-
1 yer açmak
а) подгото́вить ме́сто комуб) предоста́вить/дать возмо́жность -
2 yer açmak
v. recess -
3 yer açmak
to make room for -
4 yer
yer s\yer açmak Platz schaffen\yer almak ( bulunmak) sich befinden; ( bir projede) teilnehmen\yer etmek ( iz bırakmak) Spuren hinterlassen; ( iyice yerleşmek) sich eingraben\yerimiz yok wir haben keinen Platz; ( otelde) wir sind ausgebucht\yerine koymak auf seinen Platz stellen; ( gibi görmek) sehen als; ( saymak) halten für; ( elden çıkan bir şeyin benzerini sağlamak) ersetzen\yerini almak seinen [o ihren] Platz einnehmenfazla \yer kaplamak zu viel Raum [o Platz] einnehmen2) Lage fkendini birisinin \yerine koymak sich in jdn hineinversetzenkendini benim \yerime bir koysana! versetz dich doch mal in meine Lage hinein!3) Stelle fbir şeyi \yerinden oynatmak etw von der Stelle bewegenbirinin \yerine geçmek an jds Stelle treten\yer yarılıp içine girmek wie vom Erdboden verschluckt sein\yere düşmek auf den Boden fallen, auf die Erde fallen, zu Boden fallen\yere tükürmek auf den Boden spucken\yeri boylamak hinfallen\yerin dibine geçmek in den Erdboden versinken, sich in Grund und Boden schämen\yerle bir etmek dem Erdboden gleichmachenmantar gibi \yerden bitmek wie Pilze aus dem Boden schießen5) wohinbastığın \yere dikkat et! gib Acht, wohin du trittst!yarın gideceğim \yer... dort, wohin ich morgen gehe,... -
5 yer
yer1 → yemek2yer2 Platz m; Stelle f; Aufenthaltsort m; Erde f; Boden m; Erdboden m; Stellung f ( karşısındaki gegenüber D); Grundbesitz m; Erd- (Achse); … zu ebener Erde (z.B. Zimmer);yer açıldı die Stelle wurde frei ( oder vakant);-e yer açmak Platz machen D;yer alıştırmaları SPORT Bodenübungen f/pl;-de yer almak seinen Platz einnehmen; stattfinden; fig einen Platz einnehmen;-e yer ayırmak fig Platz einräumen D;yer belirteci GR Ortsbestimmung f;yer bulmak einen (Sitz)Platz finden; fig eine Stellung finden;yer demir gök bakır hilflos und verlassen;yer edinmek Arbeit finden; sich im Leben durchsetzen;yer etmek eine Spur hinterlassen, eine Druckstelle geben (im Teppich); sich niederlassen;yer hostesi Hostess f, Betreuerin f;yeri öpmek einen Kotau machen; scherzh hinfallen;yer tutmak Raum ( oder Platz) einnehmen; einen Platz reservieren; einen wichtigen Platz einnehmen;-e yer vermek fig jemandem (große) Bedeutung beimessen; jemandem eine wichtige Aufgabe übertragen; jemandem seinen Platz abtreten; Wörter usw aufnehmen;yer yarılıp içine girmek völlig verloren gehen; vor Scham in den Boden versinken;yer yatağı Lager n, Lagerstatt f;yer yer zeitweise; gebietsweise (z.B. Regen); stellenweise;yer yerinden oynamak v/unp großes Aufsehen erregen; einen Tumult hervorrufen;yerden bitme (oder yapma) sehr untersetzt, zwergenhaft;yerden göğe kadar voll und ganz, in jeder Hinsicht;yerden yere çalmak übel mitspielen D;yere bakan yürek yakan ein Wolf im Schafspelz;yere düşmek hinfallen;-den yere geçmek in den Boden versinken vor D;-i yere göğe koy(a)mamak sich sehr bemühen, A zu bewirten;-in yeri gelmek an die Reihe kommen;-en yeri olmak angebracht sein;yeri öpmek scherzh hinfallen;-in yeri var das hat Sinn;-in yeri yok fehl am Platz;yerin dibine geçmek (oder girmek) in der Versenkung verschwinden; vor Scham in den Boden versinken;yerin kulağı var die Wände haben Ohren;-in yerinde yeller esiyor völlig verödet; spurlos verschwunden;…yerine geçmek Ersatz sein für …, gültig sein wie …;-in yerine geçmek an die Stelle jemandes treten, ablösen A;yerine gelmek erfolgen, geschehen; erfüllt werden; wieder hergestellt werden (Gesundheit); sich wieder einstellen;-i … yerine koymak jemanden halten für; behandeln wie …;yerine oturmuş olmak fig fest im Sattel sitzen, etabliert sein;yerini ısıtmak fig Sitzfleisch haben;-in yerini tutmak ersetzen A; die Stelle (eines anderen) ausfüllen;yerlerde sürünmek in einer verzweifelten Lage sein;yerleri süpürmek auf dem Boden schleifen;bıçak yeri Schmiss m, Schramme f;çalışma yeri Arbeitsplatz m;duracak yer Stehplatz m;oturacak yer Sitzplatz m;her hangi bir yerde irgendwo;her hangi bir yere irgendwohin;her yerde überall;hiçbir yerde (yere) nirgendwo(hin) -
6 yer
местно́сть (ж) ме́сто (с)* * *1) врз. земля́yer atmosferi — земна́я атмосфе́ра
Yerin dönmesi — астр. враще́ние Земли́
yere düşmek — упа́сть на зе́млю
Yer ekseni — астр. земна́я ось
yere oturmayınız — не сади́тесь на зе́млю
yerini sattı — он про́да́л свою́ зе́млю
yerleri silmek — мыть полы́
2) врз. ме́стоyer almak — заня́ть ме́сто в чём
yerini almak — заня́ть чьё-л. ме́сто
yerini değiştirmek — поменя́ть места́ми, переста́вить
yerinden oynatmak — сдви́нуть с ме́ста
yerinde söylemek — сказа́ть к ме́сту
o bir yerde fazla durmaz — он на одно́м ме́сте до́лго не сиди́т
arkadaşınızın yerini bilmiyorum — я не зна́ю, где [нахо́дится/живёт] ваш това́рищ
doğum yeri — ме́сто рожде́ния
kaza yeri — ме́сто ава́рии
ön tarafta bir boş yer var — впереди́ есть одно́ свобо́дное ме́сто (в кино, театре)
park yeri — стоя́нка (автомашин и т. п.)
taksi durak yeri — стоя́нка такси́
toplantı yeri ме́сто — проведе́ния собра́ния
buna yer verilemez — э́тому не должно́ быть ме́ста
yeriniz var mı? — у вас есть свобо́дный но́мер? ( в гостинице) / свобо́дное ме́сто? (в ресторане и т. п.)
3) пункт, ме́стоatanma yeri — ме́сто/пункт назначе́ния
düğüm yeri — узлово́й пункт
gözletme yeri — наблюда́тельный пункт
idare yeri — кома́ндный пункт, пункт управле́ния
konuşma yeri — перегово́рный пункт
4) в соч.bir yerden — отку́да-то
••yere bakan yürek yakan — погов.... в ти́хом о́муте че́рти во́дятся
- yerinde- yere bakmak
- yere baktırmak
- yere batasıca!
- yere batsın!
- yere batmak
- yerle bir etmek
- yerini bulmak
- yere çalmak
- yerin dibine geçmek
- yerin dibine batmak
- yerin dibine girmek
- yerini doldurmak
- yere geçmek
- yerini geçmek
- yeri gelmedi
- yeri gelmeşken... - yeri gökü birbirine katmak
- yerle gök bir olsa
- yerden göğe kadar
- yere göğe koyamamak
- yer etmek
- yerini ısıtmak
- yer kabul etmez
- yerde kalmak
- yerinde kalmak
- yer kapmak
- yerin kulağı var - böyle sözlerin yeri var mı?
- bunu yapsalar yeridir
- yerinde olmak
- keyfi yerinde olmak
- keyfi yerinde değil
- yerine oturmak
- yerinden oynamak
- yeri öpmek
- yere sağlam basmak
- yerinde saymak
- yere sermek
- yeri soğumadan
- yerinde su mu çıktı?
- yerleri süpürmek
- yerlerde sürünmek
- yerini tutmak
- yer vermek
- yere vurmak
- yer yarılıp içine girmek
- yerini yapmak
- yerinde yeller esiyor
- yerden yere vurmak
- yeri yurdu belirsiz -
7 yer
"1. place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you´re to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn´t a place you come to in order to amuse yourself; it´s a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you´d been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa´nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha´s place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house´s location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can´t you describe more clearly where the pain is? 2. space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There´s no room in the back of the bus. 3. (a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I´ve reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms. 4. place, position (of employment). 5. passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn´t it? 6. importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can´t be denied that this material is of importance for industry. 7. mark (left by something): yara yeri scar left by a wound. 8. the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground. 9. floor: Bebek yerde emekliyor. The baby´s crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs. 10. piece of land, piece of property: Kalamış´ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış. 11. terrain, region, area. 12. the earth, the planet earth. -de instead of (preceded by a future participle): Tatlı yiyecek yerde meyve ye. Instead of eating sweet pastries, eat fruit. - açmak /a/ to make way for, move aside for (someone) to pass. - almak /da/ 1. to be located in, be situated in (a place): Fethi ön sırada yer alıyor. Fethi´s in the front row. 2. (for someone) to be involved in, have a part in (a job, a project). 3. to be in, appear in. -ini almak 1. /ın/ (for one person or thing) to take the place of (another). 2. to sit down in one´s appointed place, take one´s seat. 3. to stand in one´s appointed place, take one´s place. -inden ayrılmak to leave the place where one has been sitting or standing. -e bakmak 1. to look at the ground, cast one´s eyes to the ground. 2. to have one foot in the grave. -e bakan yürek yakan (someone) who is malicious and dangerous despite his innocent looks, who is a wolf in sheep´s clothing. -i başka olmak /ın/ (for someone) to be a very special friend, have a special place in one´s heart, be one of one´s most intimate friends: Rakım için Süheyla´nın yeri başka. Süheyla has a very special place in Rakım´s heart. -e batmak to vanish, disappear. -ini beğenmek (for a plant) to grow well in the spot in which it´s been planted. - belirteci gram. adverb of place. -le beraber leveled to the ground, razed. -le bir/yeksan etmek /ı/ to level (something) to the ground, raze. -den bitme very short in stature, squat. -ini bulmak to find the right niche for oneself, find one´s niche, find one´s place. - cücesi short in stature but very capable or cunning. -e çalmak/vurmak /ı/ to throw or hurl (something) to the ground. -in dibine geçmek/batmak/girmek to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground. -ini doldurmak /ın/ 1. to do one´s job well. 2. to fill (someone´s) shoes, perform well the functions formerly carried out by (someone else). - etmek /da/ 1. to leave a mark on. 2. (for something) to impress itself in (someone´s mind). -e/-lere geçmek to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground. -ine geçmek /ın/ (for one person or thing) to take the place of -
8 Platz
2) (öffentlicher \Platz) meydan3) (Sport\Platz) alan, saha; (Tennis\Platz) kort;auf eigenem \Platz kendi sahasında;auf gegnerischem \Platz rakip sahada; ( Fußball) deplasmanda4) (Sitz\Platz) oturacak yer;bitte, nehmen Sie \Platz! lütfen oturunuz!;ist noch ein \Platz frei? boş yer var mı?;dieser \Platz ist besetzt bu yer dolu;\Platz! ( zum Hund) otur!5) (Teilnahme\Platz)es sind noch Plätze frei daha yerimiz var;ein Saal mit 500 Plätzen 500 kişilik bir salon6) ( Rang) sıra, derece;sie belegte den ersten/zweiten/dritten \Platz birinciliği/ikinciliği/üçüncülüğü aldı;seinen \Platz behaupten sırasını korudu\Platz sparend yerden tasarruflu, az yer kaplayan;\Platz da! yer açın!, kaçılın!, yol verin!;\Platz für jdn/etw schaffen bir kimseye/şeye yer açmak;jdm \Platz machen birine yer vermek -
