Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

sürüklemek

  • 41 шаркать

    несов.; сов. - ша́ркнуть, однокр.
    1) şıpıtık şıpıtık sürüklemek / sürümek

    он ша́ркал дома́шними ту́флями по ко́мнате — odada terliklerini şıpıtık şıpıtık sürükleyerek yürüyordu

    2) уст. (при поклоне, приветствии и т. п.) topuklarını hafifçe birbirine vurmak

    Русско-турецкий словарь > шаркать

  • 42 буксировать

    yedeğe almak, arkasından çekmek, sürüklemek, yedekte çekmek

    Турецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > буксировать

  • 43 столкнуть

    itmek, sürüklemek

    Турецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > столкнуть

  • 44 drift

    n. sürüklenme, göç, akıntıya kapılma, sapma, eğilim, gidişat, erek, amaç, düşünme, anlama, akıntı, etki, belirsizlik
    ————————
    v. sürüklenmek, kendini koyvermek, hayatın akışına bırakmak, gayesiz yaşamak, yığılmak, toplanmak, sürüklemek, yığmak
    * * *
    1. birikinti (n.) 2. sürüklen (v.) 3. sürükleniş (n.)
    * * *
    [drift] 1. noun
    1) (a heap of something driven together, especially snow: His car stuck in a snowdrift.) yığın, birikinti
    2) (the direction in which something is going; the general meaning: I couldn't hear you clearly, but I did catch the drift of what you said.) anlam, maksat
    2. verb
    1) (to (cause to) float or be blown along: Sand drifted across the road; The boat drifted down the river.) yığılmak, birikmek, sürüklenmek
    2) ((of people) to wander or live aimlessly: She drifted from job to job.) sürüklenmek, gayesiz dolaşmak
    - driftwood

    English-Turkish dictionary > drift

  • 45 incline

    n. eğimli yüzey, eğim, yokuş, meyil
    ————————
    v. eğilmek, yatmak, eğim yapmak, baş eğerek selâmlamak, eğilimi olmak, meyletmek, çalmak, yatkın olmak, eğmek, yatırmak, sürüklemek, yönlendirmek, neden olmak
    * * *
    1.2.(v.) 3. eğri yüzey (n.)
    * * *
    1. verb
    (to bow (one's head etc).) eğmek
    2. noun
    (a slope.) yokuş, bayır
    - be inclined to

    English-Turkish dictionary > incline

  • 46 pluck

    n. yolma, sakatat, çekme, cesaret, yüreklilik
    ————————
    v. koparmak, toplamak, yolmak, ayıklamak (yün), çekmek, sürüklemek, soymak, yağmalamak, talan etmek, sınıfta bırakmak
    * * *
    1. kopar (v.) 2. cesaret (n.)
    * * *
    1. verb
    1) (to pull: She plucked a grey hair from her head; He plucked at my sleeve.) çekmek
    2) (to pull the feathers off (a chicken etc) before cooking it.) (tüylerini) yolmak
    3) (to pick (flowers etc).) koparmak
    4) (to pull hairs out of (eyebrows) in order to improve their shape.) almak
    5) (to pull and let go (the strings of a musical instrument).) tellerini çekerek çalmak
    2. noun
    (courage He showed a lot of pluck.) cesaret
    - pluckily
    - pluckiness
    - pluck up the courage, energy
    - pluck up courage, energy

    English-Turkish dictionary > pluck

  • 47 train

    n. kuyruk (elbise, kus, yildiz), tren, dizi, katar, sıra, maiyet, kafile, kervan
    ————————
    v. eğitmek, yetiştirmek, alıştırmak, terbiye etmek, antrenman yapmak, sürüklemek, nişan almak, doğrultmak (silah), alıştırma yapmak
    * * *
    1. eğit (v.) 2. tren (n.)
    * * *
    I [trein] noun
    1) (a railway engine with its carriages and/or trucks: I caught the train to London.) tren
    2) (a part of a long dress or robe that trails behind the wearer: The bride wore a dress with a train.) (elbise) kuyruk
    3) (a connected series: Then began a train of events which ended in disaster.) zincir, dizi
    4) (a line of animals carrying people or baggage: a mule train; a baggage train.) kafile, kervan
    II [trein] verb
    1) (to prepare, be prepared, or prepare oneself, through instruction, practice, exercise etc, for a sport, job, profession etc: I was trained as a teacher; The race-horse was trained by my uncle.) eğit(il)mek; antreman yap(tır)mak
    2) (to point or aim (a gun, telescope etc) in a particular direction: He trained the gun on/at the soldiers.) nişan almak
    3) (to make (a tree, plant etc) grow in a particular direction.) çevirmek
    - trainee
    - trainer
    - training

    English-Turkish dictionary > train

  • 48 tug

    n. çekiş, asılma, römorkör, çekme halatı, uğraş, gayret, mücâdele
    ————————
    v. çekmek, asılmak, sürüklemek, uğraşmak, çabalamak
    * * *
    1. çekiştir (v.) 2. sürükleme (n.)
    * * *
    1. past tense, past participle - tugged; verb
    (to pull (something) sharply and strongly: He tugged (at) the door but it wouldn't open.) kuvvetle çekmek/asılmak
    2. noun
    1) (a strong, sharp pull: He gave the rope a tug.) kuvvetle çekme/asılma
    2) (a tug-boat.) römorkör
    - tug-of-war

    English-Turkish dictionary > tug

  • 49 wash

    adj. yıkanabilir
    ————————
    n. yıkama, yıkanma, losyon, bulaşık suyu, sulu yemek (kötü), mutfak artığı, antiseptik sıvı, çalkantı sesi, dalga sesi, dümen suyu, erezyon, uçak izi, kıyıya vuran süprüntü, ince boya tabakası
    ————————
    v. erezyona uğratmak, yıkamak, yıkayıp temizlemek, aşındırmak, suyla temizlemek, taşımak (sular), badanalamak, boyamak, yıkanmak, elini yüzünü yıkamak, inandırmak, yıkanır olmak
    * * *
    1. yıka (v.) 2. yıkama (n.)
    * * *
    [woʃ] 1. verb
    1) (to clean (a thing or person, especially oneself) with (soap and) water or other liquid: How often do you wash your hair?; You wash (the dishes) and I'll dry; We can wash in the stream.) yıkamak
    2) (to be able to be washed without being damaged: This fabric doesn't wash very well.) yıkanmak
    3) (to flow (against, over etc): The waves washed (against) the ship.) yalamak, çarpmak
    4) (to sweep (away etc) by means of water: The floods have washed away hundreds of houses.) alıp götürmek, sürüklemek
    2. noun
    1) (an act of washing: He's just gone to have a wash.) yıka(n)ma
    2) (things to be washed or being washed: Your sweater is in the wash.) çamaşır
    3) (the flowing or lapping (of waves etc): the wash of waves against the rocks.) çarpma
    4) (a liquid with which something is washed: a mouthwash.)... suyu, şampuan, losyon
    5) (a thin coat (of water-colour paint etc), especially in a painting: The background of the picture was a pale blue wash.) ince tabaka
    6) (the waves caused by a moving boat etc: The rowing-boat was tossing about in the wash from the ship's propellers.) dalga
    - washer
    - washing
    - washed-out
    - washerwoman, washerman
    - washcloth
    - wash-basin
    - washing-machine
    - washing-powder
    - washing-up
    - washout
    - washroom
    - wash up

    English-Turkish dictionary > wash

  • 50 wash up

    bulaşık yıkama
    * * *
    1. yıkayıp temizle (v.) 2. yıkanan (n.)
    * * *
    1) (to wash dishes etc after a meal: I'll help you wash up; We've washed the plates up.) bulaşık yıkamak
    2) ((American) to wash one's hands and face.) elini yüzünü yıkamak
    3) (to bring up on to the shore: The ship was washed up on the rocks; A lot of rubbish has been washed up on the beach.) kıyıya sürüklemek/vurmak

