Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

rihtima

  • 1 berth

    n. yatak, ranza, kuşet; palamar yeri, manevra alanı (gemi); açıklık
    ————————
    v. yatacak yer bulmak, rıhtıma yanaşmak, rıhtıma bağlamak
    * * *
    1. ranza 2. yatak yeri ver (v.) 3. kamara (n.)
    * * *
    [bə:Ɵ] 1. noun
    1) (a sleeping-place in a ship etc.) kuşet, ranza, yatak
    2) (a place in a port etc where a ship can be moored.) palamar yeri
    2. verb
    (to moor (a ship): The ship berthed last night.) rıhtıma yanaş(tır)mak

    English-Turkish dictionary > berth

  • 2 dock

    n. dok, gemi havuzu, tersane, rıhtım, yük rampası; kesinti; kuyruğun kemikli kısmı, kısa kesilmiş kuyruk; eyer kuskunu; sanık yeri (mahkemede); karabuğday benzeri bir ot
    ————————
    v. doka çekmek; uzayda başka gemiye kenetlemek, uzayda kenetlenmek; rıhtıma yanaşmak; kuyruğunu kısaltmak, kesmek, kısaltmak; azaltmak
    * * *
    1. rıhtıma yanaş (v.) 2. tersane (n.)
    * * *
    I 1. [dok] noun
    1) (a deepened part of a harbour etc where ships go for loading, unloading, repair etc: The ship was in dock for three weeks.) dok, rıhtım
    2) (the area surrounding this: He works down at the docks.) rıhtım, doklar
    3) (the box in a law court where the accused person sits or stands.) sanık yeri
    2. verb
    (to (cause to) enter a dock and tie up alongside a quay: The liner docked in Southampton this morning.) rıhtıma yanaş(tır)mak
    - dockyard II [dok] verb
    (to cut short or remove part from: The dog's tail had been docked; His wages were docked to pay for the broken window.) kısa kesmek, kesinti yapmak

    English-Turkish dictionary > dock

  • 3 пока

    1) нареч. şimdilik; henüz

    э́того пока́ доста́точно — şimdilik bu kadarı yeter

    (э́то) пока́ не изве́стно — henüz belli değil

    пока́ есть вре́мя,... — henüz vakit varken...

    на́до сде́лать э́то, пока́ не по́здно — bunu geç kalmadan yapmalı

    он пока́ не прие́хал — henüz / daha gelmedi

    я пока́ ещё не реши́л — daha bir karar vermedim

    2) союз ( в то время как)...dıkça;...dığı sürece

    пока́ су́дно швартова́лось, у нас бы́ло 15 мину́т свобо́дного вре́мени — gemi rıhtıma yanaşadursun 15 dakika vaktimiz vardı

    как же он вы́рос, пока́ я его́ не ви́дел! — ne kadar da büyümüş ben (onu) görmiyeli!

    3) союз ( до тех пор как)...ıncaya /...ana kadar / dek;...madan

    я рабо́тал, пока́ не уста́л — yorulana kadar çalıştım

    пока́ существу́ет госуда́рство,... — devlet varolduğu sürece / varoldukça

    (до тех по́р) пока́ не бу́дет сформиро́ван но́вый кабине́т (мини́стров) — yeni kabine kurulana dek

    пока́ не похолода́ло,... — havalar soğumadan...

    пока́ ты побре́ешься, за́втрак бу́дет гото́в — sen tıraş olana kadar kahvaltı hazır olacak

    ••

    пока́ (что) всё — şimdilik bu kadar

    ну, пока́! — haydi Allahaısmarladık! haydi güle güle!

    Русско-турецкий словарь > пока

  • 4 стоять

    1) врз durmak; dikilmek

    стоя́ть на нога́х — ayakta durmak

    стоя́ть на рука́х — eller üstünde durmak, amuda kalkmış olmak

    шкаф стои́т на ме́сте — dolap yerinde duruyor

    ча́йник стои́т на столе́ — çaydanlık masadadır / masada duruyor

    ребёнок уже́ стои́т / научи́лся стоя́ть — bebek basıyor / tay duruyor artık

    часть пассажи́ров стоя́ла — yolcuların bir kısmı ayakta idi

    ну что ты стои́шь передо мно́й?! — ne dikilip duruyorsun karşımda?!

    стоя́ть на посту́ / на часа́х — nöbet beklemek

    у них там стои́т часово́й — oraya bir nöbetçi dikmişlerdi

    он стоя́л к нам спино́й — sırtı bize dönüktü

    су́дно стоя́ло на я́коре — gemi demirli bulunuyordu / demirlemişti

    суда́, стоя́щие у прича́ла — rıhtıma yanaşık gemiler

    кора́бль стои́т в порту́ — gemi limanda yatıyor

    стоя́ть на чьем-л. пути́ — перен. birinin yolu üstüne dikilmiş olmak

    он всё ещё стоя́л у двере́й — halâ kapı önünde dikiliyordu

    часы́ стоя́ли — saat durmuştu

    стро́йка стои́т — yapı tatil edilmiş durumdadır

    дела́ стоя́т — işler yerinde sayıyor

    те́хника не стои́т на ме́сте — teknik yerinde saymaz

    3) врз (находиться, существовать) olmak, bulunmak; durmak

    перед до́мом стои́т то́поль — evin önünde bir servi var

    го́род стои́т на Во́лге — şehir Volga üzerindedir

    до тех пор, пока́ стои́т э́тот го́род... — bu şehir durdukça...

    храм стои́т с деся́того ве́ка — tapınak onuncu yüzyıldan beri ayaktadır

    4) (быть, иметь место) olmak; geçmek

    стоя́л тума́н — sis vardı

    стоя́ло ле́то — mevsim yazdı

    ле́то стоя́ло сухо́е — yaz kurak geçiyordu

    стоя́ла хоро́шая пого́да — havalar iyi geçiyordu

    стоя́л по́лдень — vakit öğle idi

    со́лнце стоя́ло у нас над голово́й — güneş tepemize dikildi

    в до́ме стоя́ла тишина́ — ev sessizlik içindeydi

    по вечера́м там стои́т шум, гвалт — akşamları orada bağırma çağırmadır gider

    5) перен. karşı karşıya / yüz yüze olmak; karşısında olmak

    стоя́ть перед диле́ммой — ikilem karşısında olmak

    перед на́ми стои́т тру́дная зада́ча — zorlu bir görevle karşı karşıyayız

    стоя́щие перед на́ми тру́дности — yüz yüze olduğumuz güçlükler

    стоя́щие перед на́ми зада́чи — önümüzdeki görevler, yüz yüze olduğumuz görevler

    6) перен. ( защищать) korumak, savunmak; bir şeyden yana olmak

    стоя́ть за де́ло ми́ра — barış davası için savaşım vermek

    ••

    стоя́ть во главе́ — başında olmak, başını çekmek

    стоя́ть у вла́сти — iktidar başında olmak / bulunmak

    кто стои́т за э́тим преступле́нием? — bu cinayetin ardında / arkasında kimler var?

    стоя́ть на своём — ayak diremek

    он до сих пор стои́т у меня́ перед глаза́ми — halâ gözümün önünden gitmiyor

    стоя́ть у поро́га — eşikte beklemek

    на докуме́нте стои́т и твоя́ по́дпись — belgede senin de imzan var

    на пове́стке стоя́т два вопро́са — gündemde iki sorun var

    у неё в глаза́х стоя́ли слезы — gözleri dolu dolu idi

    Русско-турецкий словарь > стоять

  • 5 anlegen

    anlegen <-ge- h>
    1. v/t (an A) Leiter -e dayamak; Geld (in D -e) yatırmak;
    jemandem einen Verband anlegen b-ne sargı yapmak; Garten düzenlemek; Akte açmak; Vorräte depolamak; Kapital ( für için) yatırmak;
    es anlegen auf (A) -i göze almak
    2. v/i MAR yanaşmak;
    im Hafen (oder am Kai) anlegen limana ( oder rıhtıma) yanaşmak;
    anlegen auf (A) -e tüfeği doğrultmak
    3. v/r: sich anlegen mit ile dalaşmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > anlegen

  • 6 Bollwerk

    Bollwerk <-(e) s, -e> ['bɔlvɛrk] nt
    1) naut ( Kai) rıhtım;
    die Schiffe legten am \Bollwerk an gemiler rıhtıma rampa etti
    2) ( fig) ( Festung) kale

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Bollwerk

  • 7 quai

    Dictionnaire Français-Turc > quai

  • 8 dock

    v.rıhtıma yanaş:n.tersane

    English-Turkish new dictionary > dock

См. также в других словарях:

  • aborda — is., den., İt. abborda Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanını vererek yanaşması Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller aborda etmek aborda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • bindirmek — i, e 1) Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak Kadınlar çocuklarını bayram yerinde bir salıncağa, bir atlıkarıncaya bindirmişlerdi. O. C. Kaygılı 2) e Taşıt, ön tarafından başka bir taşıta… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dalga — is. 1) Deniz veya göl gibi geniş su yüzeylerinde genellikle rüzgâr, deprem vb.nin etkisiyle oluşan kıvrımlı hareket Rıhtıma vuran dalgaların temposu da içimdeki ölçüye uyuyor. H. Taner 2) Sıcak, soğuk, moda için belli bir süre etkili olan dönem… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iki geçeli — zf. Karşılıklı iki sıra olarak ... ve derhâl erkek hizmetçiler rıhtıma seğirtir, iki geçeli dizilir, divan durur. H. E. Adıvar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ipekli — sf. İpekten yapılmış veya içinde ipek bulunan (kumaş) İpekli bir kumaş yırtar gibi suları yararak rıhtıma doğru geliyordu. H. E. Adıvar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iskele babası — is. 1) Yanaşan gemileri bağlamak için rıhtıma konmuş dökme demir veya betondan silindir 2) argo İşe yaramaz, sorumsuz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • karınlamak — e, den. Gemi yanını dayamak Gemi rıhtıma karınlamış …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • koltuk — is., ğu 1) Omuz başının altında, kolun gövde ile birleştiği yer Gazetelerini bir koltuğunun altına koydu, zayıf kollarıyla kutulara sarıldı. H. E. Adıvar 2) Kol dayayacak yerleri olan geniş ve rahat sandalye Ta yan beline kadar gömüldüğü… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • motor — is., Fr. moteur 1) Herhangi bir enerjiyi mekanik enerjiye dönüştüren düzenek Taşındıkları kamyon önünde durunca motorun patırtısı kesildi. N. Cumalı 2) Akaryakıtla işleyen deniz aracı Rıhtıma varabildiği zaman vapura gidecek olan son motor… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • vermek — i, e, ir 1) Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm. Ö. Seyfettin 2) Bırakmak veya bağışlamak Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yelken — is., den. 1) Rüzgâr gücünden yararlanarak geniş bir yüzey oluşturacak biçimde yan yana dikilen ve teknenin direğine uygun bir biçimde takılarak onu hareket ettiren kumaş veya şeritlerin tümü Rıhtıma kurumak üzere yelkenler serilmişti. S. F.… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»