Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

yeri+olmak

  • 1 yeri olmak

    быть уме́стным

    Türkçe-rusça sözlük > yeri olmak

  • 2 yeri olmak

    v. belong

    Turkish-English dictionary > yeri olmak

  • 3 önemli yeri olmak


    Iоф IатыгъэиIэ хъун, IанэтIэшхо зиIэ хъун

    Малый турецко-адыгский словарь > önemli yeri olmak

  • 4 yeri dar olmak

    v. be cramped for space

    Turkish-English dictionary > yeri dar olmak

  • 5 makes olmak

    arapça-türkçe yansıtmak, yansıma yeri olmak.

    Osmanlı Türkçesi Sözlüğü > makes olmak

  • 6 yer

    местно́сть (ж) ме́сто (с)
    * * *
    1) врз. земля́

    yer atmosferi — земна́я атмосфе́ра

    Yerin dönmesiастр. враще́ние Земли́

    yere düşmek — упа́сть на зе́млю

    Yer ekseniастр. земна́я ось

    yere oturmayınız — не сади́тесь на зе́млю

    yerini sattı — он про́да́л свою́ зе́млю

    yerleri silmek — мыть полы́

    2) врз. ме́сто

    yer almak — заня́ть ме́сто в чём

    yerini almak — заня́ть чьё-л. ме́сто

    yerini değiştirmek — поменя́ть места́ми, переста́вить

    yerinden oynatmak — сдви́нуть с ме́ста

    yerinde söylemek — сказа́ть к ме́сту

    o bir yerde fazla durmaz — он на одно́м ме́сте до́лго не сиди́т

    arkadaşınızın yerini bilmiyorum — я не зна́ю, где [нахо́дится/живёт] ваш това́рищ

    doğum yeri — ме́сто рожде́ния

    kaza yeri — ме́сто ава́рии

    ön tarafta bir boş yer var — впереди́ есть одно́ свобо́дное ме́сто (в кино, театре)

    park yeri — стоя́нка (автомашин и т. п.)

    taksi durak yeri — стоя́нка такси́

    toplantı yeri ме́сто — проведе́ния собра́ния

    buna yer verilemez — э́тому не должно́ быть ме́ста

    yeriniz var mı? — у вас есть свобо́дный но́мер? ( в гостинице) / свобо́дное ме́сто? (в ресторане и т. п.)

    3) пункт, ме́сто

    atanma yeri — ме́сто/пункт назначе́ния

    düğüm yeri — узлово́й пункт

    gözletme yeri — наблюда́тельный пункт

    idare yeri — кома́ндный пункт, пункт управле́ния

    konuşma yeri — перегово́рный пункт

    4) в соч.

    bir yerdeа) с глаголом в полож. форме где́-то; б) с глаголом в отриц. форме нигде́

    bir yereа) с глаголом в полож. форме куда́-то; б) с глаголом в отриц. форме никуда́

    bir yerden — отку́да-то

    ••

    yere bakan yürek yakanпогов.... в ти́хом о́муте че́рти во́дятся

    - yere bakmak
    - yere baktırmak
    - yere batasıca!
    - yere batsın!
    - yere batmak
    - yerle bir etmek
    - yerini bulmak
    - yere çalmak
    - yerin dibine geçmek
    - yerin dibine batmak
    - yerin dibine girmek
    - yerini doldurmak
    - yere geçmek
    - yerini geçmek
    - yeri gelmedi
    - yeri gelmeşken... - yeri gökü birbirine katmak
    - yerle gök bir olsa
    - yerden göğe kadar
    - yere göğe koyamamak
    - yer etmek
    - yerini ısıtmak
    - yer kabul etmez
    - yerde kalmak
    - yerinde kalmak
    - yer kapmak
    - yerin kulağı var - böyle sözlerin yeri var mı?
    - bunu yapsalar yeridir
    - yerinde olmak
    - keyfi yerinde olmak
    - keyfi yerinde değil
    - yerine oturmak
    - yerinden oynamak
    - yeri öpmek
    - yere sağlam basmak
    - yerinde saymak
    - yere sermek
    - yeri soğumadan
    - yerinde su mu çıktı?
    - yerleri süpürmek
    - yerlerde sürünmek
    - yerini tutmak
    - yer vermek
    - yere vurmak
    - yer yarılıp içine girmek
    - yerini yapmak
    - yerinde yeller esiyor
    - yerden yere vurmak
    - yeri yurdu belirsiz

