-
1 el
el s1. 1) Hand f\el \ele Hand in Hand\el çırpmak in die Hände klatschenbir şeye \el koymak etw beschlagnahmen [o einziehen], etw sicherstellenbir şeyi \el altından satmak etw unter der Hand verkaufen\elde etmek ( bir şeyi) erlangen/erreichen/bekommen; ( bir kimseyi) (für sich) gewinnen, erobern; ( kendi hizmetine almak) abwerbenbirini bir şey için \elde etmek jdn für etw gewinnenbir şeyi \elde tutmak etw besitzen\elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben\elden çıkmak abhandenkommenbir şeyi \ele almak ( fig) etw in die Hand nehmen, etw anpacken, etw ergreifen; ( konuyu, sorunu) behandelnbirini/kendini \ele vermek jdn/sich verraten\elimde değil es liegt nicht in meiner Hand, ich kann nichts dafür\elinde olmak/olmamak etwas/nichts dafürkönnen\elinden geleni yapmak sein Bestes [o Bestmögliches] tun, sein Äußerstes tun, alles Menschenmögliche tun\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können\elinden gelmiyormuş gibi yapma! stell dich nicht so ungeschickt an!\elinden iyi iş gelmek geschickt seinbir şeyi \eline almak etw in [o auf] die Hand nehmenbirinin \eline su dökemez olmak ( fig) jdm nicht das Wasser reichen könnenbir şeyde \elini çabuk tutmak ( fam) mit etw schnell bei der Hand sein\elini kolunu sallaya sallaya mit leeren Händenbirinin \elini sıkmak jdm die Hand schütteln [o drücken]bir şeyden \elini ayağını çekmek sich zurückziehen von etw\elini ayağını öpeyim ich flehe dich anbirine \elini uzatmak jdm die Hand reichenbir \el bir \eli yıkar, iki \el bir yüzü yıkar ( prov) eine Hand wäscht die anderebirinci/ikinci \elden aus erster/zweiter Handçek \elini! Hände weg!sol/sağ \el(de) linke(r) /rechte(r) Hand\elle tutulur gözle görülür greifbar, handgreiflich; ( çok belirgin) deutlich erkennbarbu \el das liegt auf der Hand\elinden geleni yapmak alles tun, was in seiner Macht steht, sein Bestes geben\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können3) ( iskambilde)iyi bir \eli olmak ein gutes Blatt (auf der Hand) haben2. s\el için çukur [o kuyu] kazan, kendisi içine düşer ( prov) wer andern eine Grube gräbt, fällt selbst hinein\el kazanıyla aş kaynatmak ( fig) sich mit fremden Federn schmücken -
2 iç
iç < içi> (das) Innere; (als) Unterzeug n; Zentrum n einer Stadt; Füllung f; Innen- (Hof usw); Inner-; Binnen-; Inlands-;iç açıcı erquickend; verheißungsvoll;iç açmak froh stimmen;İç Anadolu Inneranatolien n;iç bellek EDV innere(r) Speicher m;iç bulantısı Magengrimmen n;iç bükün GR innere Flexion f; Ablaut m;iç cep Innentasche f;iç ceviz Nusskern(gehäuse n) m;iç çamaşırı Unterwäsche f; Unterhosen f/pl;iç çekmek (auf)seufzen;-i iç etmek fam sich (D) etwas unter den Nagel reißen, einstecken;iç geçirmek tief aufseufzen;iç hastalıkları innere Krankheiten f/pl;iç hat Inlandsverkehr m; Inlandsfluglinie f;iç merkez Erdbebenherd m;iç pazar Binnenmarkt m;iç politika Innenpolitik f;iç savaş Bürgerkrieg m;iç taban Brandsohle f;iç turizm Inlandstourismus m;iç tutmak Fruchtknoten ansetzen;iç türeme GR Sprossvokal m; Sprosskonsonant m;-in içi açılmak unp jemandem wird wieder froh zumute;içi almamak jemandem zuwider sein; jemandem nicht bekommen;içi bayılmak einen Widerwillen haben; fam unp jemandem ist flau;içi bulanmak, z.B. bundan içim bulanıyor mir ist schlecht davon;içi burkuluyor ihr wird das Herz schwer;içi çekmek gern haben wollen (A);içi dar kribbelig, ungeduldig;içim eziliyor mir ist beklommen zumute; mir ist übel;içi geçmiş er ist eingenickt;-in içi geniş unbekümmert;-in -e içi gitmek trachten (nach D), brennen (auf A);-in içi hop etti er wurde ganz aufgeregt;-e içi ısınmak jemandem zugetan sein;içi içine sığmamak seine Begeisterung ( oder Aufregung) nicht verbergen können;-in içi içini yemek sich (ab)quälen;-in içi kan ağlamak zu Tode betrübt sein;-in içi kararmak in Verzweiflung geraten; sich tödlich langweilen;-in içi sıkılmak sich langweilen;-in içi sızlamak betrübt sein;içi tez kribbelig;-in içi yağ bağlamak selig sein; aufatmen;-in içi yanmak sehr durstig sein; fig dursten (nach D); betrübt sein;-in içinde