    English-Turkish dictionary > wash up

  • 51 eat away

    aşındırmak, sürüklemek, erozyona uğratmak, yiyip durmak
    * * *
    aşındır

    English-Turkish dictionary > eat away

  • 52 hale

    adj. sağlam, dinç, zinde
    ————————
    v. sürüklemek
    * * *
    dinç

    English-Turkish dictionary > hale

  • 53 waft

    n. esinti, hafif koku, el işareti, rüzgâr flâması, flandra
    ————————
    v. taşımak (hava, su vb.), sürüklemek
    * * *
    1. uçuş (v.) 2. rüzgar esintisi (n.)

    English-Turkish dictionary > waft

  • 54 blow away

    uçurmak, sürüklemek

    English-Turkish dictionary > blow away

  • 55 drag along

    v. sürüklemek

    English-Turkish dictionary > drag along

  • 56 drag in

    v. içeri sürüklemek, zorlamak, zorla yaptırmak, söz konusu yapmak

    English-Turkish dictionary > drag in

  • 57 eat at

    v. aşındırmak, erozyona uğratmak, sürüklemek

    English-Turkish dictionary > eat at

  • 58 make leeway

    rotadan çıkarmak, sürüklemek

    English-Turkish dictionary > make leeway

  • 59 pluck smb. by the sleeve

    v. yaka paça sürüklemek

    English-Turkish dictionary > pluck smb. by the sleeve

  • 60 schlep

    v. çekmek, sürüklemek

    English-Turkish dictionary > schlep

См. также в других словарях:

  • sürüklemek — i 1) Bir şeyi yerden kaldırmadan iterek veya çekerek götürmek Prenses koluma girdi, sürüklercesine büfeye götürdü. A. Gündüz 2) Akarsu alıp götürmek Sakarya nehri kırılmış söğüt dallarını, saman çöplerini sürüklüyordu. A. İlhan 3) mec. İstekli… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kötü yola sürüklemek — yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayış içine sokmak Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti. S. F. Abasıyanık …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • peşinden sürüklemek — birinin veya birçoklarının arkasından gelmesini sağlamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • arkasından sürüklemek — arkasından gelmesini sağlamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sürkemek — sürüklemek, imhal etmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sürümek — i 1) Bir şeyi yerden kaldırmaksızın çekerek, iterek götürmek, sürüklemek 2) Hafif bir şeyi sürüklemek Eteğini sürümek. Duvağını sürümek. 3) Herhangi bir sebepten dolayı güçlükle yürümek 4) Bir şeyi peşine takmak, alıp götürmek Diyar diyar beni… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • afyonlamak — i 1) Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak 2) mec. Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • aldatmak — i 1) Beklenmedik bir davranışla yanıltmak Genç kızı aldatmak için dil dökmeye başlamıştır. P. Safa 2) Karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlamak Üç defadır bu yezit beni aldatıyor. B. Felek 3)… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • arka — is. 1) Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı Evin arkasında bahçe var. 2) Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3) Geri kalan bölüm, kısım Masalın arkası. Yazının arkası. 4) Art, peş 5) Otururken… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • azdırmak — i 1) Azmasına sebep olmak Merhem yarayı azdırdı. 2) Azgın duruma getirmek Taş atarak köpeği azdırdı. 3) Şımartmak Yüz verip çocukları azdırdı. 4) Kötü davranış veya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak Arkadaşları çocuğu azdırdılar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • itmek — i, er 1) Bir şeyi güç uygulayarak ileri götürmek Erzak yüklü arabayı arkadan iten iki uşak, sırtı tırmandılar. H. E. Adıvar 2) Kapı, pencere vb.ni güç uygulayarak açmak veya kapamak Yavaşça kapıyı itti, elinde yoğurt bakracıyla girdi. H. E.… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»