    Türkçe-rusça sözlük > yer

  • 7 yer

    yer1 yemek2
    yer2 Platz m; Stelle f; Aufenthaltsort m; Erde f; Boden m; Erdboden m; Stellung f ( karşısındaki gegenüber D); Grundbesitz m; Erd- (Achse); … zu ebener Erde (z.B. Zimmer);
    yer açıldı die Stelle wurde frei ( oder vakant);
    -e yer açmak Platz machen D;
    yer alıştırmaları SPORT Bodenübungen f/pl;
    -de yer almak seinen Platz einnehmen; stattfinden; fig einen Platz einnehmen;
    -e yer ayırmak fig Platz einräumen D;
    yer belirteci GR Ortsbestimmung f;
    yer bulmak einen (Sitz)Platz finden; fig eine Stellung finden;
    yer demir gök bakır hilflos und verlassen;
    yer edinmek Arbeit finden; sich im Leben durchsetzen;
    yer etmek eine Spur hinterlassen, eine Druckstelle geben (im Teppich); sich niederlassen;
    yer hostesi Hostess f, Betreuerin f;
    yeri öpmek einen Kotau machen; scherzh hinfallen;
    yer tutmak Raum ( oder Platz) einnehmen; einen Platz reservieren; einen wichtigen Platz einnehmen;
    -e yer vermek fig jemandem (große) Bedeutung beimessen; jemandem eine wichtige Aufgabe übertragen; jemandem seinen Platz abtreten; Wörter usw aufnehmen;
    yer yarılıp içine girmek völlig verloren gehen; vor Scham in den Boden versinken;
    yer yatağı Lager n, Lagerstatt f;
    yer yer zeitweise; gebietsweise (z.B. Regen); stellenweise;
    yer yerinden oynamak v/unp großes Aufsehen erregen; einen Tumult hervorrufen;
    yerden bitme (oder yapma) sehr untersetzt, zwergenhaft;
    yerden göğe kadar voll und ganz, in jeder Hinsicht;
    yerden yere çalmak übel mitspielen D;
    yere bakan yürek yakan ein Wolf im Schafspelz;
    yere düşmek hinfallen;
    -den yere geçmek in den Boden versinken vor D;
    -i yere göğe koy(a)mamak sich sehr bemühen, A zu bewirten;
    -in yeri gelmek an die Reihe kommen;
    -en yeri olmak angebracht sein;
    yeri öpmek scherzh hinfallen;
    -in yeri var das hat Sinn;
    -in yeri yok fehl am Platz;
    yerin dibine geçmek (oder girmek) in der Versenkung verschwinden; vor Scham in den Boden versinken;
    yerin kulağı var die Wände haben Ohren;
    yerinde postp yerinde;
    yerinde saymak MIL, fig auf der Stelle treten;
    -in yerinde yeller esiyor völlig verödet; spurlos verschwunden;
    yerine postp yerine;
    …yerine geçmek Ersatz sein für …, gültig sein wie …;
    -in yerine geçmek an die Stelle jemandes treten, ablösen A;
    yerine gelmek erfolgen, geschehen; erfüllt werden; wieder hergestellt werden (Gesundheit); sich wieder einstellen;
    -i yerine getirmek ausführen; Verpflichtung, Wunsch erfüllen; Schuld begleichen; Wort halten;
    -i … yerine koymak jemanden halten für; behandeln wie …;
    yerine oturmuş olmak fig fest im Sattel sitzen, etabliert sein;
    yerini ısıtmak fig Sitzfleisch haben;
    -in yerini tutmak ersetzen A; die Stelle (eines anderen) ausfüllen;
    yerlerde sürünmek in einer verzweifelten Lage sein;
    yerleri süpürmek auf dem Boden schleifen;
    bıçak yeri Schmiss m, Schramme f;
    çalışma yeri Arbeitsplatz m;
    duracak yer Stehplatz m;
    oturacak yer Sitzplatz m;
    her hangi bir yere irgendwohin;
    her yerde überall;
    hiçbir yerde (yere) nirgendwo(hin)

