Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

yeri+olmak

  • 21 Betrieb

    Betrieb <-(e) s, -e> m
    1. 1) ( Unternehmen) işletme
    2) ( handwerklich) atölye, iş yeri
    3) (Gewerbe\Betrieb) ticarethane
    4) ( Belegschaft) personel
    2. <- (e) s> m kein pl
    1) ( Tätigkeit) faaliyet; ( das Arbeiten) çalışma;
    in \Betrieb sein çalışmakta [o işler durumda] olmak;
    etw in \Betrieb nehmen bir şeyi faaliyete geçirmek, bir şeyi çalıştırmak;
    außer \Betrieb sein bozuk [o işlemez] olmak; ( Automat) servis dışı olmak
    2) ( fam) kalabalık; ( reger Verkehr) işleklik, gelen geçen [o giden]; ( lebhaftes Treiben) hareket;
    in der Stadt war viel \Betrieb şehir ana baba günüydü

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Betrieb

  • 22 frei

    frei [fraı] adj
    1) ( unabhängig) serbest; ( in Freiheit) özgür, hür;
    \freier Mitarbeiter serbest eleman;
    das ist alles \frei erfunden bunların hepsi palavradır;
    jdm \freie Hand lassen birini hareketlerinde serbest bırakmak;
    aus \freien Stücken kendi isteğiyle;
    \frei sprechen serbest konuşmak, rahat konuşmak, sıkılmadan konuşmak;
    sie kann \frei wählen istediği gibi seçebilir;
    \frei laufende Hühner serbest dolaşan tavuklar;
    der Verbrecher läuft noch \frei herum cani hâlâ ortalıkta dolaşıyor, cani henüz yakalanmadı;
    \frei für Kinder ab 12 Jahren 12 yaşından büyük çocuklara serbesttir;
    sich dat einen Tag \frei nehmen bir gün için işten izin almak
    2) ( befreit)
    sie ist \frei von Vorurteilen ön yargısı yoktur;
    jdn auf \freien Fuß setzen ( fig) birini serbest bırakmak;
    für etw \freie Fahrt geben ( fig) bir şey için yeşil ışık yakmak;
    den Dingen \freien Lauf lassen iş(ler) i oluruna bırakmak
    3) ( offen) açık;
    \freie Fahrt haben yolu açık olmak;
    unter \freiem Himmel açıkta, açık havada;
    \frei lassen ( nicht besetzen) boş bırakmak; ( nicht beschreiben) boş bırakmak;
    \frei stehen ( Haus) müstakil olmak; ( Baum) tek başına durmak; ( Spieler) boşta durmak
    4) ( Stuhl) boş; ( Arbeitsstelle) boş;
    ist hier \frei? burası boş mu?;
    Zimmer \frei! boş odamız var!;
    einen Platz \frei machen bir yeri boşaltmak
    5) wirtsch ( unentgeltlich) ücretsiz; ( kostenlos) bedava;
    Eintritt \frei giriş ücretsiz;
    \frei Haus eve teslim;
    \freie Marktwirtschaft serbest piyasa ekonomisi;
    \freier Mitarbeiter sözleşmesiz eleman
    6) chem, phys serbest;
    \freie Elektronen serbest elektronlar
    7) ( Ansichten) serbest, hür, bağımsız
    8) ( verfügbar)
    \freie Zeit haben boş zamanı olmak;
    sind Sie \frei? boş musunuz?
    9) (\freimütig) açık sözlü;
    ich bin so \frei müsaadenizle

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > frei

  • 23 финиш

    varış yeri
    * * *
    м
    finiş, varış; varış yeri ( место)

    за киломе́тр до фи́ниша — varışa bir kilometre kala

    судья́ на фи́нише — varış hakemi

    пе́рвым прийти́ к фи́нишу — finişte birinci olmak

    Русско-турецкий словарь > финиш

  • 24 spot

    adj. peşin para ile yapılan, hemen teslim edilen
    ————————
    n. nokta, benek, leke, puan, yer, olay yeri, ayıp, reklâm, reklâm spotu, azıcık miktar, zor durum, gece klübü, eğlence yeri, spot, sahne ışığı
    ————————
    v. benek yapmak, lekelemek, nokta yapmak, beneklemek, seçmek, ayırt etmek, görmek, tanımak, yerleştirmek, yerine koymak, yerini saptamak, lekelenmek, benek benek olmak
    * * *
    1. benek 2. benek (n.) 3. farket (v.) 4. spot (n.)
    * * *
    [spot] 1. noun
    1) (a small mark or stain (made by mud, paint etc): She was trying to remove a spot of grease from her skirt.) leke
    2) (a small, round mark of a different colour from its background: His tie was blue with white spots.) benek, nokta
    3) (a pimple or red mark on the skin caused by an illness etc: She had measles and was covered in spots.) sivilce, ben
    4) (a place or small area, especially the exact place (where something happened etc): There was a large number of detectives gathered at the spot where the body had been found.) yer
    5) (a small amount: Can I borrow a spot of sugar?) biraz, azıcık
    2. verb
    1) (to catch sight of: She spotted him eventually at the very back of the crowd.) görmek, fark etmek
    2) (to recognize or pick out: No-one watching the play was able to spot the murderer.) belirlemek, bulmak
    - spotlessly
    - spotlessness
    - spotted
    - spotty
    - spottiness
    - spot check
    - spotlight
    3. verb
    1) (to light with a spotlight: The stage was spotlit.) projektörle aydınlatmak
    2) (to show up clearly or draw attention to: The incident spotlighted the difficulties with which we were faced.) dikkat çekmek
    - on the spot
    - spot on

    English-Turkish dictionary > spot

  • 25 توجع

    I
    تَوَجَّعَ
    1. ahlamak
    Anlamı: iç çekmek, ah etmek, ah çekmek
    2. zonklamak
    Anlamı: (vücudun bir yeri)nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak
    3. kıyınmak
    4. acınmak
    Anlamı: yerinmek, eseflenmek
    5. ıhlamak
    6. incinmek
    7. hayıflanmak
    Anlamı: acımak, üzülmek, esef etmek
    8. çırpınmak
    9. kıvranmak
    Anlamı: acı çekmek
    II
    تَوَجُّع
    1. gaile
    Anlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü
    2. eziyet
    Anlamı: aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü
    3. işkence
    Anlamı: eziyet
    4. elem
    Anlamı: dert, acı
    5. ezinç
    Anlamı: şiddetli acı ve sıkıntı, azap
    6. eza
    Anlamı: üzme, sıkıntı verme
    7. acıma
    Anlamı: acımak işi
    8. ağrı
    9. acıtmak

    Arapça-Türkçe Sözlük( قاموس عربي-تركي) > توجع

  • 26 lieu

    I
    n m (pl lieux)
    1 endroit yer [jeɾ]
    les lieux olay yeri
    2 en premier lieu en başta
    3 avoir lieu olmak, cereyan etmek
    4 au lieu de yerine
    5 au lieu de faire qqch bir şey yapmak yerine

    Tu ferais mieux de m'aider au lieu de te moquer. — Alay edeceğine bana yardım et.

    6 donner lieu à -(e) yol açmak
    II
    n m (pl lieus)
    poisson mezgit balığı

    Dictionnaire Français-Turc > lieu

  • 27 cilvegâh

    arapça-farsça جلوه گاه görünme yeri. cilvegâh olmak yatak teşkil etmek, yurt olmak.

    Osmanlı Türkçesi Sözlüğü > cilvegâh

  • 28 mazhar

    arapça مظهر 1.ortaya çıkış yeri. 2.şereflenme, nail olma. mazhar olmak karşılaşmak, nail olmak.

    Osmanlı Türkçesi Sözlüğü > mazhar

  • 29 назначение

    tayin
    * * *
    с

    назначе́ние зарпла́ты — maaş bağlama

    да́та / вре́мя назначе́ния пе́нсии — emekli maaşının bağlanış tarihi

    2) alama; tayin; getirme

    получи́ть но́вое назначе́ние — yeni bir görev almak

    отвеча́ть своему́ назначе́нию — görevine uygun olmak

    испо́льзовать что-л. по назначе́нию — güdülen amaca uygun alarak kullanmak; görevine göre kullanmak

    испо́льзовать не по назначе́нию — amaç dışı kullanmak

    строи́тельство зда́ний социа́льного назначе́ния — sosyal amaçlı binalar yapılması

    ••

    ме́сто назначе́ния (письма, посылки и т. п.)varış yeri

    порт назначе́ния — varış limanı

    прибы́ть к ме́сту назначе́ния — görev aldığı yere varmak

    Русско-турецкий словарь > назначение

  • 30 положение

    с
    1) врз durum; konum

    географи́ческое положе́ние страны́ — ülkenin coğrafi konumu

    в сидя́чем положе́нии — oturur / oturmuş durumda, oturarak

    положе́ние же́нщины в о́бществе — kadının toplumdaki konumu

    его́ положе́ние в семье́ — onun aile içindeki durumu / yeri

    семе́йное положе́ние — ailevi durum

    он занима́л бо́лее ва́жное положе́ние, чем вы — sizden daha önemli bir konuma / mevkiye sahipti

    оказа́ться в тру́дном положе́нии — güç duruma düşmek

    междунаро́дное положе́ние — uluslararası durum

    изба́виться от положе́ния полуколо́нии — yarı-sömürge bir ülke olmaktan kurtulmak

    объя́влено чрезвыча́йное положе́ние — olağanüstü durum ilan edildi

    2) ( свод правил) tüzük (-ğü)
    3) ilke; hüküm (- kmü); sav, tez ( тезис)

    основны́е положе́ния диалекти́ческого материали́зма — diyalektik maddeciliğin temel ilkeleri

    вре́менные положе́ния зако́на — yasanın geçici hükümleri

    вы́двинутое им положе́ние — ortaya attığı tez / sav

    ••

    положе́ние вне игры́ — спорт. ofsayt

    быть / находи́ться в положе́нии вне игры́ — ofsayt (pozisyonda) olmak

    она в положе́нии — hamiledir

    Русско-турецкий словарь > положение

  • 31 pit

    n. çukur, oyuk, kuyu, maden ocağı, parter [tiy.], orkestra yeri, çopur, çekirdek, meyve çekirdeği
    ————————
    v. çukurlaşmak, oyuk oyuk olmak, çukur yapmak, iz bırakmak (ciltte), çukura koymak, çopur bırakmak, çekirdeğini çıkarmak
    * * *
    1. çukur 2. oyuk 3. çukura yerleştir (v.) 4. çukur (n.)
    * * *
    I 1. [pit] noun
    1) (a large hole in the ground: The campers dug a pit for their rubbish.) çukur
    2) (a place from which minerals are dug, especially a coal-mine: a chalk-pit; He works at/down the pit.)... ocağı, kuyu
    3) (a place beside a motor race track for repairing and refuelling racing cars: The leading car has gone into the pit(s).) ikmal noktası, pit
    2. verb
    ((with against) to set (a person or thing) against another in a fight, competition etc: He was pitted against a much stronger man.) kapıştırmak, boy ölçüştürmek
    II 1. [pit] noun
    (the hard stone of a peach, cherry etc.) çekirdek
    2. verb
    (to remove the stone from (a peach, cherry etc).) çekirdeğini çıkarmak

    English-Turkish dictionary > pit

  • 32 pitch

    n. zift, derece, aşama, basamak, perde (ses), vida adımı, eğim, yokuş (uçak), testere dişi, alan, saha, tezgâh, işportacı tezgâhı, göz boyama
    ————————
    v. ziftlemek, zift kaplamak, atmak, çakmak, kurmak, yerleştirmek, yüklemek, akort etmek, perdesini ayarlamak (ses), taş döşemek (yol), sunmak (mal), düşmek, yalpalamak, sendelemek, eğimli olmak, kur yapmak, sokaklarda satmak
    * * *
    1. alçalma yükselme açısı (n.) 2. fırlat (v.) 3. derece (n.)
    * * *
    I 1. [pi ] verb
    1) (to set up (a tent or camp): They pitched their tent in the field.) kurmak
    2) (to throw: He pitched the stone into the river.) atmak, fırlatmak
    3) (to (cause to) fall heavily: He pitched forward.) birden hızla düşmek
    4) ((of a ship) to rise and fall violently: The boat pitched up and down on the rough sea.) yalpalamak, baş kıç vurmak
    5) (to set (a note or tune) at a particular level: He pitched the tune too high for my voice.) belirli bir perdeye akort etmek
    2. noun
    1) (the field or ground for certain games: a cricket-pitch; a football pitch.) alan, saha
    2) (the degree of highness or lowness of a musical note, voice etc.) ses perdesi
    3) (an extreme point or intensity: His anger reached such a pitch that he hit her.) en yüksek düzey
    4) (the part of a street etc where a street-seller or entertainer works: He has a pitch on the High Street.) satış yeri
    5) (the act of pitching or throwing or the distance something is pitched: That was a long pitch.) atma fırlatma
    6) ((of a ship) the act of pitching.) yalpalama, baş kıç vurma
    - pitcher
    - pitched battle
    - pitchfork
    II [pi ] noun
    (a thick black substance obtained from tar: as black as pitch.) simsiyah; zifirî karanlık; zift türevi

    English-Turkish dictionary > pitch

  • 33 be cramped for space

    v. yeri dar olmak, sıkışmak

    English-Turkish dictionary > be cramped for space

  • 34 be cramped for space

    v. yeri dar olmak, sıkışmak

    English-Turkish dictionary > be cramped for space

  • 35 gehören

    gehören <gehört, h>
    1. v/i (D oder zu -e) ait olmak;
    gehört dir das? bu senin mi?;
    das gehört nicht hierher bu başka konu; bunun yeri burası değil
    2. v/r: sich gehören uymak, yakışık almak;
    das gehört sich nicht! yakışık almaz!

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > gehören

  • 36 Gut

    Gut n <-s; Güter> ÖKON mal; (Besitz) mülk; (Landgut) çiftlik
    1. adj iyi; Wetter a güzel;
    gut aussehend çekici, Mann yakışıklı;
    gut bezahlt adj parası iyi; iyi maaşlı (Arbeit);
    gut gebaut iri yapılı;
    gut gehen yolunda gitmek, başarıyla sonuçlanmak;
    gut gelaunt keyfi yerinde, neşeli;
    gut gemeint iyi niyetle söylenmiş/yapılmış;
    gut situiert hali vakti yerinde;
    gut tun iyi gelmek;
    ganz gut fena değil;
    also gut! peki öyleyse!;
    schon gut ! önemi yok!;
    (wieder) gut werden tekrar düzelmek;
    gute Reise! iyi yolculuklar!;
    sei bitte so gut und hilf mir bana yardım eder misin lütfen?;
    mir ist nicht gut! ben iyi değilim!;
    in etwas gut sein -de iyi olmak;
    wozu soll das gut sein? bu da nesi?; bu neye yarar ki?;
    lass ( mal oder es) gut sein! bırak, üstüne varma!;
    so gut wie nichts hiçbir şey dense yeri(dir);
    gut zwei Stunden rahat iki saat; iki saatten fazla;
    sich im Gut en trennen kavgasız ayrılmak
    2. adv iyi;
    du hast es gut senin işin iş;
    es ist gut möglich gayet mümkün;
    es gefällt mir gut hoşuma gidiyor/gitti;
    gut gemacht! iyi oldu!, aferin!;
    machs gut! hoşça kal!

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > Gut

  • 37 gut

    1. adj iyi; Wetter a güzel;
    gut aussehend çekici, Mann yakışıklı;
    gut bezahlt adj parası iyi; iyi maaşlı (Arbeit);
    gut gebaut iri yapılı;
    gut gehen yolunda gitmek, başarıyla sonuçlanmak;
    gut gelaunt keyfi yerinde, neşeli;
    gut gemeint iyi niyetle söylenmiş/yapılmış;
    gut situiert hali vakti yerinde;
    gut tun iyi gelmek;
    ganz gut fena değil;
    also gut! peki öyleyse!;
    schon gut ! önemi yok!;
    (wieder) gut werden tekrar düzelmek;
    gute Reise! iyi yolculuklar!;
    sei bitte so gut und hilf mir bana yardım eder misin lütfen?;
    mir ist nicht gut! ben iyi değilim!;
    in etwas gut sein -de iyi olmak;
    wozu soll das gut sein? bu da nesi?; bu neye yarar ki?;
    lass ( mal oder es) gut sein! bırak, üstüne varma!;
    so gut wie nichts hiçbir şey dense yeri(dir);
    gut zwei Stunden rahat iki saat; iki saatten fazla;
    sich im Gut en trennen kavgasız ayrılmak
    2. adv iyi;
    du hast es gut senin işin iş;
    es ist gut möglich gayet mümkün;
    es gefällt mir gut hoşuma gidiyor/gitti;
    gut gemacht! iyi oldu!, aferin!;
    machs gut! hoşça kal!

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > gut

  • 38 Naht

    Naht f <Naht; Nähte> dikiş; MED dikiş (yeri);
    fam aus allen Nähten platzen tıka basa dolu olmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > Naht

  • 39 sattelfest

    sattelfest adj (in -de) -in yeri sağlam olmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > sattelfest

  • 40 Bock

    Bock <-(e) s, Böcke> [bɔk, pl 'bœkə] m
    1) zool ( männliches Tier) erkek hayvan; (Schaf\Bock) koç; (Ziegen\Bock) teke, erkeç; (Ried\Bock) antilop;
    einen \Bock schießen ( fig) gaf yapmak, pot kırmak, çam devirmek;
    dem \Bock zum Gärtner machen ( fig) o ( fam) kediye ciğer ısmarlamak
    2) ( fam) ( Mensch)
    geiler \Bock zampara;
    er ist ein sturer \Bock çok keçidir [o inatçıdır];
    einen \Bock haben keçi inadı olmak
    3) ( fam) ( Lust) heves ( auf -e);
    (k) einen \Bock haben, etw zu tun bir şeyi yapmaya hevesi ol(ma) mak
    4) sport kasa
    5) ( Gestell) sehpa, ayaklık
    6) auto takoz, destek
    7) (Kutsch\Bock) arabacı yeri

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Bock

См. также в других словарях:

  • yeri olmak — 1) uygun olmak 2) sırası, uygun zamanı olmak 3) saygınlığı olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kitapta yeri olmak — din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • başı üstünde yeri olmak — 1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet. T. Dursun K 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri gelmek — sırası gelmek, zamanı uygun olmak Yeri gelmişken delikanlılara bir öğüt notu daha düşeyim. R. Erduran …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri yurdu belirsiz olmak — belli bir yeri olmamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yeri göğü ben yarattım demek — çok gururlu olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • makes olmak — (A. T.) yansıtmak, yansıma yeri olmak …   Osmanli Türkçesİ sözlüğü

  • kilit kürek olmak — bir yeri korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak ... evime kilit kürek ol diye onun sırtını okşar. R. N. Güntekin …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mal olmak — 1) bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek 2) bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak Avcılık hayatına mal oldu. 3) bir yeri, bir şeyi benimsenmek Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçiler henüz tamamıyla bu partiye mal… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • şeytanın yattığı yeri bilmek — bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açıkgöz olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»