-
21 alım
1. ابتياع [اِبْتِيَاع]Anlamı: satın almak işı2. جاذبية [جاذِبيَّة]Anlamı: almak ışı, ğönlü çeken durum, cazibe3. شراء [شِرَاء]Anlamı: satın almak işı4. شرى [شِرًى]Anlamı: satın almak işı -
22 fix
n. güç durum, çıkmaz, önceden belirlenmiş sonuç, uyuşturucu iğne, eroin dozu, aşırı doz————————v. bağlamak, takmak, yerleştirmek, dikmek (göz), tamir etmek, yapıştırmak, düzeltmek, tespit etmek, saptamak, kararlaştırmak, dik dik bakmak, gözünü dikmek, dikkat çekmek, gözünü ayırmamak, sağlamak, üstesinden gelmek, rüşvet vermek, rüşvetle elde etmek, tasarlamak, uyuşturucu almak, dikmek* * *1. onar 2. tut (v.) 3. zorluk (n.)* * *[fiks] 1. verb1) (to make firm or steady: He fixed the post firmly in the ground; He fixed his eyes on the door.) sıkıca tutturmak, dikmek2) (to attach; to join: He fixed the shelf to the wall.) tutturmak, takmak3) (to mend or repair: He has succeeded in fixing my watch.) tamir etmek4) (to direct (attention, a look etc) at: She fixed all her attention on me.) yöneltmek5) ((often with up) to arrange; to settle: to fix a price; We fixed (up) a meeting.) kararlaştırmak6) (to make (something) permanent by the use of certain chemicals: to fix a photgraphic print.) sabitleştirmek7) (to prepare; to get ready: I'll fix dinner tonight.) hazırlamak2. noun(trouble; a difficulty: I'm in a terrible fix!) güç durum, açmaz- fixation- fixed
- fixedly
- fixture
- fix on
- fix someone up with something
- fix up with something
- fix someone up with
- fix up with -
23 trim
adj. düzgün, derli toplu, biçimli————————n. düzen, durum, süsleme, süs, vitrin düzeni, araba döşemesi, yelkenleri rüzgâra göre ayarlama————————v. karıştırmak (ateş), düzeltmek, uçlarından almak (saç), budamak, süslemek, azarlamak, yenmek, ayarlamak* * *1. kırp 2. keserek düzelt (v.) 3. kesme (n.)* * *[trim] 1. past tense, past participle - trimmed; verb1) (to cut the edges or ends of (something) in order to make it shorter and/or neat: He's trimming the hedge; She had her hair trimmed.) kesip düzeltmek, uçlarını almak2) (to decorate (a dress, hat etc, usually round the edges): She trimmed the sleeves with lace.) biye/kenarına süs geçirmek3) (to arrange (the sails of a boat etc) suitably for the weather conditions.) yelkenleri rüzgara göre düzeltmek2. noun(a haircut: She went to the hairdresser's for a trim.) kesip düzeltme, ucundan alma3. adjective(neat and tidy: a trim appearance.) derli toplu, zarif- trimly- trimness
- trimming
- in good trim
- in trim -
24 hal
hal1 <- li>1. subst → durum; Zustand m, Lage f; Auftreten n, Benehmen n, Verhalten n einer Person; Gegenwart f; Kraft f (etwas zu tun); GR Indikativ m; Fall m, Kasus m (z.B. -i hali Akkusativ);hal hatır sormak nach dem Befinden fragen;… bir hal almak in ein … Stadium treten;hal olmak in Verzückung sein, im Trancezustand sein;-e (bir) hal olmak unp jemandem stößt etwas zu (= er stirbt);-i hal(e) yola koymak richtig stellen, in Ordnung bringen;hal(in)den anlamak (oder bilmek) Anteilnahme zeigen;hale bak! Donnerwetter! (positiv und negativ);-in hali duman olmak, -in hali harap olmak übel dran sein;hali olmamak nicht mehr die Kraft haben; sich nicht wohl fühlen;hali tavrı yerinde olmak anständig aussehen, sich anständig benehmen;hali vakti yerinde olmak begütert sein;benim halim ne olacak? was wird aus mir werden?;halim kalmadı ich bin ganz hinüber, fam ich bin geschafft;… halinde in Form (G); im Falle (G), bei (D);atom savaşı halinde im Falle eines Atomkrieges;gruplar halinde gruppenweise;öğüt halinde in Form eines Ratschlages;(kendi) haline bakmamak seine Kräfte überschätzen;… haline gelmek werden (N; zu D); (negativ) ausarten (in A);… haline getirmek auf den Stand (G) bringen, reif machen (für A);… halini almak werden (zu D); ausarten (in A); den Zustand (G) annehmen, erzeugen, sich entwickeln (zu D)hasta olduğu halde … obwohl sie krank ist, …;her halde, her halükârda auf jeden Fall; unter allen Umständen; (höchst) wahrscheinlich; → her (her halde);ihtar ettiğim halde … obwohl ich warnte, …;o halde, şu halde in diesem Fall, demnach, das heißt;yola çıktığı halde … während sie sich auf den Weg machtehal2 <- li> Markthalle fhal3 <- lli> Lösung f -
25 Band
Band <-s> [bant] f <-(e) s, Bände> [bant, pl 'bɛndə] m <-(e) s, Bänder> [bant, pl 'bɛndɐ] nt2.; ( Buch) cilt;dein Gesicht spricht Bände ( fam) durum yüzünden okunuyor2) (Fließ\Band) bant, montaj hattı;am \Band arbeiten bantta çalışmak;am laufenden \Band ( fam) ( ohne Unterbrechung) aralıksız, ara vermeden3) tech (Ton\Band) bant; (Farb\Band) şerit; (Maß\Band) mezura, şerit metre; (Klebe\Band) teyp; (Magnet\Band) bant, şerit;etw auf \Band aufnehmen bir şeyi banda almak;etw auf \Band sprechen bir şeyi konuşarak banda almak5) ( Frequenzbereich) dalga kuşağı -
26 ağır
тяжёлый* * *1) врз. тяжёлыйağır bir yemek — тяжёлая пи́ща
ağır hava — тяжёлый во́здух
durum pek ağır — положе́ние кра́йне тяжёлое
2) ме́дленныйağır adımlar — ме́дленные / тяжёлые шаги́
3) степе́нный, уравнове́шенный, серьёзный; рассуди́тельный4) дорого́й, це́нныйağır hediyeler — це́нные пода́рки
ağır kumaş — а) тяжёлая ткань; б) дорога́я ткань
••- ağır basmak
- ağır çekmek
- ağır davranmak
- ağır durmak
- ağır gelmek
- ağırına gitmek
- ağır işitmek
- ağır söylemek -
27 более
çok,fazla; daha* * *1) ( больше) çok fazlaих бо́лее ста — sayısı yüzü aşkındır / yüzün üstündedir
получи́ть / собра́ть бо́лее полови́ны голосо́в — oyların yarısından çoğunu / fazlasını almak
за всю бо́лее чем столе́тнюю исто́рию э́того движе́ния — bu hareketin yüz küsur yıllık tarihi boyunca
ещё бо́лее ограни́чить что-л. — daha da sınırlamak
2) (для образования сравн. ст. прил., нареч.) dahaчита́й бо́лее внима́тельно — daha büyük bir dikkatle oku
положе́ние станови́лось всё бо́лее опа́сным / серье́зным — durum gitgide daha vahim bir nitelik kazanıyordu
••бо́лее и́ли ме́нее — az çok
тем бо́лее — üstelik; hele (hele); haydi haydi ( и подавно)
э́то не бо́лее чем благо́е пожела́ние — bu, iyi niyetli bir dilek olmaktan ileri / öteye gitmiyor
-
28 ознакомляться
несов.; сов. - ознако́митьсяbilgi edinmek / almak; fikir edinmek ( получать представление)ознакоми́ться с обстано́вкой — durum hakkında bilgi edinmek
-
29 откладывать
несов.; сов. - отложи́ть1) bir yana koymak; alıkoymak, ayırmakэ́ту кни́гу я отложи́л для вас — bu kitabı sizin için alıkoydum / ayırdım
он откла́дывал де́ньги на ста́рость — ihtiyarlığı için para ayırırdı
2) ertelemek, (arkaya) bırakmak, almakвы́боры отло́жены — seçim ertelendi
отло́женная па́ртия — шахм. ertelenen / askılı oyun
отло́женная пози́ция — шахм. zarf hamlesinden önceki durum
3) биол. yumurtlamakса́мка откла́дывает два-три яйца́ — dişi kuş iki üç yumurta yapar
-
30 требовать
talep etmek,istemek; gerektirmek; emretmek* * *несов.; сов. - потре́бовать1) talep etmek, istemekон от тебя́ за э́то (де́ло) ничего́ не потре́бует — bu iş için senden bir karşılık istemeyecektir
тре́бовать увеличе́ния зарпла́ты — ücretlere zam yapılmasını istemek, ücret zammı talebinde bulunmak
2) тк. несов. emretmek; gerektirmekэ́того тре́бует здра́вый смысл — sağduyu bunu emrediyor
3) gerektirmek, istemek; almakэ́то строи́тельство потре́бовало кру́пных капиталовложе́ний — bu inşaat büyük yatırımlar gerektirmişti
кросс тре́бует выно́сливости — kros yarışması dayanıklılık ister
э́того тре́бует конкре́тная обстано́вка — somut durum bunu gerektiriyor
пробле́ма, тре́бующая сро́чного реше́ния — acelen çözüm bekleyen sorun
э́то расте́ние тре́бует мно́го воды́ — bu bitki çok su ister
э́та рабо́та потре́бует мно́го вре́мени — bu iş çok vakit alacak
4) aramakвас тре́бует дире́ктор — sizi müdür arıyor
-
31 чрезвычайный
olağanüstü* * *врзчрезвыча́йный успе́х — olağanüstü bir başarı
чрезвыча́йный посо́л — fevkalade büyük elçi
чрезвыча́йный съезд — olağanüstü kongre
приня́ть чрезвыча́йные ме́ры — olağanüstü önlemler almak
объяви́ть чрезвыча́йное положе́ние — olağanüstü durum ilan etmek
приста́вить кому-л. чрезвыча́йные полномо́чия — olağanüstü yetkiler vermek
-
32 Position
Position beziehen tavır almak -
33 Stellung
Stellung f <Stellung; Stellungen> (Lage) durum; sozial konum, mevki; (Arbeitsplatz) iş, pozisyon;MIL die Stellung halten mevziini korumak;Stellung nehmen (zu … konusunda) tavır almak;Stellung nehmen für -den yana çıkmak;Stellung nehmen gegen -e karşı çıkmak -
34 zu
zu [tsu:]I präp\zu Hause evde;das Museum \zu Speyer Speyer Müzesi;Herzog \zu X X arşidükü;\zu beiden Seiten iki tarafta [o yanda];\zu seiner Rechten sağ tarafında;sie kommt \zu mir o bana geliyor;er geht \zum Bahnhof/\zur Post istasyona/postaneye gidiyor;es fiel \zu Boden yere düştü;\zu jdm hinsehen birine bakmak;das Zimmer liegt \zur Straße hin oda sokağa bakıyor2) (hin\zu, da\zu)er setzte sich \zu den anderen ötekilerin yanına oturdu;nehmen Sie Wein \zum Essen? yemeğin yanında şarap alır mısınız?3) ( zeitlich)\zu jener Zeit o zamanlar;ich kündige \zum 1. Mai 1 Mayıs'ta istifa ediyorum;\zu Anfang başta;\zu Ostern/Weihnachten Paskalya'da/Noel'de;\zum ersten Mal ilk defa olarak;\zu Mittag/Abend essen öğle/akşam yemeği yemek\zum Teil kısmen;in Kisten \zu (je) hundert Stück yüzerlik kasalarda;\zum halben Preis yarı fiyatına;das Kilo \zu drei Euro kilosu üç eurodan5) ( Art und Weise)\zu Recht haklı olarak;\zu Fuß yayan\zum Glück şansa;\zu allem Unglück bütün şanssızlıkların üstüne;ein Stift \zum Schreiben yazmak için bir kalem;\zur Unterhaltung eğlence için;es ist \zum Weinen ağlanacak durum;etwas \zum Essen/Lesen mitnehmen yanına yiyecek/okuyacak bir şey almak;kommst du \zum Frühstück/Abendessen? kahvaltıya/akşam yemeğine geliyor musun?;jdm \zum Geburtstag gratulieren birinin yaş gününü kutlamak7) ( Verhältnis)die Chancen stehen eins \zu zehn bire on şans var;eins \zu null für Galatasaray Galatasaray için bir sıfır8) ( in Bezug auf) ile ilgili olarak, hakkında, üzerine;\zu dieser Frage möchte ich Folgendes sagen:... bu sorun hakkında [o ile ilgili olarak] şunu söylemek isterim:...9) ( Verwandlung)das Wasser wurde \zu Eis sudan buz olduII adv1) ( allzu) pek, fazla(sıyla);\zu sehr pek çok, çok fazla;\zu viel gereğinden [o yeterinden] fazla; ( übertrieben) aşırı;\zu schnell aşırı hızla2) ( Richtung) -e doğru;nach Süden \zu güneye doğru4) ( zeitlich)ab und \zu arada sırada;von Zeit \zu Zeit zaman zaman1) ( mit Infinitiv)es ist schön, neue Leute kennen \zu lernen yeni insanlar tanımak güzel oluyor;es ist leicht \zu finden onu bulmak kolaydır2) ( mit Partizip Präsens)die \zu erledigende Arbeit bitirilmesi gereken iş -
35 جاذبية
جاذِبيَّة1. albeniAnlamı: alım, çekicilik, cazibe2. çekicilikAnlamı: çekici olma durumu3. alımAnlamı: almak ışı, ğönlü çeken durum, cazibe4. çekim -
36 سار
IسارٍbulaşıcıAnlamı: birinden başkasına geçen, bulaşanIIسارَ1. gitmekAnlamı: yürümek, yol almak2. yürümekAnlamı: adım atarak ilerlemek, gitmek3. davranmakسارّ1. memnunAnlamı: sevinç duyan, kıvançlı, mutlu2. bahtlıAnlamı: mutlu, talihli3. gailesizAnlamı: gailesi olmayan, dertsiz, dinç4. gamsızAnlamı: üzüntüsü olmayan5. hoşnutAnlamı: bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan6. mutluAnlamı: ongun, mesut7. keyifliAnlamı: keyfi yerinde, neşeli8. sevinçliAnlamı: sevinci olan9. şenAnlamı: sevinçli, neşeli10. bahtiyarAnlamı: mutlu, mesut -
37 intermédiaire
Ientre deux choses ara [a'ɾa]IIn m/fmédiateur aracı [aɾa'ʤɯ]◊Il a servi d'intermédiaire dans les échanges. — Alım satım işlemlerinde aracı olarak çalıştı.
♦ par l'intermédiaire de aracılığıyla
- 1
- 2
См. также в других словарях:
durum almak — 1) belli bir duruş biçimine geçmek 2) bir olay karşısında belli bir tavır almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
durum — is. 1) Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı. R. N. Güntekin 2) Duruş biçimi, konum 3) Bireyin toplum… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tavır almak (veya takınmak) — belli bir durum veya davranış biçimini benimsemek, vaziyet almak Bilgin değilim. Onun için yazılarımda da bilgince tavır takınmaktan çekinirim. O. V. Kanık Parçasını söylerken aldığı tavır, insanı gülmekten katıltacak kadar komik. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
vaziyet almak — 1) belli bir durum veya davranış biçimini benimsemek, tavır almak, tavır takınmak İşgalden sonra Rumların bize karşı nasıl bir vaziyet aldıklarını da pekâlâ biliyorduk. Y. K. Karaosmanoğlu 2) karşı çıkmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
belirmek — nsz 1) Önce belli veya görünür olmayan bir şey ortaya çıkmak, tezahür etmek Karanlıkların ardından birçok adamlar belirerek acayip birtakım eşyalar taşıyor. R. H. Karay 2) Bir düşünce veya durum kesin bir biçim almak, tebellür etmek Kafasında… … Çağatay Osmanlı Sözlük
sertleşmek — nsz 1) Sert bir durum almak, katılaşmak Yarı ağarmış yumuşak kumral sakal tersine dönerek diken gibi sertleşti. R. N. Güntekin 2) Gücü artmak, zorlu bir durum almak İklim sertleşti. 3) mec. Bir kimsenin davranış veya sözleri sert, kırıcı olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tatlılaşmak — nsz 1) Tatlı bir durum almak 2) mec. Sevimli, hoşa giden bir durum almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
eğilmek — nsz 1) Belirli bir yönle açı oluşturacak bir durum almak, bir yöne doğru çarpılmak:, dikliğini kaybetmek Sofraya pilav gelince Aziz eğilerek kokladı. C. Uçuk 2) İnsan, bir işi yapmak için belini eğmek Tenis oynarken yüz çeşit çeviklikler içinde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
görmek — i, ür 1) Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek Merdivenin başındaki paravanın arkasında garip bir sahne gördüm. A. Gündüz 2) Anlamak, kavramak, sezmek Türk iradesinin ne demek olduğunu da sen göreceksin. R. E. Ünaydın 3) Yanına… … Çağatay Osmanlı Sözlük
acılaşmak — nsz 1) Tadı bozulmak, acı olmak Yağ acılaştı. 2) Yemlerde genellikle yağ asitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana gelmek 3) mec. Dokunaklı duruma gelmek Sesi gerçekten acılaşmıştı. 4) mec. Konuşma kırıcı, sert… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağdalaşmak — nsz 1) Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak Reçel ağdalaştı. 2) mec. Sohbet tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak … Çağatay Osmanlı Sözlük