-
21 спускать
несов.; сов. - спусти́ть1) врз indirmek; salmak; sarkıtmakспуска́ть флаг — bayrağı indirmek
спуска́ть за́навес — perdeyi indirmek
спуска́ть су́дно на́ воду — gemiyi denize indirmek
спуска́ть трап — iskele atmak
спусти́ть ведро́ в коло́дец — kovayı kuyuya salmak
2) перен. göndermekспусти́ть директи́ву — bir yönerge / direktif göndermek
3) salıvermek; koyuvermekспуска́ть соба́ку с цепи́ — zincirini açıp köpeği koyuvermek
4) boşaltmak, akıtmakспуска́ть пруд — göletin suyunu akıtmak
спуска́ть кровь кому-л. мед. — birinden kan almak
5) sönmekши́на спусти́ла — lastik söndü
спуска́ть газ из аэроста́та — balonu söndürmek
6) разг. kilo vermek / eritmek / kaybetmekона́ за ме́сяц спусти́ла пять килогра́ммов — bir ay içinde beş kilo verdi / eritti
7) разг. affetmek; yanına bırakmakя ему́ э́того не спущу́! — bunu yanına bırakmam!
8) разг. altından girip üstünden çıkmakон все де́ньги спусти́л в ка́рты — olanca parasını kumarda bitirdi
он спусти́л всё по дешёвке — hepsini ucuz ucuz satıp savdı
••спусти́ть куро́к — tetiği çekmek
-
22 zu
zu [tsu:]I präp\zu Hause evde;das Museum \zu Speyer Speyer Müzesi;Herzog \zu X X arşidükü;\zu beiden Seiten iki tarafta [o yanda];\zu seiner Rechten sağ tarafında;sie kommt \zu mir o bana geliyor;er geht \zum Bahnhof/\zur Post istasyona/postaneye gidiyor;es fiel \zu Boden yere düştü;\zu jdm hinsehen birine bakmak;das Zimmer liegt \zur Straße hin oda sokağa bakıyor2) (hin\zu, da\zu)er setzte sich \zu den anderen ötekilerin yanına oturdu;nehmen Sie Wein \zum Essen? yemeğin yanında şarap alır mısınız?3) ( zeitlich)\zu jener Zeit o zamanlar;ich kündige \zum 1. Mai 1 Mayıs'ta istifa ediyorum;\zu Anfang başta;\zu Ostern/Weihnachten Paskalya'da/Noel'de;\zum ersten Mal ilk defa olarak;\zu Mittag/Abend essen öğle/akşam yemeği yemek\zum Teil kısmen;in Kisten \zu (je) hundert Stück yüzerlik kasalarda;\zum halben Preis yarı fiyatına;das Kilo \zu drei Euro kilosu üç eurodan5) ( Art und Weise)\zu Recht haklı olarak;\zu Fuß yayan\zum Glück şansa;\zu allem Unglück bütün şanssızlıkların üstüne;ein Stift \zum Schreiben yazmak için bir kalem;\zur Unterhaltung eğlence için;es ist \zum Weinen ağlanacak durum;etwas \zum Essen/Lesen mitnehmen yanına yiyecek/okuyacak bir şey almak;kommst du \zum Frühstück/Abendessen? kahvaltıya/akşam yemeğine geliyor musun?;jdm \zum Geburtstag gratulieren birinin yaş gününü kutlamak7) ( Verhältnis)die Chancen stehen eins \zu zehn bire on şans var;eins \zu null für Galatasaray Galatasaray için bir sıfır8) ( in Bezug auf) ile ilgili olarak, hakkında, üzerine;\zu dieser Frage möchte ich Folgendes sagen:... bu sorun hakkında [o ile ilgili olarak] şunu söylemek isterim:...9) ( Verwandlung)das Wasser wurde \zu Eis sudan buz olduII adv1) ( allzu) pek, fazla(sıyla);\zu sehr pek çok, çok fazla;\zu viel gereğinden [o yeterinden] fazla; ( übertrieben) aşırı;\zu schnell aşırı hızla2) ( Richtung) -e doğru;nach Süden \zu güneye doğru4) ( zeitlich)ab und \zu arada sırada;von Zeit \zu Zeit zaman zaman1) ( mit Infinitiv)es ist schön, neue Leute kennen \zu lernen yeni insanlar tanımak güzel oluyor;es ist leicht \zu finden onu bulmak kolaydır2) ( mit Partizip Präsens)die \zu erledigende Arbeit bitirilmesi gereken iş -
23 yan
"1. (a) side. 2. flank. 3. neighborhood, vicinity, diggings: O yanlarda oturuyor. He lives in that area. 4. part (of one´s body): Her yanım ağrıyor. I ache all over. 5. direction (line or course extending away from a given point). 6. aspect, side (of a matter). 7. with; alongside, alongside of: Yanına hiç para alma! Don´t take any money with you! Yanımda çalışıyor. He works alongside me. 8. in comparison with, alongside of: Hüsnü, Zühtü´nün yanında bir sıfırdır. Hüsnü´s nothing compared to Zühtü. 9. lateral, side, located at or towards a side. 10. secondary. -a /dan/ 1. pro, for, in favor of; on the side of: Ben Hasan´dan yanayım. I´m for Hasan. 2. as regards, as far as... is concerned: Paradan yana iyiyim. I´m OK as far as money goes. -dan sideways, from one side; obliquely; in profile. -a çıkmak /dan/ to support, take the side of, side with (someone). -ına almak /ı/ 1. to take (someone) on, employ (someone) (as one´s assistant). 2. to take (someone) in (in order to look after him/her). - bakış sideways glance. - bakmak /a/ 1. to look askance at, look at (someone, something) hostilely or venomously. - basmak 1. to be deceived, be taken in. 2. not to be straight with someone; to give someone the runaround. -ı başında /ın/ right beside, immediately beside, right next to. -ına bırakmamak/komamak/koymamak /ı, ın/ not to let (someone) get away with (something), not to let (someone) do (something) without being punished for doing it. (...) -ından bile geçmemiş. /ın/ It doesn´t have even the slightest connection with.../It doesn´t bear even the faintest resemblance to.... - cebime koy. colloq. I don´t believe you./Come on, who do you think you´re fooling?/Pull the other leg, it´s got bells on it. - cümle gram. subordinate clause. -dan çarklı 1. side-wheel (steamer). 2. slang slow-going, poky (vehicle). 3. slang (glass of tea) served with lumps/a lump of sugar in the saucer beside it. 4. slang (someone) who walks with one shoulder sloped downward. 5. slang (someone) who swings his arms vigorously as he walks. - çizmek 1. to try to get out of; to avoid, shirk, evade, dodge. 2. to pay no attention to, ignore. - etki side effect. -dan fırlama slang scoundrel, bastard, SOB. - gelmek/- gelip yatmak to take one´s ease, relax, enjoy oneself (when one should be working). -dan görünüş profile. - gözle out of the corner of one´s eye. - gözle bakmak /a/ 1. to look at (someone) out of the corner of one´s eye. 2. to look askance at, look at (someone, something) disdainfully. 3. to look at (someone, something) hostilely or venomously. -ına (kâr) kalmak to get away with, do (something) without being punished for doing it: Bu cinayet yanına kalmaz. You won´t get away with this murder. (...) -ına salavatla varılır. /ın/ You have to walk on eggs around him/her; the smallest thing can make him/her blow his/her stack. (...) -ına (salavatla) varılmaz. /ın/ 1. It´s so high/expensive you can´t touch it. 2. He/She thinks he´s/she´s better than everybody else. He/She thinks he´s/she´s something. 3. You have to walk on eggs around him/her; the smallest thing can make him/her blow his/her stack. -ı sıra 1. right along with, right alongside, together with, with: Yanı sıra avukatını getirdi. He brought his lawyer along with him. Viski yanı sıra bira içiyor. He´s drinking beer together with whiskey. 2. besides, in addition to, along with: Büyük bir yazar olmanın yanı sıra ünlü bir müzisyendir. Besides being a great writer he´s also a famous musician. 3. right alongside, right beside: Yanım sıra onlar oturuyorlardı. They were sitting right beside me. - tutmak to show partiality to one person or side. - ürün by-product. - yan sideways. - yana side by side. - yan bakmak /a/ to look at (someone) malevolently, look daggers at. - yatmak to lean to one side." -
24 переходить
несов.; сов. - перейти́1) врз geçmek; aşmakпереходи́ть через мост — köprüyü geçmek
переходи́ть у́лицу — (caddeyi / sokağı) karşıdan karşıya geçmek
перейти́ в пя́тый класс — beşinci sınıfa geçmek
переходи́ть по насле́дству — miras yoluyla geçmek / intikal etmek
перейти́ к друго́й те́ме — başka konuya geçmek
перейти́ в ата́ку — hücuma geçmek
власть перешла́ к трудя́щимся — iktidar emekçilerin eline geçti
переходи́ть из рук в ру́ки — elden ele geçmek / dolaşmak, el değiştirmek
им не дало́сь перейти́ го́ру — dağı aşamadılar
здесь ре́ку вброд не перейдёшь — burada nehir geçit vermiyor
ого́нь перешёл на сосе́днее строе́ние — ateş bitişik yapıya yayıldı / sirayet etti
перейти́ на но́вую кварти́ру — yeni daireye geçmek
перейти́ на сто́рону проти́вника — düşman yanına geçmek, düşmana kaçmak
2) (во что-л. иное) dönüşmek, dönmek; halini almakдождь перешёл в ли́вень — yağmur sağanağa çevirdi
дру́жба перешла́ в любо́вь — dostluk aşka dönüştü
доро́га постепе́нно переходи́ла в тропу́ — yol gittikçe daralarak patika halini alıyordu
-
25 подсаживать
несов.; сов. - подсади́ть1) (на лошадь, в вагон и т. п.) binmesine yardım etmek2) разг. (сажать к кому-л.) yanına oturtmak; yerleştirmek3) (брать на телегу и т. п.) yer vermek, almak4) ( о растениях) (daha da) dikmek; ekmekподсади́ть пять дере́вьев — beş ağaç daha dikmek
-
26 случай
м1) olay; vakaнесча́стный слу́чай — kaza
слу́чаи заболева́ния ти́фом — tifo olayları / vakaları
в не́которых слу́чаях — bazı hallerde
в лу́чшем слу́чае — en iyi ihtimalle
в таки́х слу́чаях — bu gibi durumlarda / hallerde
быва́ли слу́чаи, когда́ он опа́здывал — geç kaldığı da olurdu
расскажи́ о слу́чае, кото́рый с тобо́й произошёл — senin başından geçen olayı anlat
2) fırsatпо́льзоваться любы́м (удо́бным) слу́чаем — her fırsattan yararlanmak
не было́ слу́чая, а то бы я... — fırsat / münasebet düşmedi, yoksa ben...
3) ( случайность) raslantı, talihде́ло слу́чая — raslantı eseri
слу́чай слеп — talihin gözü kördür
••в слу́чае войны́ — savaş halinde / vukusunda
в слу́чае необходи́мости — gerekirse
ни в ко́ем слу́чае — asla, katiyen
в тако́м слу́чае — o halde, öyleyse
в слу́чае, е́сли... —...dığı takdirde
по слу́чаю чего-л. — dolayısıyla, vesilesiyle
по слу́чаю столе́тия го́рода — şehrin yüzüncü kuruluş yılı vesilesiyle
э́та карти́на ку́плена по слу́чаю — bu tablo elden düşmedir
в большинстве́ слу́чаев — çoğunlukla
взять зонт на слу́чай дождя́ — yağmur yağacağa benziyor diye yanına şemsiye almak
он не пое́хал по слу́чаю дождя́ — yağmur yağıyor diye / yağmur yüzünden gitmedi
в слу́чае сме́рти чего-л. кого-л. — birinin ölümü halinde
страхова́ние на слу́чай боле́зни — hastalık sigortası
-
27 уносить
alıp götürmek; çalmak* * *несов.; сов. - унести́карти́ну он унёс с собо́й — tabloyu yanına alıp götürdü
2) разг. yürütmekво́ры унесли́ и ковёр — hırsızlar halıyı da yürüttüler
эпиде́мия унесла́ со́тни жи́зней — salgın yüzlerce kişiyi götürdü / kırıp geçirdi
хло́поты и трево́ги унесли́ у неё полжи́зни — gaile ve endişeler hayatının yarısını alıp götürdü
4) almakовцу́ унесло́ го́рным пото́ком — koyunu sel aldı
ло́дку унесло́ в мо́ре — kayık açığa sürüklendi
у нас пала́тку унесло́ водо́й — çadırımızı suya kaptırdık
его́ унесло́ волно́й — onu dalga alıp götürdü
-
28 up
adj. ayakta, dik, çıkmış, yükselmiş, üstün, önde, ayaklanmış, olmuş, olmakta, keyifli, ümitli, yukarı giden, şehre giden————————adv. yukarı, yukarıya, kuzeye, hepsini (fiillerle)————————interj. kalk, yaşasın, yukarı————————n. çıkış, artış, uyarıcı, mutluluk veren şey————————prep. yukarı, yukarıya, tepesinde, içeride (ülke)————————v. yükseltmek, artırmak, uyuşturucu almak* * *yukarı* * *1. adverb, adjective1) (to, or at, a higher or better position: Is the elevator going up?; The office is up on the top floor; She looked up at him; The price of coffee is up again.) yukarı, yukarıda, yukarıya2) (erect: Sit/Stand up; He got up from his chair.) yukarı3) (out of bed: What time do you get up?; I'll be up all night finishing this work.) (yataktan) kalkmış4) (to the place or person mentioned or understood: A taxi drove up and she got in; He came up (to me) and shook hands.) yanına, yakınına5) (into the presence, or consideration, of a person, group of people etc: He brought up the subject during the conversation.) ortaya6) (to an increased degree eg of loudness, speed etc: Please turn the radio up a little!; Speak up! I can't hear you) daha yüksek sesle/hızla v.b.7) (used to indicate completeness; throughly or finally: You'll end up in hospital if you don't drive more carefully; Help me wash up the dishes!; I've used up the whole supply of paper; He tore up the letter.) tamamen2. preposition1) (to or at a higher level on: He climbed up the tree.) yukarı2) ((at a place) along: They walked up the street; Their house is up the road.) boyunca3) (towards the source of (a river): When do the salmon start swimming up the river?) kaynağa/ters yöne doğru3. verb(to increase (a price etc): They upped the price that they wanted for their house.) arttırmak- upward- upwards
- upward
- up-and-coming
- uphill 4. adjective1) (sloping upwards; ascending: an uphill road.) yokuş yukarı2) (difficult: This will be an uphill struggle.) güç, zahmetli•- upstairs5. noun(the upper floor(s): The ground floor needs painting, but the upstairs is nice; ( also adjective) an upstairs sitting room.) üst/yukarı kat- upstream- be up and about
- be up to
- up to
- up to date -
29 herankommen
heran|kommen1) ( sich nähern) yaklaşmak (an -e)etw an sich \herankommen lassen (a. fig) bir şeyin olmasını acele etmeden beklemeknichts an sich \herankommen lassen (a. fig) hiçbir şeyi yanına yaklaştırmamak, hiçbir şeye aldırış etmemek2) ( heranreichen) erişmek, yetişmek -
30 rankommen
ran|kommen1) ( sich nähern) yaklaşmak (an -e)etw an sich \rankommen lassen (a. fig) bir şeyin olmasını acele etmeden beklemeknichts an sich \rankommen lassen (a. fig) hiçbir şeyi yanına yaklaştırmamak, hiçbir şeye aldırış etmemek2) ( heranreichen) erişmek (an -e), yetişmek (an -e) -
31 dilute labour
deneyimsiz isçilerin yanina deneyimlileri de almak
- 1
- 2
См. также в других словарях:
yanına almak — 1) yanında çalıştırmak Ben seni yanıma alayım ama çok para veremem. Ö. Seyfettin 2) geçimini sağlamak için yanında bulundurmak Annesini yanına almış. 3) beraberinde götürmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
ennine almak — yanına almak yanına kesmek üstüne görev almak … Beypazari ağzindan sözcükler
yanına bırakmamak (veya koymamak) — cezasız bırakmamak, öç almak Böylece yaptıklarını yanlarına bırakmamış olacağım, insanlar neden öldürüldüğümüzü anlayacaklar. A. Ümit … Çağatay Osmanlı Sözlük
cesaret almak (veya bulmak) — herhangi bir durumdan, davranıştan güç almak Hayvanın sokulganlığından cesaret alan bir başka kız da usulca yanına yaklaştı. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
terfik etmek — yanına katmak, yanına almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yan — is. 1) Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı. M. Ş. Esendal 2) Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet Yaşlı garson yanımıza geldi. Y. K. Karaosmanoğlu 3) Yer 4) Üst 5)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
takmak — i, ar 1) Bir şeyi başka bir yere uygun bir biçimde tutturmak, iliştirmek, geçirmek Gözlüğünü takıp masaya eğildi. R. H. Karay 2) e, nsz Düğün vb. törenlerde takı armağan etmek Geline pırlanta yüzük takmışlar. 3) i, e Ad, lakap koymak Ona bu adı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çekmek — i, e, er 1) Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek Hepsi iskemleleri çekerek masanın etrafında bir halka yapmaya hazırlanıyorlardı. R. N. Güntekin 2) Taşıtı bir yere bırakmak, koymak 3) Germek İpi çekmek. 4) İçine almak, emmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
görmek — i, ür 1) Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek Merdivenin başındaki paravanın arkasında garip bir sahne gördüm. A. Gündüz 2) Anlamak, kavramak, sezmek Türk iradesinin ne demek olduğunu da sen göreceksin. R. E. Ünaydın 3) Yanına… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kilit — is., di, Far. kelīd, kilīd 1) Anahtar, düğme gibi takılıp çıkarılabilen bir parça yardımıyla çalışan kapatma aleti Sonunda kapının kilidi göz yaşlarıma dayanamadı. Y. Z. Ortaç 2) den. Bir yanı değirmi, öbür yanına demir çubuk geçirilmiş olan… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kabul etmek (veya eylemek) — 1) bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak Kabul ettiler, meclis dağıldı. M. Ş. Esendal 2) yanına, katına almak ... beni bahçesinde çınar ve dut ağaçlarının gölgesinde kabul etti. A. Haşim 3) bir armağanı almak 4) onaylamak … Çağatay Osmanlı Sözlük