kaybolmak wie verloren wirken (in D); Kleidung viel zu weit sein;-in içinden çıkmak fertig werden (mit D); hervorgehen (aus D);içinden geçmek jemandem in den Sinn kommen;içinden gelmek unp es ist (mir) ein Herzenswunsch;-e içinden gülmek innerlich lachen (über A);içinden konuşmak leise vor sich hin sprechen;içinden okumak still lesen; fam innerlich fluchen;içine almak in sich schließen; Fläche einnehmen;-i içine atmak fig in sich hineinfressen;içine çekmek einatmen; einsaugen; fig kapieren;içine etmek verpfuschen, verpatzen;içine gelmek jemandem in den Sinn kommen;-in içine işlemek jemanden schmerzlich berühren;çok içine çekilmiş ganz in sich zurückgezogen;içine kurt düşmek Argwohn hegen;-in içine sıçmak verpatzen;-i içine sindirmek sich (D) etwas einprägen;içine sindirmek vom Herzen einverstanden sein;içine tükürmek fam verpfuschen, verhunzen;içini açmak sein Herz erleichtern;içini boşaltmak freimütig gestehen; sein Herz erleichtern;içini kurt yemek in ständiger Sorge ( oder Angst) sein;içini çekmek (oder geçirmek) tief aufseufzen;içini dökmek sein Herz öffnen; sich aussprechen;-in içini kemirmek in ständiger Sorge sein;-in içini sıkmak jemandem peinlich sein, jemanden genieren;içini yakmak jemanden sehr betrüben;… -le içini yemek bedrückt sein (von D);içinin yağı erimek jemanden tief erschüttern;içlerinden biri einer von ( oder unter) ihnen;kendi içlerinden aus ihren eigenen Reihen -
3 anlam
anlam s1) Sinn mdar/geniş \anlamda im engeren/weiteren Sinnehayatın \anlamı der Sinn des Lebenskelimenin tam \anlamıyla im wahrsten Sinne des Wortes2) Bedeutung f\anlama gelmek bedeutenbu gelmeyecek \anlamına gelir das bedeutet, dass er nicht kommen wirdbu ne \anlama gelir? was bedeutet das? -
4 sıkı
-
5 sıkışmak
vi1) ( zor bir durumda kalmak) in Bedrängnis geraten2) ( dar bir yerde) zusammenrückenbiraz daha sıkışırsak sığışırız wenn wir noch etwas zusammenrücken, werden wir hineinpassen5) ( çarpıntı duymak) Beklemmungen habengöğsü \sıkışmak Beklemmungen in der Brust haben
См. также в других словарях:
dar — 1. is., esk., Far. dār İdam mahkûmlarını asmak için dikilen direk Birleşik Sözler darağacı 2. sf. 1) İçine alacağı şeye oranla ölçüleri yetersiz olan, geniş ve bol karşıtı Dar elbise. Dar ev. 2) Genişliği az veya yetersiz olan, ensiz, mikro… … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dar gelmek — sıkıntı ve huzursuzluk vermek Acaba bu içinde yaşadığımız hava neden bu kadar dar geliyor? Y. K. Beyatlı … Çağatay Osmanlı Sözlük
kündeye gelmek — aldanmak, tuzağa düşmek Barut yoktu. Kalenin dar kapısından çıkmak imkânı yoktu. Öyle korkunç bir kündeye gelmişlerdi ki... Ö. Seyfettin … Çağatay Osmanlı Sözlük
dünya başına dar olmak (veya gelmek) — çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
daralmak — nsz 1) Dar duruma gelmek, küçülmek 2) Azalmak Yıllar geçer, bir gün bakarsınız vakitler daralmış. R. N. Güntekin 3) Zayıflamak Hafızası o kadar daralmış, bir sene evvelini hatırlamıyor gibi. S. F. Abasıyanık 4) mec. Güçleşmek, zorlaşmak Geçimi… … Çağatay Osmanlı Sözlük
can — is., Far. cān 1) İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık 2) Yaşama, hayat Bir kedi yavrusunu kurtarmak için ipe sarılıp kuyuya iner, canımı tehlikeye koyardım. R. N. Güntekin 3) Güç, dirilik Her şeyde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Türkische Sprache — Türkisch (Türkçe) Gesprochen in Türkei, Zypern, Bulgarien, Griechenland, Mazedonien, Rumänien, Kosovo, außerdem unter türkischen Migranten in Westeuropa, Nordamerika und Australien Sprecher Geschätzte 6 … Deutsch Wikipedia
genişlemek — nsz 1) Geniş duruma gelmek, büyümek 2) Bollaşmak 3) Rahat bir duruma gelmek, açılmak, ferahlamak Ahali dar parmaklıklardan kurtulur kurtulmaz, yelpaze gibi açılıp genişleyerek dağılıyorlardı. P. Safa 4) mec. Yaygın duruma gelmek Ünü, ölümünden… … Çağatay Osmanlı Sözlük
iç — is. 1) Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Ç. Altan 2) Oyuk şeylerin boşluğu 3) Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta Tahtanın içi… … Çağatay Osmanlı Sözlük