-
1 ağır söylemek
говори́ть оскорби́тельные / оби́дные слова́ -
2 ağır söylemek
to use hard words -
3 ağır
I adj1) ( hafif karşıtı) schwer\ağır basmak ( ağırlığı fazla gelmek); Übergewicht haben; ( fig) schwer wiegen, überwiegen, ins Gewicht fallen, zu Buche schlagen\ağır bir hastalık eine schwere Krankheit\ağır çekmek Gewicht haben\ağır gelmek ( gücüne gitmek) kränken; ( yapılması güç gelmek) schwerfallen\ağır su chem schweres Wasser\ağır aksak yürümek/gitmek sich schleppen\ağır hasta/yaralı olmak schwer krank/verletzt sein4) ( bunaltıcı) bedrückend5) ( yavaş) langsam\ağır ol! langsam!6) (\ağırbaşlı) besonnen; ( ciddi) ernst7) ( sindirimi güç) schwer, schwer verdaulich8) ( uyku için) tief9) ( kırıcı) kränkend, verletzend\ağır söylemek verletzende Worte sagenbirinin ağrına gitmek jdn kränkenbir şey ağrına gitmek etwas schwer nehmenbir kulağı \ağır an einem Ohr ist er taub -
4 ağır
тяжёлый* * *1) врз. тяжёлыйağır bir yemek — тяжёлая пи́ща
ağır hava — тяжёлый во́здух
durum pek ağır — положе́ние кра́йне тяжёлое
2) ме́дленныйağır adımlar — ме́дленные / тяжёлые шаги́
3) степе́нный, уравнове́шенный, серьёзный; рассуди́тельный4) дорого́й, це́нныйağır hediyeler — це́нные пода́рки
ağır kumaş — а) тяжёлая ткань; б) дорога́я ткань
••- ağır basmak
- ağır çekmek
- ağır davranmak
- ağır durmak
- ağır gelmek
- ağırına gitmek
- ağır işitmek
- ağır söylemek -
5 schwer
schwer [ʃve:ɐ]I adj1) ( Gewicht) ağır;ein drei Kilo \schweres Paket üç kilo ağırlığında bir paket;wie \schwer ist das? bunun ağırlığı nedir?ein \schwerer Irrtum büyük bir hataein \schweres Leben haben zor bir yaşamı olmak4) ( schwierig) güç;das ist \schwer zu sagen bunu söylemek güçtür;sie hat es \schwer mit ihm onunla yaşaması kolay değilII adv;ich bin \schwer enttäuscht büyük hayal kırıklığına uğramak;\schwer erkrankt/verletzt sein ağır hasta/yaralı olmak;\schwer atmen güç nefes almak;\schwer bewaffnet ağır silahlı;jdn \schwer bestrafen birine ağır ceza vermeksich \schwer täuschen çok yanılmak;sie ist \schwer gestürzt çok kötü düştü -
6 roll
n. rulo, tomar, top, dürüm, yuvarlanma, rulo köfte, silindir, gümbürtü, davul sesi, liste, yalpa, dalgalanma————————v. yuvarlanmak, dürmek, yuvarlamak, rulo yapmak, tomar yapmak, sarmak, top yapmak, döndürmek, çevirmek, havada takla atmak, sürmek, kullanmak, oklava ile açmak (hamur), silindirle ezmek, yaprak haline getirmek [met.], haddeden geçirmek, ağzında yuvarlayarak söylemek, vurgulayarak telaffuz etmek, gümbür gümbür çalmak, şakımak, yalpa yapmak, sallana sallana gitmek, salınmak, rulo ile boyamak, tekerlekler üzerinde gitmek, gitmek (araba), arabayla dolaşmak, dalga dalga göndermek, soymak (sarhoş vb), sallamak* * *1. yuvarlan (v.) 2. silindir (n.) 3. yuvarla* * *I 1. [rəul] noun1) (anything flat (eg a piece of paper, a carpet) rolled into the shape of a tube, wound round a tube etc: a roll of kitchen foil; a toilet-roll.) top, rulo, makara2) (a small piece of baked bread dough, used eg for sandwiches: a cheese roll.) (yuvarlak) sandviç ekmek3) (an act of rolling: Our dog loves a roll on the grass.) yuvarlanma4) (a