    Türkçe-Almanca sözlük > yer

  • 8 belong

    v. nin olmak, üyesi olmak, ilgili olmak, yeri olmak, uygun olmak, yararlı olmak
    * * *
    ait ol
    * * *
    [bi'loŋ]
    1) ((with to) to be the property of: This book belongs to me.) ait olmak,...-in olmak
    2) ((with to) to be a native, member etc of: I belong to the sailing club.) üyesi olmak, (bir grup)tan olmak
    3) ((with with) to go together with: This shoe belongs with that shoe.) uymak

    English-Turkish dictionary > belong

  • 9 go

    gitmek; ulasmak, uzanmak, gitmek; belli bir yeri olmak, ait olmak, belli bir yerde durmak; islemek, çalismak; olmak; (belirli bir durumda) kalmak, durumunu sürdürmek; satilmak, gitmek; harcanmak, tükenmek, gitmek; uymak, uyusmak, gitmek, canlilik, enerji;

    English to Turkish dictionary > go

  • 10 seat

    n. oturuş, oturak, oturacak yer, yer, sandalye, koltuk, mevki, pantolon kıçı, yuva (valf)
    ————————
    v. oturtmak, yerleştirmek, almak (salon), oturağını tamir etmek, oturma yerini onarmak, kıçını tamir etmek (pantolon), yerine oturtmak
    * * *
    1. oturt (v.) 2. koltuk (n.)
    * * *
    [si:t] 1. noun
    1) (something for sitting on: Are there enough seats for everyone?) oturacak yer
    2) (the part of a chair etc on which the body sits: This chair-seat is broken.) oturacak yer
    3) ((the part of a garment covering) the buttocks: I've got a sore seat after all that horse riding; a hole in the seat of his trousers.) kıç yeri/tarafı
    4) (a place in which a person has a right to sit: two seats for the play; a seat in Parliament; a seat on the board of the company.) (koltuk) yer
    5) (a place that is the centre of some activity etc: Universities are seats of learning.) beşik, yer
    2. verb
    1) (to cause to sit down: I seated him in the armchair.) oturtmak
    2) (to have seats for: Our table seats eight.) oturacak yeri olmak, (... kişi) almak
    - - seater
    - seating
    - seat belt
    - take a seat

    English-Turkish dictionary > seat

  • 11 take

    n. tutma, tutuş, tutulan balık miktarı, avalanan hayvan miktarı, alıntı, hasat, pay, tepki, reaksiyon, kabul etme (vücut), alınan taş
    ————————
    v. almak, götürmek, tahammül etmek, tutmak, icap etmek, ele geçirmek, elde etmek, yakalamak, çıkarmak, karşılamak, atlatmak, etmek, hissetmek, yanmak, kazanmak, yapmak, ölçmek, kabul etmek, sanmak, çekmek [fot.], katlanmak, dayanmak, kaplamak, gerektirmek, tedavi etmek, etkili olmak, kabul edilmek, oltaya vurmak, tutuşmak
    * * *
    1. al (v.) 2. alıntı (n.)
    * * *
    [teik] 1. past tense - took; verb
    1) ((often with down, out etc) to reach out for and grasp, hold, lift, pull etc: He took my hand; He took the book down from the shelf; He opened the drawer and took out a gun; I've had a tooth taken out.) almak, tutmak
    2) ((often with away, in, off, out etc) to carry, conduct or lead to another place: I took the books (back) to the library; He's taking me with him; Take her into my office; The police took him away; I took the dog out for a walk; He took her out for dinner.) götürmek
    3) (to do or perform some action: I think I'll take a walk; Will you take a look?; to take a bath) (bir eylem) yapmak
    4) (to get, receive, buy, rent etc: I'm taking French lessons; I'll take three kilos of strawberries; We took a house in London.) almak, tutmak, v.s.
    5) ((sometimes with back) to agree to have; to accept; He took my advice; They refused to take responsibility; I won't take that (insult) from you!; I'm afraid we can't take back goods bought in a sale.) almak, katlanmak, kabul etmek
    6) (to need or require: How long does it take you to go home?; It takes time to do a difficult job like this.) gerektirmek, almak, çekmek
    7) (to travel by (bus etc): I'm taking the next train to London; I took a taxi.) binmek, binip... ile gitmek
    8) (to have enough space for: The car takes five people.) almak, yeri olmak
    9) (to make a note, record etc: He took a photograph of the castle; The nurse took the patient's temperature.) çekmek; ölçmek
    10) (to remove, use, occupy etc with or without permission: Someone's taken my coat; He took all my money.) çalmak, aşırmak
    11) (to consider (as an example): Take John for example.) düşünmek, ele almak
    12) (to capture or win: He took the first prize.) kazanmak
    13) ((often with away, from, off) to make less or smaller by a certain amount: Take (away) four from ten, and that leaves six.) çıkarmak
    14) (to suppose or think (that something is the case): Do you take me for an idiot?) sanmak, zannetmek
    15) (to eat or drink: Take these pills.) yemek, içmek
    16) (to conduct, lead or run; to be in charge or control of: Will you take the class/lecture/meeting this evening?) ders vermek, öğretmek, idare etmek
    17) (to consider or react or behave to (something) in a certain way: He took the news calmly.) karşılamak
    18) (to feel: He took pleasure/pride / a delight / an interest in his work.) hissetmek, duymak
    19) (to go down or go into (a road): Take the second road on the left.) gitmek, takip etmek
    2. noun
    1) (the amount of money taken in a shop etc; takings: What was the take today?) hasılat, kazanç
    2) (the filming of a single scene in a cinema film: After five takes, the director was satisfied.) çekim, sahne
    - takings
    - take-away
    - be taken up with
    - be taken with/by
    - take after
    - take back
    - take down
    - take an examination/test
    - take someone for
    - take for
    - take in
    - take it from me that
    - take it from me
    - take it into one's head to
    - take it into one's head
    - take off
    - take on
    - take it out on
    - take over
    - take to
    - take up
    - take something upon oneself
    - take upon oneself
    - take something up with someone
    - take up with someone
    - take something up with
    - take up with

