yüzlü, yakışıklı, güzel3. güzel4. kıyakAnlamı: benzerlerinden üstün olan, çok güzel5. lâtifAnlamı: yumuşak, hoş, ince bir güzelliği olan6. ciciAnlamı: sevimli, hoşa giden, güzelIIزَيَّنَ1. işlemekAnlamı: nakışlamak2. nakşetmekAnlamı: nakış yapmak3. nakışlamakAnlamı: nakışla bezemek4. güzelleştirmekAnlamı: güzellik vermek5. süslemek6. kakmakAnlamı: sedef, gümüş gibi şeyler ile süslemek7. bezemekAnlamı: süslemek, donatmak -
42 سرور
سُرُور1. kıvançAnlamı: sevinç2. mürüvvet3. neşeAnlamı: üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç4. ferahAnlamı: sıkıntısız, sevinçli olma durumu5. hazAnlamı: hoşa giden duygulanma, hoşlanma6. mutlulukAnlamı: ongunluk, saadet7. keyifAnlamı: canlılık, tasasızlık, hoş vakit geçirme8. memnunlukAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç9. memnuniyetAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç10. ferahlıkAnlamı: ferah olma durumu11. sevinç12. zevkAnlamı: hoşa giden ve çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoş duygu -
43 مسرة
مَسَرَّة1. kıvançAnlamı: sevinç2. mürüvvet3. neşeAnlamı: üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç4. ferahAnlamı: sıkıntısız, sevinçli olma durumu5. mutlulukAnlamı: ongunluk, saadet6. keyifAnlamı: canlılık, tasasızlık, hoş vakit geçirme7. memnuniyetAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç8. memnunlukAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç9. ferahlıkAnlamı: ferah olma durumu10. sevinç11. zevkAnlamı: hoşa giden ve çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoş duygu -
44 swing
sallanmak; sallamak; aniden geriye dönmek, ani dönüs yapmak; salinarak yürümek; hos bir ritmi olmak; hos bir ritimle çalmak; sallanis, sallanma, sallandirma; salincak; dikkat çeken degisiklik, göze batan degisiklik -
45 süslemek
1. زخرف [زَخْرَفَ]2. زين [زَيَّنَ] -
46 chouette
In fgecekuşuII◊Il a un chouette appartement. — Güzel bir dairesi var.
ne güzel -
47 conviviale
-
48 désagréable
-
49 exquis
1 nefis [ne'fis]2 pek hoş -
50 exquise
1 nefis [ne'fis]2 pek hoş -
51 séduisant
1 charmant cazibeli2 intéressant hoş [hoʃ] -
52 séduisante
1 charmant cazibeli2 intéressant hoş [hoʃ] -
53 весь
tüm,bütün,hep,tamam; baştan başa,boydan boya,tümüyle; her şey;herkes* * *мест.1) (вся, все, всё) tüm, bütün, hep, top, tamamпо всему́ го́роду — kentin her yanında / dört bir yanında
мы обошли́ весь го́род — şehri baştan aşağı dolaştık
прочеса́ть весь лес — ormanı karış karış / boydan boya taramak
фотогра́фия / портре́т во весь рост — boy resmi
всей семьей — ailece, evcek
у нас вся семья́ така́я, у нас в семье́ все таки́е — biz ailece öyleyizdir
истра́тить все (свои́) де́ньги — parasının tümünü / hepsini harcamak
не кричи́, все прохо́жие на тебя́ смо́трят — bağırma, gelip geçen herkesi kendine baktırıyorsun
треть всех по́данных голосо́в — toplam oy'un üçte biri
за всё ле́то мы так и не встре́тились — koca bir yaz bir kez olsun görüşemedik
он всю (свою) жизнь рабо́тал — ömrü / hayatı boyunca çalıştı
вся его́ жизнь прошла́ в борьбе́ — hayatı hep savaşımla geçti
э́тот проце́сс продолжа́ется всю жизнь — bu süreç tüm yaşam boyu sürer
со всей эне́ргией — olanca enerjisiyle
все де́сять книг — on kitabın onu da
со всех сторо́н — dört bir yandan
2) ( целиком) baştan başa, boydan boya; tümüyleон весь в пыли́ — üstü başı toz içinde
он весь дрожи́т — her tarafı titriyor
он весь ушёл в рабо́ту — kendini tamamen işe verdi
3) ( всё) → сущ., с herşeyвсё и́ли ничего́! — ya hep ya hiç!
ты для меня́ всё — sen benim herşeyimsin
всё э́то ложь! — hep yalan!
всё, что у него́ есть (о состоянии, имуществе) — elinde avucunda nesi varsa, nesi var nesi yok, varı yoğu
всё, что он мо́жет сде́лать, э́то... — yapabileceği,...maktan öteye geçemez
у меня́ всё; э́то всё, что я хоте́л сказа́ть — diyeceğim bu kadar
4) ( все) → сущ., мн. herkes; (el)âlemвсе как оди́н — tek adammışçasına
э́то все зна́ют — bunu herkes biliyor
все на тебя́ смо́трят — elâlem sana bakıyor
(вы) все в сбо́ре? - Все. — hep tamam mısınız? Tamamız.
а нельзя́ нам всем вме́сте пое́хать? — hep gitsek olmaz mı?
сло́вно все слепы́е — sanki âlemin gözü yok
5) (при сравн. ст.)лу́чше всего́ приходи́ за́втра — en iyisi yarın gel
бо́льше всего́ он любит ле́то — en çok yazı sever
ху́же всего́ то, что... — işin en fena tarafı şudur ki...
••он весь в отца́ — babasının burnundan düşmüş
всё равно́ (так или иначе) — nasıl olsa
всё равно́ узна́ю — nasıl olsa öğrenirim
его́ всё равно́ вы́гнали бы — nasıl olsa kovulacaktı
всё равно́ (тем не менее) — gene (de)
всё равно́ не найдёт — gene de bulamaz
всё равно́! — hepsi bir!
мне всё равно́ — bana göre hava hoş
рабо́тать так - всё равно́, что ничего́ не де́лать — böyle çalışmak hiç bir şey yapmamakla birdir
-
54 درج
IدَرَجmerdivenIIدَرَجَ1. gitmekAnlamı: yürümek, yol almak2. gezmekAnlamı: hava almak, hoş vakit geçirmek için seyran etmek3. sarmakAnlamı: çevresini çevirmek4. dolamakAnlamı: iplik, şerit, tel gibi nesneleri bir şey üzerine döndürerek sarmak5. dürmekدَرْجtopAnlamı: belli miktardaki kumaş bağıIVدُرْجçekmeceVدَرَّجَ1. sarmakAnlamı: çevresini çevirmek2. dürmek3. dolamakAnlamı: iplik, şerit, tel gibi nesneleri bir şey üzerine döndürerek sarmak -
55 قيم
Iقَيَّمَ1. değerli2. değerlendirmekIIقَيِّم1. ağırAnlamı: çok kimetli bir şey2. mutenaAnlamı: özenle yapılmış3. kıymetliAnlamı: değerli4. dosdoğruAnlamı: çok doğru5. veli6. vasi7. nefisAnlamı: çok güzel, pek hoş8. doğru9. dürüst -
56 gut
gut <besser, am besten> [gu:t]I adj1) ( allgemein) iyi;ein \guter Freund iyi bir dost;\gute Besserung! acil şifalar dilerim!, geçmiş olsun!;er ist in Mathe sehr \gut mathematikte çok iyi;das ist ja alles \gut und schön, aber... ( fam) bunların hepsi iyi hoş, ama...;G\gut und Böse auseinanderhalten iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmek;die G\guten und die Bösen iyiler ve kötüler;findest du Strandurlaub \gut? plajda izin yapmayı iyi buluyor musun?;lassen wir es damit \gut sein ( fam) bu meseleyi kapatalım artık2) ( Mensch) iyi;sei so \gut und... bir iyilik yapıver de...;\gut zu jdm sein birine karşı iyi davranmak3) ( richtig) iyi, doğru4) ( nützlich)wer weiß, wozu das \gut ist? kim bilir, bu ne işe yarar?das ist \gut gegen Husten bu öksürüğe karşı iyi gelir6) ( vorteilhaft) iyi, yararlı, avantajlı7) ( angemessen) iyi, yerinde;er hat \gute Laune keyfi yerinde;8) ( reichlich) iyi, bol;eine \gute Stunde tam bir saatII adv iyi;schon \gut! peki!, peki peki;das schmeckt \gut bunun tadı iyi;sein Geschäft geht nicht \gut işi iyi gitmiyor;etw \gut können bir şeyi iyi yapabilmek;er hat es dort \gut orada durumu iyi;\gut so! iyi böyle!;\gut gemacht! iyi yaptın!;du bist \gut! âlemsin!, ömürsün!;das kann \gut sein olabilir;so \gut wie nichts ( fam) neredeyse [o hemen hemen] hiçbir şey;mach's \gut! kendine iyi bak!;er stellt sich \gut mit dir, weil er dein Auto braucht seninle iyi geçiniyor, çünkü otona ihtiyacı var;du tust \gut daran, hier erst mal zu verschwinden iyisi mi, buradan önce bir yok ol -
57 بش
Iبَشّ1. acısızAnlamı: üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz2. memnunAnlamı: sevinç duyan, kıvançlı, mutlu3. kıvançlıAnlamı: sevinç duyan4. gailesizAnlamı: gailesi olmayan, dertsiz, dinç5. mesutAnlamı: mutlu, sevinçli, ongun6. kedersizAnlamı: acısız, üzüntüsüz7. bahtlıAnlamı: mutlu, talihli8. üzüntüsüzAnlamı: sıkıntısız, acısız, üzüntüsü olmayan kimse9. gamsızAnlamı: üzüntüsü olmayan10. hoşnutAnlamı: bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan11. mutluAnlamı: ongun, mesut12. keyifliAnlamı: keyfi yerinde, neşeli13. neşeliAnlamı: sevinçli, şen14. gönenmekAnlamı: mutlu, mesut olmak15. sevinçliAnlamı: sevinci olan16. şenAnlamı: sevinçli, neşeli17. bahtiyarAnlamı: mutlu, mesutIIبَشَّ1. ferahlanmakAnlamı: sıkıntısız, tassası dağılmak2. hazzetmekAnlamı: hoşlanmak, hoşuna gitmek3. hoşlanmakAnlamı: hoşuna gitmek4. ferahlamakAnlamı: sıkıntısız, tassası dağılmak5. kıvanmakAnlamı: iftihar etmek, memnun olmak6. hoşlaşmak7. açılmakAnlamı: biraz iyiyleşmek ve ferahlamak8. coşmak -
58 بهج
IبَهَجَşenlendirmekAnlamı: neşelendirmekIIبَهِج1. acısızAnlamı: üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz2. memnunAnlamı: sevinç duyan, kıvançlı, mutlu3. zevkliAnlamı: beğenilen hoşa giden4. bahtlıAnlamı: mutlu, talihli5. kıvançlıAnlamı: sevinç duyan6. gailesizAnlamı: gailesi olmayan, dertsiz, dinç7. mesutAnlamı: mutlu, sevinçli, ongun8. kedersizAnlamı: acısız, üzüntüsüz9. gamsızAnlamı: üzüntüsü olmayan10. üzüntüsüzAnlamı: sıkıntısız, acısız, üzüntüsü olmayan kimse11. hoşnutAnlamı: bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan12. keyifliAnlamı: keyfi yerinde, neşeli13. mutluAnlamı: ongun, mesut14. neşeliAnlamı: sevinçli, şen15. ağrısızAnlamı: ağrısı olmayan, acısız16. sevinçliAnlamı: sevinci olan17. şenAnlamı: sevinçli, neşeli18. bahtiyarAnlamı: mutlu, mesutبَهِجَ1. ferahlanmakAnlamı: sıkıntısız, tassası dağılmak2. hazzetmekAnlamı: hoşlanmak, hoşuna gitmek3. hoşlanmakAnlamı: hoşuna gitmek4. ferahlamakAnlamı: sıkıntısız, tassası dağılmak5. kıvanmakAnlamı: iftihar etmek, memnun olmak6. hoşlaşmak7. coşmak -
59 تطوف
Iتَطَوَّفَ1. gezmekAnlamı: hava almak, hoş vakit geçirmek için seyran etmek2. gezinmekAnlamı: eğlenmek, vakit geçirmek için gezmek3. adımlamak4. dönmekAnlamı: belirli bir yerde dolaşmakIIتَطَوُّف1. çevrinti2. tavafAnlamı: kutsal bir yeri ziyaret etmek3. seyranAnlamı: gezme, gezinme4. devirAnlamı: dolaşma -
60 جذل
Iجَذَل1. mürüvvet2. neşeAnlamı: üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç3. hazAnlamı: hoşa giden duygulanma, hoşlanma4. ferahAnlamı: sıkıntısız, sevinçli olma durumu5. keyifAnlamı: canlılık, tasasızlık, hoş vakit geçirme6. mutlulukAnlamı: ongunluk, saadet7. memnuniyetAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç8. memnunlukAnlamı: sevinç, sevinme, kıvanç9. ferahlıkAnlamı: ferah olma durumu10. sevinçIIجَذِل1. acısızAnlamı: üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz2. zevkliAnlamı: beğenilen hoşa giden3. memnunAnlamı: sevinç duyan, kıvançlı, mutlu4. gailesizAnlamı: gailesi olmayan, dertsiz, dinç5. bahtlıAnlamı: mutlu, talihli6. kedersizAnlamı: acısız, üzüntüsüz7. kıvançlıAnlamı: sevinç duyan8. mesutAnlamı: mutlu, sevinçli, ongun9. gamsızAnlamı: üzüntüsü olmayan10. üzüntüsüzAnlamı: sıkıntısız, acısız, üzüntüsü olmayan kimse11. hoşnutAnlamı: bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan12. mutluAnlamı: ongun, mesut13. keyifliAnlamı: keyfi yerinde, neşeli14. neşeliAnlamı: sevinçli, şen15. sevinçliAnlamı: sevinci olan16. şenAnlamı: sevinçli, neşeli17. bahtiyarAnlamı: mutlu, mesut
См. также в других словарях:
bir hoş — sf. Tuhaf bir biçimde, garip Sen çoktan beri bana karşı bir hoştun. Y. K. Karaosmanoğlu Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bir hoş olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir hoş olmak — 1) şaşırmak 2) hüzünlenmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir hoş eylemek — hüzünlendirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
hoş — sf., Far. ḫoş 1) Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren Hoş bir ses. 2) zf. Bununla birlikte Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya. H. E. Adıvar 3) zf. Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde Birleşik Sözler hoşbeş hoşgörü hoş koku … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız … Çağatay Osmanlı Sözlük
hoş görmek (veya karşılamak) — gücenilecek veya karşılık gelinecek bir davranışı hoşgörü ile karşılamak, anlayışla karşılamak, kusur saymamak Arkadaşlarının birçok yolsuzluklarını, uygunsuzluklarını hoş görmeye mecburdur. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
hoş — təql. Eşşəyi hərəkətə gətirmək, yerişini sürətləndirmək və ya dayandırmaq üçün çıxarılan səs. Hətta küçədə də bir tərəkəmə eşşəyinə hoş deyəndə mən dayanıb dururam, . . elə bilirəm ki, mənə deyir. E. Sultanov … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
başı hoş olmamak — (bir şeyle) bir şeyden hoşlanmamak Benim içki ile başım hoş olmadı, şampanyadan sonra habire yedim durdum. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük
iyi hoş (ama) — bir görüşe karşıt bir düşünceyi söylerken kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
arası hoş (veya iyi) olmamak — (bir şeyle) o şeyden hoşlanmamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
hava hoş — (birine göre) bir şeyin olmasıyla olmaması arasında fark yok anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük