il+n'y+a+pas+que+ça

çünkü ['ʧyncy]

◊

Il n'est pas venu parce qu'il était malade. — Gelmedi çünkü hastaydı.

-diğinden dolayı

◊

Vu qu'il est malade, il ne viendra pas. — Hasta olduğundan dolayı gelmeyecek.

1 grande quantité o kadar

◊

Ne fais pas tant de manières ! — O kadar numara yapma !

◊

Je l'aime tant ! — Onu o kadar seviyorum ki !

♦ tant et si bien que öyle ki

2 quantité définie şu kadar

◊

être payé tant par mois — ayda şu kadar ücret almak

3 tant... que -diği kadar

◊

un problème tant moral que juridique — ahlaksal olduğu kadar hukuksal da olan bir sorun

4 tant que

a o kadar ki

◊

Il a tant plu que le fleuve déborde. — O kadar yağmur yağdı ki nehir taşıyor.

b iken [i'cen]

◊

Tant qu'il fait beau, allons nous baigner ! — Hava güzelken, yüzmeye gidelim !

c -diği kadar

◊

Il travaillera tant qu'il pourra. — Çalışabileceği kadar çalışacak.

5 tant bien que mal iyi kötü

◊

Il y est arrivé tant bien que mal. — İyi kötü başardı.

6 en tant que - olarak

◊

En tant que médecin, je dois vous prévenir. — Doktor olarak, sizi uyarmalıyım.

7 tant mieux iyi ki

8 tant pis ne yapalım

◊

Tant pis pour lui ! — Ne yapalım, kendi bilir !

1 condition şart bildirir

◊

Je viendrai si je peux. — Gelebilirsem gelirim.

◊

Si j'étais riche, je t'offrirais ce voyage. — Zengin olsaydım, sana bu yolculuğu armağan ederdim.

2 interrogation yüklemden sonra soru sorar

◊

Je me demande s'il viendra. — Gelip gelmeyeceğini soruyorum kendi kendime.

◊

Il ne sait pas s'il va réussir. — Başarıp başaramayacağını bilmiyor.

3 si seulement keşke

◊

Si seulement je pouvais la revoir ! — Keşke onu bir daha görebilsem !

4 proposition önerme bildirir

◊

Et si on allait se promener ? — Gezmeye gitsek ?

1 oui evet ['evet]

◊

Tu ne l'as pas vu ? - Si. — Onu görmedin mi ? - Evet.

2 o kadar

◊

Elle est si gentille. — Bayan o kadar iyi ki.

3 si bien que öyle ki

◊

J'ai oublié de le prévenir, si bien qu'il n'est pas venu. — Ona haber vermeyi unuttum, öyle ki gelmedi.

n m inv

mus si notası

adj dém ("ce" devient "cet" devant un mot commençant par une voyelle ou un "h" muet) (pl ces,),

pron dém ("ce" devient "c'" devant une voyelle)

indique qqch bu [bu]

◊

C'est mon blouson. — Bu benim ceketim.

◊

C'est vrai. — Bu doğru.

◊

qui est-ce ? — O kim ?

◊

qu'est-ce que c'est ? — Bu nedir ?

◊

Je n'entends pas ce que tu dis. — Söylediğini duymuyorum.

◊

Ce que je lis est passionnant. — Şu okuduğum çok çekici.

aynı ['ajnɯ]

◊

avoir les mêmes chaussures que qqn d'autre — bir başkasıyla aynı ayakkabıları olmak

◊

Ils sont arrivés le même jour. — Aynı gün geldiler.

◊

en même temps — aynıı zamanda

pron indéf

aynı ['ajnɯ]

◊

Il a choisi la même. — Aynısını seçti.

◊

J'ai les mêmes. — Bende aynıları var.

1 pour insister bile [bi'le]

◊

Même lui est venu. — O bile geldi.

◊

Il ne m'a même pas averti. — Beni uyarmadı bile.

◊

Il ne réussira pas à la convaincre même s'il insiste. — Israr etse bile onu ikna edemiyecek

2 aynen

◊

C'est cela même. — Bu aynen böyle.

3 de même aynı şekilde

4 tout de même / quand même buna rağmen

◊

Je l'ai tout de même invité. — Buna rağmen onu çağırdım.

1 pas une chose hiç [hiʧ]

◊

Je ne sais rien. — Hiç bir şey bilmiyorum.

◊

Il n'a rien fait. — Hiç bir şey yapmadı.