    English-Turkish dictionary > take

  • 12 baş

    baş s
    1) ( kafa) Kopf m; ( ser) Haupt m
    \baş döndürücü Schwindel erregend
    \baş göstermek sich zeigen; ( ortaya çıkmak) auftreten
    birini \baş göz etmek ( fam) jdn unter die Haube bringen
    \baş kaldırmak sich auflehnen (-e gegen), revoltieren (-e gegen); ( isyan etmek) rebellieren (-e gegen)
    \başım dönüyor mir ist schwindelig
    birinin \başına bir hâl gelmek jdm stößt etw zu
    bir şeyden \başını alamamak sich vor etw nicht retten können
    birinin \başını bağlamak ( fam) jdn unter die Haube bringen
    \başını sokacak bir yeri olmak ( fig) o ( fam) ein Dach über dem Kopf haben
    \başını taştan taşa çarpmak ( fig) (etw) bitter bereuen
    işi \başından aşkın olmak ( fig) o ( fam) bis über beide Ohren in Arbeit stecken
    2) ( topluluğu yöneten kimse) Oberhaupt m
    bir devletin \başı der Oberhaupt eines Staates
    3) ( başlangıç) Anfang m, Beginn m
    \başından beri/itibaren von Anfang an
    \başından sonuna kadar von Anfang bis Ende
    \baştan von Anfang an
    \baştan \başa von Anfang bis Ende
    gelecek haftanın \başında Anfang nächster Woche
    mayıs \başında Anfang Mai
    yılın \başında am Anfang des Jahres
    4) anat (meme \başşı) Warze f
    5) naut Bug m
    geminin \başı bocaya/orsaya kaçıyor der Bug des Schiffes dreht nach Lee/Luv
    6) (\başbakan) Präsident(in) m(f); (\başhekim) Chef m; (\başmakale) Leit-; (\başmüfettiş) Ober-; (\başsavcı) Ober-, General-; (\başrol) Haupt-
    7) ( unpers)
    bir şeye \baş almak für etw Zeit finden
    bir kimseyle/şeyle \baş edebilmek ( fam) mit jdm/etw fertig werden
    bir kimseyle/şeyle \başa çıkmak mit jdm/etw fertig werden
    \başı belaya girmek ( fam) in Teufels Küche kommen
    \başı dara düşmek in Not geraten
    \başımla beraber! ( seve seve) gern(e) !; ( memnuniyetle) mit Vergnügen!
    \başın sağ olsun! mein aufrichtiges Beileid!
    birinin \başına binmek [o çıkmak] ( fig) o ( fam), jdm aufs Dach steigen
    birinin \başına bir şey gelmek jdm etw passieren
    birinin \başını belaya sokmak ( fam) jdn in Teufels Küche bringen
    dün \başıma bir şey geldi gestern ist mir etw passiert

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > baş

  • 13 дислоцироваться

    несов., сов., воен.
    konuş yeri... olmak

    Русско-турецкий словарь > дислоцироваться

  • 14 Dach

    Dach <-(e) s, Dächer> [dax, pl 'dɛçɐ] nt
    çatı (Ziegel\Dach); dam; auto dam;
    unterm \Dach wohnen çatı altında oturmak;
    etw unter \Dach und Fach bringen ( fig) bir işi bitirmek;
    ein \Dach über dem Kopf haben ( fig) başını sokacak bir yeri olmak;
    mit jdm unter einem \Dach wohnen ( fig) biriyle aynı çatı altında oturmak;
    eins aufs \Dach kriegen ( fig) o ( fam) kafasına bir tane yemek;
    jdm aufs \Dach steigen ( fig) o ( fam) birinin tepesine binmek [o çıkmak], birinin başına binmek [o çıkmak]

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Dach

  • 15 suffisamment

    yeterince [jete'ɾinʤe]

    Dictionnaire Français-Turc > suffisamment

  • 16 ağrımak

    1. أوجع [أَوْجَعَ]
    Anlamı: vücudun bir yeri ağrılı olmak, acımak
    2. مض [مَضَّ]
    Anlamı: vücudun bir yeri ağrılı olmak, acımak
    3. وجع [وَجِعَ]
    Anlamı: vücudun bir yeri ağrılı olmak, acımak

    Türkçe-Arapça Sözlük > ağrımak

  • 17 join

    n. birleşme noktası, ek yeri
    ————————
    v. birleştirmek, katılmak, eklemek, katmak, kaynamak, üye olmak, birleşmek, iştirak etmek, sınırı ortak olmak
    * * *
    1. birleştir 2. birleştir (v.) 3. birleşim yeri (n.)
    * * *
    [‹oin] 1. verb
    1) ((often with up, on etc) to put together or connect: The electrician joined the wires (up) wrongly; You must join this piece (on) to that piece; He joined the two stories together to make a play; The island is joined to the mainland by a sandbank at low tide.) birleştirmek, bitiştirmek, bağlamak
    2) (to connect (two points) eg by a line, as in geometry: Join point A to point B.) birleştirmek
    3) (to become a member of (a group): Join our club!) katılmak, girmek
    4) ((sometimes with up) to meet and come together (with): This lane joins the main road; Do you know where the two rivers join?; They joined up with us for the remainder of the holiday.) katılmak, birleşmek, ulaşmak
    5) (to come into the company of: I'll join you later in the restaurant.) katılmak
    2. noun
    (a place where two things are joined: You can hardly see the joins in the material.) ek yeri, bitişme noktası
    - join hands
    - join in
    - join up

    English-Turkish dictionary > join

  • 18 yer

    "1. place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you´re to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn´t a place you come to in order to amuse yourself; it´s a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you´d been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa´nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha´s place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house´s location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can´t you describe more clearly where the pain is? 2. space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There´s no room in the back of the bus. 3. (a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I´ve reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms. 4. place, position (of employment). 5. passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn´t it? 6. importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can´t be denied that this material is of importance for industry. 7. mark (left by something): yara yeri scar left by a wound. 8. the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground. 9. floor: Bebek yerde emekliyor. The baby´s crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs. 10. piece of land, piece of property: Kalamış´ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış. 11. terrain, region, area. 12. the earth, the planet earth. -de instead of (preceded by a future participle): Tatlı yiyecek yerde meyve ye. Instead of eating sweet pastries, eat fruit. - açmak /a/ to make way for, move aside for (someone) to pass. - almak /da/ 1. to be located in, be situated in (a place): Fethi ön sırada yer alıyor. Fethi´s in the front row. 2. (for someone) to be involved in, have a part in (a job, a project). 3. to be in, appear in. -ini almak 1. /ın/ (for one person or thing) to take the place of (another). 2. to sit down in one´s appointed place, take one´s seat. 3. to stand in one´s appointed place, take one´s place. -inden ayrılmak to leave the place where one has been sitting or standing. -e bakmak 1. to look at the ground, cast one´s eyes to the ground. 2. to have one foot in the grave. -e bakan yürek yakan (someone) who is malicious and dangerous despite his innocent looks, who is a wolf in sheep´s clothing. -i başka olmak /ın/ (for someone) to be a very special friend, have a special place in one´s heart, be one of one´s most intimate friends: Rakım için Süheyla´nın yeri başka. Süheyla has a very special place in Rakım´s heart. -e batmak to vanish, disappear. -ini beğenmek (for a plant) to grow well in the spot in which it´s been planted. - belirteci gram. adverb of place. -le beraber leveled to the ground, razed. -le bir/yeksan etmek /ı/ to level (something) to the ground, raze. -den bitme very short in stature, squat. -ini bulmak to find the right niche for oneself, find one´s niche, find one´s place. - cücesi short in stature but very capable or cunning. -e çalmak/vurmak /ı/ to throw or hurl (something) to the ground. -in dibine geçmek/batmak/girmek to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground. -ini doldurmak /ın/ 1. to do one´s job well. 2. to fill (someone´s) shoes, perform well the functions formerly carried out by (someone else). - etmek /da/ 1. to leave a mark on. 2. (for something) to impress itself in (someone´s mind). -e/-lere geçmek to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground. -ine geçmek /ın/ (for one person or thing) to take the place of

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > yer

  • 19 مض

    I
    مَضّ
    1. azap
    Anlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı
    2. gaile
    Anlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü
    3. elem
    Anlamı: dert, acı
    4. işkence
    Anlamı: eziyet
    5. eziyet
    Anlamı: aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü
    6. endişe
    Anlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku
    7. kahır
    8. eza
    Anlamı: üzme, sıkıntı verme
    9. acıma
    Anlamı: acımak işi
    10. acı
    11. ağrı
    II
    مَضَّ
    1. zonklamak
    Anlamı: (vücudun bir yeri)nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak
    2. incitmek
    Anlamı: kırmak, üzmek
    3. inildemek
    Anlamı: inlemek
    4. sancımak
    Anlamı: sancı vermek, ağırmak
    5. üzmek
    6. acıtmak
    7. ağrımak
    Anlamı: vücudun bir yeri ağrılı olmak, acımak
    8. acımak
    Anlamı: acılı, ağrılı olmak
    9. ağrıtmak

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > مض

  • 20 وجع

    I
    وَجَع
    1. gaile
    Anlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü
    2. elem
    Anlamı: dert, acı
    3. işkence
    Anlamı: eziyet
    4. eziyet
    Anlamı: aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü
    5. acıma
    Anlamı: acımak işi
    6. eza
    Anlamı: üzme, sıkıntı verme
    7. ağrıtmak
    8. ağrı
    9. acıtmak
    II
    وَجِع
    ağrılı
    Anlamı: ağrıyan, ağrısı olan
    وَجِعَ
    1. zonklamak
    Anlamı: (vücudun bir yeri)nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak
    2. inildemek
    Anlamı: inlemek
    3. acımak
    Anlamı: acılı, ağrılı olmak
    4. ağrımak
    Anlamı: vücudun bir yeri ağrılı olmak, acımak

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > وجع

См. также в других словарях:

  • yeri olmak — 1) uygun olmak 2) sırası, uygun zamanı olmak 3) saygınlığı olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kitapta yeri olmak — din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • başı üstünde yeri olmak — 1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet. T. Dursun K 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri gelmek — sırası gelmek, zamanı uygun olmak Yeri gelmişken delikanlılara bir öğüt notu daha düşeyim. R. Erduran …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri yurdu belirsiz olmak — belli bir yeri olmamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri göğü ben yarattım demek — çok gururlu olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • makes olmak — (A. T.) yansıtmak, yansıma yeri olmak …   Osmanli Türkçesİ sözlüğü

  • kilit kürek olmak — bir yeri korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak ... evime kilit kürek ol diye onun sırtını okşar. R. N. Güntekin …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mal olmak — 1) bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek 2) bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak Avcılık hayatına mal oldu. 3) bir yeri, bir şeyi benimsenmek Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçiler henüz tamamıyla bu partiye mal… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • şeytanın yattığı yeri bilmek — bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açıkgöz olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»