9 Platz
Platz m <Platzes; Plätze> (Ort, Stelle) yer; (Lage) durum, konum, mevki; (Bauplatz) inşaat alanı; öffentlicher meydan, alan; (Sitzplatz) koltuk, (oturacak) yer;SPORT auf Platz drei üçüncü (derecede);ist dieser Platz noch frei? burası boş mu?;Platz machen für -e yer açmak; (vorbeilassen) -e yol vermek;Platz nehmen -e oturmak;Platz raubend fazla yer tutan;Platz sparen yerden kazanmak;Platz sparend az yer tutan -
10 recess
n. tatil, ara, mola, gizli yer, kovuk, girinti, yatak, yuva————————v. oymak, yer açmak, girinti yapmak, boşluğa yerleştirmek, ara vermek, paydos etmek, tatil olmak* * *tatil* * *[ri'ses, 'ri:ses]1) (a part of a room set back from the main part; an alcove: We can put the dining-table in that recess.) giriş, niş2) (the time during which Parliament or the law-courts do not work: Parliament is in recess.) tatil3) ((American) a short period of free time between school classes.) teneffüs -
11 slot
yarik, delik; (radyo, vb.) program; oluk, yiv; yarik açmak; (in/into ile) yer ayirmak, yer vermek, vakit ayirmak; delik açmak, yiv açmak -
12 ثلم
Iثَلَّمَ1. çentmekAnlamı: bir şeyin kenarında kertik açmak2. kertiklemekAnlamı: kertik açmak3. kertmekAnlamı: bir şeyin kenarında kertik açmak4. çentiklemekAnlamı: çentik açmakIIثَلَمَ1. kertiklemekAnlamı: kertik açmak2. kertmekAnlamı: bir şeyin kenarında kertik açmakثَلْم1. çetele2. kertik3. tırtıkAnlamı: çentik -
13 حز
Iحَزّ1. çetele2. kertik3. tırtıkAnlamı: çentik4. çentikAnlamı: bir şeyin kenarına açılan kertikIIحَزَّ1. çentmekAnlamı: bir şeyin kenarında kertik açmak2. koparmakAnlamı: kopmasını sağlamak3. katetmekAnlamı: kesmek, bölmek4. kırkmakAnlamı: bir şeyi uçlarından kesmek5. kertiklemekAnlamı: kertik açmak6. kertmekAnlamı: bir şeyin kenarında kertik açmak7. çentiklemekAnlamı: çentik açmak -
14 site
n. mevki, mekân, yer, konum, yerleşim yeri, sahne————————v. yerleştirmek, oturtmak, açmak* * *1. yerleş (v.) 2. yer (n.) 3. yerleştir (v.) 4. bölge (n.)* * *1) (a place where a building, town etc is, was, or is to be, built: He's got a job on a building-site; The site for the new factory has not been decided.) yer, mahal2) ((also Web site) a site on the Internet that gives information about a particular subject or person.) site, bilgi işlem noktası -
15 hole
n. delik, çukur, oyuk, boşluk, derin yer, in, kovuk, hücre, kodes, zor durum————————v. delmek, delik açmak, kazmak, deliğe sokmak, deliğe girmek, yuvasına girmek, kapanmak, köşesine çekilmek* * *1. delik 2. deliğe sok (v.) 3. delik (n.)* * *[həul] 1. noun1) (an opening or gap in or through something: a hole in the fence; holes in my socks.) delik2) (a hollow in something solid: a hole in my tooth; Many animals live in holes in the ground.) delik, oyuk, çukur3) ((in golf) (the point scored by the player who takes the fewest strokes to hit his ball over) any one of the usually eighteen sections of the golf course between the tees and the holes in the middle of the greens: He won by two holes; We played nine holes.) top çukuru2. verb1) (to make a hole in: The ship was badly holed when it hit the rock.) delik açmak2) (to hit (a ball etc) into a hole: The golfer holed his ball from twelve metres away.) vurup çukura sokmak•- hole out -
16 slot
n. delik, yarık, oluk, yiv, yer, sıra, geyik izi, av izi————————v. delik açmak, yarık açmak, yerine oturtmak, yerleştirmek, oturtmak, yoluna koymak* * *1. delik aç (v.) 2. boşluk (n.) 3. yuva* * *[slot] 1. noun1) (a small narrow opening, especially one to receive coins: I put the correct money in the slot, but the machine didn't start.) delik, yuva2) (a (usually regular) position (in eg the schedule of television/radio programmes): The early-evening comedy slot.) kuşak, zaman2. verb((with in or into) to fit (something) into a small space: He slotted the last piece of the puzzle into place; I managed to slot in my tea-break between two jobs.) yerine oturtmak/yerleştirmek -
17 lieu
In m (pl lieux)1 endroit yer [jeɾ]♦ les lieux olay yeri2 en premier lieu en başta3 avoir lieu olmak, cereyan etmek4 au lieu de yerine5 au lieu de faire qqch bir şey yapmak yerine◊Tu ferais mieux de m'aider au lieu de te moquer. — Alay edeceğine bana yardım et.
6 donner lieu à -(e) yol açmakIIn m (pl lieus)poisson mezgit balığı -
18 stretch
n. gerinme, gerginlik, esneme, genişleme, esneklik, uzatma, geniş yer, aralıksız süre, süre, hapis süresi————————v. germek, esnetmek, uzatmak, sermek, yaymak, çekmek (çorap vb.), zorlamak, abartmak, gerinmek, uzamak, yayılmak, yetmek, yeterli gelmek, arayı açmak* * *1. ger 2. ger (v.) 3. gergin (adj.)* * *[stre ] 1. verb1) (to make or become longer or wider especially by pulling or by being pulled: She stretched the piece of elastic to its fullest extent; His scarf was so long that it could stretch right across the room; This material stretches; The dog yawned and stretched (itself); He stretched (his arm/hand) up as far as he could, but still could not reach the shelf; Ask someone to pass you the jam instead of stretching across the table for it.) ger(il)mek, genişle(t)mek, uza(t)mak2) ((of land etc) to extend: The plain stretched ahead of them for miles.) uzanmak2. noun1) (an act of stretching or state of being stretched: He got out of bed and had a good stretch.) gerinme2) (a continuous extent, of eg a type of country, or of time: a pretty stretch of country; a stretch of bad road; a stretch of twenty years.) uzantı, düzlük•- stretchy
- at a stretch
- be at full stretch
- stretch one's legs
- stretch out -
19 galeri
-
20 Feuer
Feuer <-s> ['fɔıɐ] nt1. kein pl1) mil ateş;das \Feuer eröffnen/einstellen ateş açmak/kesmek2) ( Temperament)dieses Pferd hat viel \Feuer bu at çok ateşli2. <-s, -> nt1) ( vom Menschen kontrolliert) ateş;das olympische \Feuer Olimpiyat Ateşi;\Feuer fangen ateş almak, tutuşmak;haben Sie \Feuer? ateşiniz var mı?;jdm \Feuer geben birine ateş vermek;mit dem \Feuer spielen ( fig) ateşle oynamak;für jdn durchs \Feuer gehen biri için kendini ateşe atmak, biri için canını vermek;jdm \Feuer unterm Hintern machen ( fam) birini dürtüklemek;Öl ins \Feuer gießen ( fig) yangına körükle gitmek2) ( Brand) yangın, ateş;\Feuer an etw legen bir şeye kundak koymak, yangın çıkarmak için bir şeyi tutuşturmak;\Feuer und Flamme für etw/jdn sein ( fam) bir şey/kimse için yanıp tutuşmak;\Feuer fangen ( in Brand geraten) yanmaya başlamak, tutuşmak; ( sich begeistern) ateşlenmek;gebranntes Kind scheut das \Feuer ( prov) sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer
- 1
- 2
См. также в других словарях:
yer açmak — 1) bir kimseye oturması için yer hazırlamak 2) mec. yer bırakmak, imkân vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yer vermek — 1) önemli saymak, saygı göstermek Etrafını zehirleye zehirleye yaşadıktan sonra hâlâ insanlar ona kendi aralarında bir yer veriyorlardı. M. Yesari 2) bir olaya yol açmak, imkân tanımak 3) önemli bir görev vermek 4) kendi yerini bir başkasına… … Çağatay Osmanlı Sözlük
sütununu açmak — yer vermek, yayımlamak Sanat dergilerinden biri bir ara, genç şairlere sütunlarını açmıştı. B. R. Eyuboğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
kucak (veya kucağını) açmak — 1) (birine) korumak Paris teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı. R. N. Güntekin 2) (birine) sığınacak yer vermek Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
TEFESSÜH — Açılmak. Genişlemek. İnbisat bulmak. * Mecliste çekilip bir adama oturacak yer açmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapı — is. 1) Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı 2) Bu açıklıktaki açılıp kapanan kanat Evlerin kapılarında kocaman yeşil bronz tokmaklar vardı. S. F. Abasıyanık 3) Tavla oyununda iki pul üst üste… … Çağatay Osmanlı Sözlük
göz — is., anat. 1) Görme organı 2) Bazı deyimlerde, görme ve bakma Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin. 3) Bakış, görüş Bu sefer alacaklı gözüyle baktım. 4) Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak Asıl felaket bu pınara sırt… … Çağatay Osmanlı Sözlük
söz — is. 1) Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil 2) Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük 3) Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi Yer yer… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yol — is. 1) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik 2) Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı. Ç. Altan 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük