-
21 Betrieb
Betrieb <-(e) s, -e> m2) ( handwerklich) atölye, iş yeri3) (Gewerbe\Betrieb) ticarethane4) ( Belegschaft) personelin \Betrieb sein çalışmakta [o işler durumda] olmak;etw in \Betrieb nehmen bir şeyi faaliyete geçirmek, bir şeyi çalıştırmak;außer \Betrieb sein bozuk [o işlemez] olmak; ( Automat) servis dışı olmak2) ( fam) kalabalık; ( reger Verkehr) işleklik, gelen geçen [o giden]; ( lebhaftes Treiben) hareket;in der Stadt war viel \Betrieb şehir ana baba günüydü -
22 frei
\freier Mitarbeiter serbest eleman;das ist alles \frei erfunden bunların hepsi palavradır;jdm \freie Hand lassen birini hareketlerinde serbest bırakmak;aus \freien Stücken kendi isteğiyle;\frei sprechen serbest konuşmak, rahat konuşmak, sıkılmadan konuşmak;sie kann \frei wählen istediği gibi seçebilir;\frei laufende Hühner serbest dolaşan tavuklar;der Verbrecher läuft noch \frei herum cani hâlâ ortalıkta dolaşıyor, cani henüz yakalanmadı;\frei für Kinder ab 12 Jahren 12 yaşından büyük çocuklara serbesttir;2) ( befreit)sie ist \frei von Vorurteilen ön yargısı yoktur;jdn auf \freien Fuß setzen ( fig) birini serbest bırakmak;für etw \freie Fahrt geben ( fig) bir şey için yeşil ışık yakmak;den Dingen \freien Lauf lassen iş(ler) i oluruna bırakmak3) ( offen) açık;\freie Fahrt haben yolu açık olmak;unter \freiem Himmel açıkta, açık havada;\frei lassen ( nicht besetzen) boş bırakmak; ( nicht beschreiben) boş bırakmak;ist hier \frei? burası boş mu?;Zimmer \frei! boş odamız var!;einen Platz \frei machen bir yeri boşaltmakEintritt \frei giriş ücretsiz;\frei Haus eve teslim;\freie Marktwirtschaft serbest piyasa ekonomisi;\freier Mitarbeiter sözleşmesiz eleman\freie Elektronen serbest elektronlar7) ( Ansichten) serbest, hür, bağımsız8) ( verfügbar)\freie Zeit haben boş zamanı olmak;sind Sie \frei? boş musunuz?9) (\freimütig) açık sözlü;ich bin so \frei müsaadenizle -
23 финиш
varış yeri* * *мfiniş, varış; varış yeri ( место)за киломе́тр до фи́ниша — varışa bir kilometre kala
судья́ на фи́нише — varış hakemi
пе́рвым прийти́ к фи́нишу — finişte birinci olmak
-
24 spot
adj. peşin para ile yapılan, hemen teslim edilen————————n. nokta, benek, leke, puan, yer, olay yeri, ayıp, reklâm, reklâm spotu, azıcık miktar, zor durum, gece klübü, eğlence yeri, spot, sahne ışığı————————v. benek yapmak, lekelemek, nokta yapmak, beneklemek, seçmek, ayırt etmek, görmek, tanımak, yerleştirmek, yerine koymak, yerini saptamak, lekelenmek, benek benek olmak* * *1. benek 2. benek (n.) 3. farket (v.) 4. spot (n.)* * *[spot] 1. noun1) (a small mark or stain (made by mud, paint etc): She was trying to remove a spot of grease from her skirt.) leke2) (a small, round mark of a different colour from its background: His tie was blue with white spots.) benek, nokta3) (a pimple or red mark on the skin caused by an illness etc: She had measles and was covered in spots.) sivilce, ben4) (a place or small area, especially the exact place (where something happened etc): There was a large number of detectives gathered at the spot where the body had been found.) yer5) (a small amount: Can I borrow a spot of sugar?) biraz, azıcık2. verb1) (to catch sight of: She spotted him eventually at the very back of the crowd.) görmek, fark etmek2) (to recognize or pick out: No-one watching the play was able to spot the murderer.) belirlemek, bulmak•- spotless- spotlessly
- spotlessness
- spotted
- spotty
- spottiness
- spot check
- spotlight 3. verb1) (to light with a spotlight: The stage was spotlit.) projektörle aydınlatmak2) (to show up clearly or draw attention to: The incident spotlighted the difficulties with which we were faced.) dikkat çekmek•- on the spot
- spot on -
25 توجع
Iتَوَجَّعَ1. ahlamakAnlamı: iç çekmek, ah etmek, ah çekmek2. zonklamakAnlamı: (vücudun bir yeri)nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak3. kıyınmak4. acınmakAnlamı: yerinmek, eseflenmek5. ıhlamakAnlamı: hastalıktan inlemek6. incinmek7. hayıflanmakAnlamı: acımak, üzülmek, esef etmek8. çırpınmakAnlamı: acı ile kıvranmak9. kıvranmakAnlamı: acı çekmekIIتَوَجُّع1. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü2. eziyetAnlamı: aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü3. işkenceAnlamı: eziyet4. elemAnlamı: dert, acı5. ezinçAnlamı: şiddetli acı ve sıkıntı, azap6. ezaAnlamı: üzme, sıkıntı verme7. acımaAnlamı: acımak işi8. ağrıAnlamı: şiddetli ve sürekli bir acı9. acıtmak -
26 lieu
In m (pl lieux)1 endroit yer [jeɾ]♦ les lieux olay yeri2 en premier lieu en başta3 avoir lieu olmak, cereyan etmek4 au lieu de yerine5 au lieu de faire qqch bir şey yapmak yerine◊Tu ferais mieux de m'aider au lieu de te moquer. — Alay edeceğine bana yardım et.
6 donner lieu à -(e) yol açmakIIn m (pl lieus)poisson mezgit balığı -
27 cilvegâh
arapça-farsça جلوه گاه görünme yeri. cilvegâh olmak yatak teşkil etmek, yurt olmak. -
28 mazhar
arapça مظهر 1.ortaya çıkış yeri. 2.şereflenme, nail olma. mazhar olmak karşılaşmak, nail olmak. -
29 назначение
tayin* * *с1) bağlamaназначе́ние зарпла́ты — maaş bağlama
да́та / вре́мя назначе́ния пе́нсии — emekli maaşının bağlanış tarihi
2) alama; tayin; getirmeполучи́ть но́вое назначе́ние — yeni bir görev almak
3) görevотвеча́ть своему́ назначе́нию — görevine uygun olmak
испо́льзовать что-л. по назначе́нию — güdülen amaca uygun alarak kullanmak; görevine göre kullanmak
испо́льзовать не по назначе́нию — amaç dışı kullanmak
строи́тельство зда́ний социа́льного назначе́ния — sosyal amaçlı binalar yapılması
••ме́сто назначе́ния (письма, посылки и т. п.) — varış yeri
порт назначе́ния — varış limanı
прибы́ть к ме́сту назначе́ния — görev aldığı yere varmak
-
30 положение
с1) врз durum; konumгеографи́ческое положе́ние страны́ — ülkenin coğrafi konumu
в сидя́чем положе́нии — oturur / oturmuş durumda, oturarak
положе́ние же́нщины в о́бществе — kadının toplumdaki konumu
его́ положе́ние в семье́ — onun aile içindeki durumu / yeri
семе́йное положе́ние — ailevi durum
он занима́л бо́лее ва́жное положе́ние, чем вы — sizden daha önemli bir konuma / mevkiye sahipti
оказа́ться в тру́дном положе́нии — güç duruma düşmek
междунаро́дное положе́ние — uluslararası durum
изба́виться от положе́ния полуколо́нии — yarı-sömürge bir ülke olmaktan kurtulmak
объя́влено чрезвыча́йное положе́ние — olağanüstü durum ilan edildi
2) ( свод правил) tüzük (-ğü)основны́е положе́ния диалекти́ческого материали́зма — diyalektik maddeciliğin temel ilkeleri
вре́менные положе́ния зако́на — yasanın geçici hükümleri
вы́двинутое им положе́ние — ortaya attığı tez / sav
••положе́ние вне игры́ — спорт. ofsayt
быть / находи́ться в положе́нии вне игры́ — ofsayt (pozisyonda) olmak
она в положе́нии — hamiledir
-
31 pit
n. çukur, oyuk, kuyu, maden ocağı, parter [tiy.], orkestra yeri, çopur, çekirdek, meyve çekirdeği————————v. çukurlaşmak, oyuk oyuk olmak, çukur yapmak, iz bırakmak (ciltte), çukura koymak, çopur bırakmak, çekirdeğini çıkarmak* * *1. çukur 2. oyuk 3. çukura yerleştir (v.) 4. çukur (n.)* * *I 1. [pit] noun1) (a large hole in the ground: The campers dug a pit for their rubbish.) çukur2) (a place from which minerals are dug, especially a coal-mine: a chalk-pit; He works at/down the pit.)... ocağı, kuyu3) (a place beside a motor race track for repairing and refuelling racing cars: The leading car has gone into the pit(s).) ikmal noktası, pit2. verb((with against) to set (a person or thing) against another in a fight, competition etc: He was pitted against a much stronger man.) kapıştırmak, boy ölçüştürmek- pitfallII 1. [pit] noun(the hard stone of a peach, cherry etc.) çekirdek2. verb(to remove the stone from (a peach, cherry etc).) çekirdeğini çıkarmak -
32 pitch
n. zift, derece, aşama, basamak, perde (ses), vida adımı, eğim, yokuş (uçak), testere dişi, alan, saha, tezgâh, işportacı tezgâhı, göz boyama————————v. ziftlemek, zift kaplamak, atmak, çakmak, kurmak, yerleştirmek, yüklemek, akort etmek, perdesini ayarlamak (ses), taş döşemek (yol), sunmak (mal), düşmek, yalpalamak, sendelemek, eğimli olmak, kur yapmak, sokaklarda satmak* * *1. alçalma yükselme açısı (n.) 2. fırlat (v.) 3. derece (n.)* * *I 1. [pi ] verb1) (to set up (a tent or camp): They pitched their tent in the field.) kurmak2) (to throw: He pitched the stone into the river.) atmak, fırlatmak3) (to (cause to) fall heavily: He pitched forward.) birden hızla düşmek4) ((of a ship) to rise and fall violently: The boat pitched up and down on the rough sea.) yalpalamak, baş kıç vurmak5) (to set (a note or tune) at a particular level: He pitched the tune too high for my voice.) belirli bir perdeye akort etmek2. noun1) (the field or ground for certain games: a cricket-pitch; a football pitch.) alan, saha2) (the degree of highness or lowness of a musical note, voice etc.) ses perdesi3) (an extreme point or intensity: His anger reached such a pitch that he hit her.) en yüksek düzey4) (the part of a street etc where a street-seller or entertainer works: He has a pitch on the High Street.) satış yeri5) (the act of pitching or throwing or the distance something is pitched: That was a long pitch.) atma fırlatma6) ((of a ship) the act of pitching.) yalpalama, baş kıç vurma•- - pitched- pitcher
- pitched battle
- pitchfork II [pi ] noun(a thick black substance obtained from tar: as black as pitch.) simsiyah; zifirî karanlık; zift türevi -
33 be cramped for space
v. yeri dar olmak, sıkışmak -
34 be cramped for space
v. yeri dar olmak, sıkışmak -
35 gehören
gehören <gehört, h>1. v/i (D oder zu -e) ait olmak;gehört dir das? bu senin mi?;das gehört nicht hierher bu başka konu; bunun yeri burası değil2. v/r: sich gehören uymak, yakışık almak;das gehört sich nicht! yakışık almaz! -
36 Gut
1. adj iyi; Wetter a güzel;gut aussehend çekici, Mann yakışıklı;gut bezahlt adj parası iyi; iyi maaşlı (Arbeit);gut gebaut iri yapılı;gut gehen yolunda gitmek, başarıyla sonuçlanmak;gut gelaunt keyfi yerinde, neşeli;gut gemeint iyi niyetle söylenmiş/yapılmış;gut situiert hali vakti yerinde;gut tun iyi gelmek;ganz gut fena değil;also gut! peki öyleyse!;schon gut ! önemi yok!;(wieder) gut werden tekrar düzelmek;gute Reise! iyi yolculuklar!;sei bitte so gut und hilf mir bana yardım eder misin lütfen?;mir ist nicht gut! ben iyi değilim!;in etwas gut sein bş-de iyi olmak;wozu soll das gut sein? bu da nesi?; bu neye yarar ki?;so gut wie nichts hiçbir şey dense yeri(dir);gut zwei Stunden rahat iki saat; iki saatten fazla;sich im Gut en trennen kavgasız ayrılmak2. adv iyi;mir geht es gut iyiyim;du hast es gut senin işin iş;es ist gut möglich gayet mümkün;es gefällt mir gut hoşuma gidiyor/gitti;gut gemacht! iyi oldu!, aferin!;machs gut! hoşça kal! -
37 gut
1. adj iyi; Wetter a güzel;gut aussehend çekici, Mann yakışıklı;gut bezahlt adj parası iyi; iyi maaşlı (Arbeit);gut gebaut iri yapılı;gut gehen yolunda gitmek, başarıyla sonuçlanmak;gut gelaunt keyfi yerinde, neşeli;gut gemeint iyi niyetle söylenmiş/yapılmış;gut situiert hali vakti yerinde;gut tun iyi gelmek;ganz gut fena değil;also gut! peki öyleyse!;schon gut ! önemi yok!;(wieder) gut werden tekrar düzelmek;gute Reise! iyi yolculuklar!;sei bitte so gut und hilf mir bana yardım eder misin lütfen?;mir ist nicht gut! ben iyi değilim!;in etwas gut sein bş-de iyi olmak;wozu soll das gut sein? bu da nesi?; bu neye yarar ki?;so gut wie nichts hiçbir şey dense yeri(dir);gut zwei Stunden rahat iki saat; iki saatten fazla;sich im Gut en trennen kavgasız ayrılmak2. adv iyi;mir geht es gut iyiyim;du hast es gut senin işin iş;es ist gut möglich gayet mümkün;es gefällt mir gut hoşuma gidiyor/gitti;gut gemacht! iyi oldu!, aferin!;machs gut! hoşça kal! -
38 Naht
Naht f <Naht; Nähte> dikiş; MED dikiş (yeri);fam aus allen Nähten platzen tıka basa dolu olmak -
39 sattelfest
sattelfest adj (in -de) -in yeri sağlam olmak -
40 Bock
1) zool ( männliches Tier) erkek hayvan; (Schaf\Bock) koç; (Ziegen\Bock) teke, erkeç; (Ried\Bock) antilop;einen \Bock schießen ( fig) gaf yapmak, pot kırmak, çam devirmek;geiler \Bock zampara;er ist ein sturer \Bock çok keçidir [o inatçıdır];einen \Bock haben keçi inadı olmak(k) einen \Bock haben, etw zu tun bir şeyi yapmaya hevesi ol(ma) mak4) sport kasa5) ( Gestell) sehpa, ayaklık6) auto takoz, destek7) (Kutsch\Bock) arabacı yeri
См. также в других словарях:
yeri olmak — 1) uygun olmak 2) sırası, uygun zamanı olmak 3) saygınlığı olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kitapta yeri olmak — din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
başı üstünde yeri olmak — 1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet. T. Dursun K 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yeri gelmek — sırası gelmek, zamanı uygun olmak Yeri gelmişken delikanlılara bir öğüt notu daha düşeyim. R. Erduran … Çağatay Osmanlı Sözlük
yeri yurdu belirsiz olmak — belli bir yeri olmamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yeri göğü ben yarattım demek — çok gururlu olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
makes olmak — (A. T.) yansıtmak, yansıma yeri olmak … Osmanli Türkçesİ sözlüğü
kilit kürek olmak — bir yeri korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak ... evime kilit kürek ol diye onun sırtını okşar. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
mal olmak — 1) bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek 2) bir iş, bir davranış sonucu zarara uğramak Avcılık hayatına mal oldu. 3) bir yeri, bir şeyi benimsenmek Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçiler henüz tamamıyla bu partiye mal… … Çağatay Osmanlı Sözlük
şeytanın yattığı yeri bilmek — bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açıkgöz olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… … Çağatay Osmanlı Sözlük