-
21 lier
v t1 bağlamak2 bağlı olmak3 unir yakınlaştırmak◊Cette mésaventure les a liés. — Bu aksilik onları yakınlaştırdı.
♦ être lié avec qqn birine bağlı olmak4 faire le lien bağlamak -
22 opposé
I1 en face karşı [kaɾ'ʃɯ]2 ters [teɾs]3 différent farklı4 défavorable karşı olanIIn m1 contraire karşıt, zıt [zɯt]a ters yöndeb -in tersine◊Il pense que tu as raison, à l'opposé de ton père. — Babanın tersine, senin haklı olduğunu düşünüyor.
-
23 plein
I1 rempli dolu [do'ɫu]◊La bouteille est pleine d'eau. — Şişe su dolu.
2 qui a beaucoup de dolu [do'ɫu]3 entier tam [tam]4 en plein tam içindeIIdolu [do'ɫu]çok [ʧok]IVn mcontenu total dolu [do'ɫu] -
24 porter
Iv t1 taşımak2 tenir tutmak3 soulever taşımak4 déplacer götürmek5 orienter yöneltmek, yoğunlaştırmak6 donner getirmek◊porter bonheur / malheur — uğur / uğursuzluk getirmek
7 porter plainte contre qqn birini adalete şikâyet etmekIIv i1 porter sur konusu olmak◊Le débat portait sur la justice. — Tartışma adalet konusundaydı.
2 s'entendre loin uzaktan duyulmak3 etkili olmak◊Notre pétition a porté. — Dilekçemiz etkili oldu.
-
25 pour
1 destiné à -(y)e, için, -den yana♦ être pour qqn, qqch bir şey ya da birinden yana olmak◊Je suis pour ce candidat. — Ben bu adaydan yanayım.
◊Il est pour. — O bundan yana.
2 ol- [oɫ'-]3 yerine [jeɾi'ne]4 par rapport à göre [ɟœ'ɾe]5 vers doğru [doː'ɾu]6 için [i'ʧin]7 yüzünden [jyzyn'den]8 karşılığında9 afin de (avec l'inf.) -mek için♦ pour que (avec le subj.) -mesi için◊J'ai tout fait pour qu'il vienne. — Gelmesi için herşeyi yaptım.
-
26 prise
I1 meşgul, tutulmuş◊Toutes les places sont prises. — Bütün yerler tutulmuş.
2 hasta, tutuk [tu'tuk]3 solide pıhtılaşmış4 pris de tutulmuşIIn f1 action alma, alınma2 alınan, tutulan3 manière tutuş4 prise électrique elektrik prizi5 prise de sang kan alma6 avoir prise sur üzerinde etkisi olmak◊Nous n'avons aucune prise sur sa décision. — Kararıyla ilgili olarak üzerinde hiç etkimiz yok.
7 prise de conscience bilinçlenme8 prise en charge bakımını yüklenmek9 prise d'otages rehin alma10 dose ilâç miktarı -
27 règle
n f1 instrument cetvel [ʤet'vel]2 convention, règlement, norme kural [ku'ɾaɫ]♦ en règle générale genellikle◊En règle générale, je me lève à 8h. — Genellikle, saat 8'de kalkarım.
♦ en règle kurala uygun3 les règles kadınlarda aybaşı -
28 relation
n f1 rapport ilişki [iliʃ'ci]2 contact ilişki [iliʃ'ci]3 personne tanıdık [tanɯ'dɯk]4 entre des pays ilişki [iliʃ'ci] -
29 répondre
Iv i1 yanıt vermek, cevap vermek◊Je lui ai répondu que je l'aiderai. — Ona kendisine yardım edeceğim yanıtını verdim.
2 à un appel yanıtlamak◊Ça ne répond pas. — Yanıt vermiyor.
3 s'opposer karşılık vermek◊Il répond à ses parents. — Anababasına karşılık veriyor.
4 répondre de qqn, de qqch birine, bir şeye kefil olmakIIv tdire ou écrire en retour yanıt vermek -
30 responsable
-
31 ruine
n f1 d'un bâtiment harabe [haɾaː'be]2 en ruine(s) harap, yıkık◊tomber en ruine — harap olmak, yıkılmış olmak
3 faillite iflas etmek -
32 s'assurer
-
33 se trouver
v pr1 se situer bulunmak◊Je me trouvais à Paris à ce moment-là. — O sırada ben Paris'te bulunuyordum.
2 olmak◊Cette ville se trouve au nord du pays. — Bu kent ülkenin kuzeyindedir.
3 dans tel état durumda olmak4 kendini hissetmek -
34 sens
In m1 signification anlam [an'ɫam]◊Cette phrase n'a pas de sens. — Bu cümle anlamsız.
◊sens figuré — mecaz anlamı, imgesel anlam
2 opinion düşünce, fikir [fi'ciɾ]◊À mon sens, ça ne fonctionnera pas. — Fikrimce, bu çalışmayacak.
3 talent anlayış, anlama yetisi4 bon sens sağduyu5 sensation duyu [du'ju]IIn m1 direction yön [jœn]◊La voiture venait en sens inverse. — Araba ters yönden geliyordu.
2 code de la route araçların gidiş yönü♦ sens giratoire dönel kavşak -
35 sensible
1 émotif duyarlı [dujaɾ'ɫɯ]2 impressionnable duyarlı [dujaɾ'ɫɯ]3 réceptif duyarlı [dujaɾ'ɫɯ]4 fragile duyarlı [dujaɾ'ɫɯ]5 appréciable kayda değer [kaj'da deeɾ]6 précis duyarlı [dujaɾ'ɫɯ] -
36 tenir
Iv t1 à la main elinde tutmak2 maintenir tutmak, saklamak3 diriger iş tutmak, işletmek4 dire söylemek, demek5 tutmak6 tutmak7 apprendre de almak, sağlamak8 tiens ! / tenez ! buyrun !◊Tiens, voici ton courrier. — Buyur, işte mektupların.
IIv i1 aimer bağlı olmak◊Il tient beaucoup à elle. — Oğlan kıza çok bağlı.
2 vouloir çok istemek3 benzemek4 se maintenir kalmak5 résister dayanmak◊La tente n'a pas tenu pendant la tempête. — Çadır fırtınaya dayanamadı.
6 dans un espace clos sığmak7 être tenu à qqch -(y)e bağlı olmak8 être tenu de faire qqch -zorunda olmak9 tiens ! işte ! -
37 tête
n f1 partie du corps baş [baʃ]2 visage surat [su'ɾat]♦ faire la tête surat asmak3 esprit akıl [a'kɯɫ]4 se mettre en tête de kafasına koymak5 de tête kafadan6 première place baş [baʃ]7 présidence baş yer8 individu adam, kişi [ci'ʃi]9 ön [œn]10 tête de lit başucu11 partie supérieure baş [baʃ] -
38 valoir
Iv i1 coûter -etmek, -değerinde olmak◊Ce tableau vaut 5000 euros. — Bu resim 5000 euro değerinde.
◊Cet objet vaut cher. — Bu nesne değerli.
2 concerner geçerli olmak◊Cette règle vaut pour tous. — Bu kural herkes için geçerli
3 değmek◊Le voyage vaut la peine. — Bu yolculuğu yapmaya değer.
4 il vaut mieux yeğ olmak◊Il vaut mieux attendre. — Beklemek yeğdir.
◊Il vaut mieux que je parte. — Gitmem daha iyi.
5 faire valoir kabul ettirmekIIv tvaloir qqch à qqn birine bir şey getirmek◊Cela lui a valu des critiques. — Bu durum ona eleştiriler getirdi.
-
39 vue
Ibien / mal vu iyi tanınmak◊Il est bien vu de tout le monde. — O herkes tarafından iyi biri olarak tanınır.
IIn f1 sens görme2 regard bakma♦ connaître qqn de vue - ile göz aşinalığı olmak3 panorama görünüm [ɟœɾy'nym]4 dessin, image resim, çizim [ʧi'zim]5 idée görüş [ɟœ'ɾyʃ]6 avoir des vues sur qqch ou qqn bir şeye, bir kimseye göz koymak7 à première vue ilk bakışta◊À première vue, cela semble simple. — İlk bakışta, bu basit görünüyor.
8 en vue de amacıyla9 avoir qqch en vue bir şeyi düşünmek -
40 abonner
v prabone olmak◊s'abonner à une revue / un festival de musique — bir dergiye / bir müzik festivaline / abone olmak
См. также в других словарях:
olmak — nsz, ur 1) Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. S. F. Abasıyanık 2) Gerçekleşmek veya yapılmak 3) Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından… … Çağatay Osmanlı Sözlük
içeride olmak — 1) zarar etmiş olmak, borçlanmış olmak 2) hapishanede olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
baş olmak — 1) küçük bir işte de olsa başta olmak, sözü dinlenir bir kimse olmak 2) önde gelmek, lider olmak Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük
yeri olmak — 1) uygun olmak 2) sırası, uygun zamanı olmak 3) saygınlığı olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
raci olmak — (A. T.) ait olmak, dönük olmak, yönelik olmak … Osmanli Türkçesİ sözlüğü
ayan olmak — belli olmak, bilinir olmak Onun duru aydınlığında alın yazımızın en çapraşık satırları, bize, birdenbire ayan oluverir. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
dahli olmak — (bir işte) bir işe karışmış olmak, bir işte parmağı olmak Yok, paşa kardeş, bu zaferde benim dahlim yok. F. F. Tülbentçi … Çağatay Osmanlı Sözlük
dut gibi olmak — 1) çok sarhoş olmak 2) utanmak, mahcup olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ehil olmak — ustalaşmak, uzman olmak Dikkat ettim, bu adamda, her işte ehil olmak merakı var. Y. Z. Ortaç … Çağatay Osmanlı Sözlük
ense kulak yerinde olmak — tkz. 1) iri yarı olmak 2) kelli felli olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
formda olmak — gerekli güç ve yeteneklere sahip olmak Güreşçilerimiz formda olmak zorundadır … Çağatay Osmanlı Sözlük