◊

Qu'est-ce que tu dis ? - Rien. — Ne diyorsun ? - Hiç.

◊

rien du tout — hiç bir şey

◊

Je n'ai rien d'autre à dire. — Söyleyecek başka hiç bir şeyim yok.

2 de rien bir şey değil

3 cela / ça ne fait rien önemli değil

◊

J'ai oublié. - Ça ne fait rien. — Unuttum. - Önemli değil.

4 ce n'est rien önemli değil

◊

Ne pleure pas, ce n'est rien. — Ağlama, önemli değil.

5 n'y être pour rien kendi yüzünden olmamak

◊

Je n'y suis pour rien. — Benim yüzümden değil o.

6 comme si de rien n'était hiç bir şey olmamış gibi

◊

Il a continué comme si de rien n'était. — Hiç bir şey olmamış gibi devam etti.

n m

1 une petite chose bir hiç

◊

Un rien l'amuse. — Bir hiç eğlenmesine yetiyor.

2 en un rien de temps çok az zaman içinde

◊

Tout a changé en un rien de temps. — Çok az zaman içinde herşey değişti.

v i

être long à gecikmek

◊

La lettre que j'attends tarde. — Beklediğim mektup gecikiyor.

◊

Il a trop tardé à se décider. — Karar vermekte çok geç kaldı.

♦ sans tarder geç olmadan

◊

Je pars sans tarder ! — Geç olmadan gidiyorum !

♦ ne pas tarder à az sonra

◊

Je ne vais pas tarder à m'énerver ! — Az sonra sinirleneceğim !

n f

ce qui est sûr kesin olma

◊

Il n'est pas là, c'est une certitude. — Kendisi orada değil, bu kesin.

♦ avoir la certitude de / que emin olmak

◊

J'ai la certitude d'être déjà venu ici. — Buraya daha önce geldiğime eminim.

◊

Il a la certitude que tout se passera bien. — Herşeyin iyi geçeceğinden emin.

n f

1 dimension ölçü [œl'ʧy]

◊

prendre les mesures d'un meuble — bir mobilyanın ölçülerini almak

♦ sur mesure ölçüsü alınmış

◊

un costume sur mesure — ısmarlama takım elbise

2 raison ölçülülük

◊

manquer de mesure — ölçüsüzlük

3 moyen önlem [œn'lem]

◊

prendre des mesures — önlem almak

◊

mesure de sécurité — güvenlik önlemleri

4 mus ölçü [œl'ʧy]

◊

battre la mesure — ölçü vurmak

5 être en mesure de faire qqch bir şeyi yapabilmek

◊

Je ne suis pas en mesure de vous répondre. — Size cevap verebilecek durumda değilim

6 à mesure que -dikçe

◊

à mesure que le temps passe — zaman geçtikçe

pron rel

1 chose bir şey bildirir

◊

C'est ce à quoi je pensais. — Düşündüğüm şey bu.

◊

Je ne sais pas quoi dire. — Ne diyeceğimi bilmiyorum.

2 quoi que -se olmak

◊

quoi que je dise — ne dersem diyeyim

◊

quoi qu'il arrive — ne olursa olsun

3 quoi qu'il en soit nasıl olsa

4 sans quoi yoksa

ne [ne]

◊

À quoi penses-tu ? — Ne düşünüyorsun ?

1 pareil böyle ['bœjle]

◊

Il n'aurait pas dû refuser une telle proposition. — Böyle bir teklifi reddetmemeliydi.

2 si grand öyle ['œjle]

◊

Il fait une telle chaleur ! — Öyle bir sıcak var ki !

3 tel que -diği gibi

◊

Il est tel que je l'imaginais. — O, düşündüğüm gibi biri.

4 tel quel olduğu gibi

◊

laisser une chose telle quelle — bir şeyi olduğu gibi bırakmak

5 tel père tel fils anasına bak kızını al

6 chose définie şu [ʃu]

◊

tel jour du mois — ayın şu günü

1 pareil böyle ['bœjle]

◊

Il n'aurait pas dû refuser une telle proposition. — Böyle bir teklifi reddetmemeliydi.

2 si grand öyle ['œjle]

◊

Il fait une telle chaleur ! — Öyle bir sıcak var ki !

3 tel que -diği gibi

◊

Il est tel que je l'imaginais. — O, düşündüğüm gibi biri.

4 tel quel olduğu gibi

◊

laisser une chose telle quelle — bir şeyi olduğu gibi bırakmak

5 tel père tel fils anasına bak kızını al

6 chose définie şu [ʃu]

◊

tel jour du mois — ayın şu günü

v t

1 assurer doğrulamak

◊

Il affirme que ce n'est pas lui. — Ben değilim diyor.

2 imposer güçlendirmek

◊

affirmer son autorité — otoritesini güçlendirdi.

n m (pl baux,)

contrat kira sözleşmesi

◊

signer un bail de 3 ans — üç yıllık bir kira sözleşmesi imzalamak

♦ ça fait un bail fam görüşmeyeli çok oluyor

◊

Ça fait un bail que je ne l'ai pas vu ! — Onu görmeyeli çok oluyor !

n m

situation olgu [ol'gu]

◊

Ce n'est pas le même cas. — Bu aynı olgu değil.

◊

Que ferais-tu dans mon cas ? — Benim durumumda ne yaparsın ?

♦ en cas d'urgence acil durumda

◊

Vous pouvez m'appeler en cas d'urgence. — Acil bir durumda beni çağırabilirsiniz.

♦ en cas de besoin gerekli olduğunda

◊

Prévenez-moi en cas de besoin ! — Gerekli olduğunda bana haber veriniz !

♦ au cas où -cak olursa

◊

Prends ton parapluie au cas où il pleuvrait. — Yağmur yağacak olursa şemsiyeni al.

♦ en tout cas her halde

◊

En tout cas, je te téléphone. — Her halde, sana telefon ediyorum.

v i

1 convenir uymak

◊

Cette image correspond à la réalité. — Bu resim gerçeğe uyuyor.

◊

Cela ne correspond pas à ce que je t'ai demandé. — Bu benim istediğime uymuyor.

2 échanger des lettres yazışmak

◊

correspondre avec qqn — biriyle yazışmak

v t

1 soustraire indirim yapmak

◊

Je déduis ça de ce que tu me dois. — Bana olan borcundan bunu indiriyorum.

2 conclure sonuç çıkarmak

◊

J'en déduis qu'il ne viendra pas. — Bundan gelmeyeceği sonucunu çıkarıyorum.

n m

1 regret yazık [ja'zɯk]

◊

Quel dommage ! — Ne yazık !

◊

C'est dommage que tu ne puisses pas venir. — Gelememen ne yazık.

2 dégât zarar [za'ɾaɾ]

◊

causer des dommages — zarara yol açmak

3 mal birine zarar vermek

◊

subir des dommages — zarara uğramak

v t

1 fabriquer yapmak

◊

faire un gâteau — pasta yapmak

◊

faire un dessin — resim yapmak

2 mesurer ölçüm değeri

◊

Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.

◊

Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.

3 égaler eder [e'deɾ]

◊

Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.

4 exécuter bir şey yapmak

◊

faire un sourire — gülümsemek

◊

faire une chute — düşmek

5 effectuer meşgul olmak

◊

faire la cuisine — yemek yapmak

◊

faire un voyage — seyahat etmek

◊

Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

6 accomplir gerçekleştirmek

◊

faire une faute — hata yapmak

◊

faire des efforts — çaba harcamak

7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak

◊

faire du ski — kayak kaymak

◊

Qu'est-ce que tu fais dans la vie ? — Hayatta ne yapıyorsun ?

8 neden olmak

◊

Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.

◊

faire plaisir à qqn — birini sevindirmek

◊

faire mal — birine kötülük yapmak

◊

Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.

♦ cela ne fait rien bir şey değil

9 avoir comme aspect yapmak

◊

faire un angle — açı yapmak

10 davranış [davɾa'nɯʃ]

◊

faire l'imbécile — aptallık etmek

11 exprimer ifade etmek

◊

faire non de la tête — başıyla hayır demek

12 yol almak

◊

Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.

v i

yapmak, etmek

◊

Il a bien fait. — İyi etti.

◊

Fais comme chez toi ! — Evindeymiş gibi yap !

◊

Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.

v impers

zaman veya iklim gösterir

◊

Il fait nuit. — Gece oldu.

◊

Il fait beau. — Hava güzel.

◊

Quel temps fait-il ? — Hava nasıl ?

v aux

causer (suivi d'un inf.) neden olmak

◊

faire rire qqn — birini güldürmek

◊

faire tomber qqch — bir şey düşürmek

◊

faire nettoyer ses vêtements — giysilerini temizletmek

◊

Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.