ship's action of rocking from side to side: She said that the roll of the ship made her feel ill.) sallanma, yalpalama5) (a long low sound: the roll of thunder.) gümbürtü, gürleme6) (a thick mass of flesh: I'd like to get rid of these rolls of fat round my waist.) kıvrım, topak7) (a series of quick beats (on a drum).) gümbürtü2. verb1) (to move by turning over like a wheel or ball: The coin/pencil rolled under the table; He rolled the ball towards the puppy; The ball rolled away.) yuvarlanmak, tekerlenmek2) (to move on wheels, rollers etc: The children rolled the cart up the hill, then let it roll back down again.) yuvarlamak3) (to form (a piece of paper, a carpet) into the shape of a tube by winding: to roll the carpet back.) dürmek, sarmak4) ((of a person or animal in a lying position) to turn over: The doctor rolled the patient (over) on to his side; The dog rolled on to its back.) dön(dür)mek5) (to shape (clay etc) into a ball or cylinder by turning it about between the hands: He rolled the clay into a ball.) yuvarlamak6) (to cover with something by rolling: When the little girl's dress caught fire, they rolled her in a blanket.) sarmak, örtmek7) (to make (something) flat or flatter by rolling something heavy over it: to roll a lawn; to roll pastry (out).) açmak; tesviye etmek8) ((of a ship) to rock from side to side while travelling forwards: The storm made the ship roll.) sallamak, yalpalamak9) (to make a series of low sounds: The thunder rolled; The drums rolled.) gürlemek, gümbürdemek10) (to move (one's eyes) round in a circle to express fear, surprise etc.) fırıl fırıl döndürmek11) (to travel in a car etc: We were rolling along merrily when a tyre burst.) gitmek12) ((of waves, rivers etc) to move gently and steadily: The waves rolled in to the shore.) ağır ağır hareket etmek; vurmak13) ((of time) to pass: Months rolled by.) geçip gitmek•- roller- rolling
- roller-skate 3. verb(to move on roller-skates: You shouldn't roller-skate on the pavement.) paten yapmak, kaymak- roll in
- roll up II(a list of names, eg of pupils in a school etc: There are nine hundred pupils on the roll.) isim listesi -
7 el
кисть (ж) рука́ (ж)* * *I1) рука́, ру́киel sıkmak — пожа́ть ру́ку
el sıkışma — рукопожа́тие
2) ру́чкаkapı eli — дверна́я ру́чка
3) ход ( в некоторых играх)şimdi el bende — сейча́с мой ход
4) счётное слово разhavaya üç el ateş etti — он сде́лал три вы́стрела в во́здух
••elini veren kolunu alamaz — посл. ему́ дай па́лец, он ру́ку отхва́тит
elinle ver ayağınla ara — погов. ему́ дай [в долг] рука́ми, а [обра́тно] проси́ нога́ми
- elde- eldeki- elde mi?- elden- elinde
- elinden- eliyle- el açmak- eline ağır
- ele alınmaz
- ele almak
- eline almak
- el altında
- elinin altında
- el altından
- el atmak
- ele avuca sığmamak
- eli ayağı bağlı
- eli ayağı buz kesilmek
- el ayak çekilmek
- eli ayağı düzgün
- eline ayağına kapanmak
- elini ayağını kesmek
- elini ayağını çekmek
- elini ayağını öpeyim!
- eli ayağı tutmak
- eli ayağı kesilmek
- eli ayağı tutmamak
- eline ayağına üşenmemek
- ele bakmak
- eline bakmak
- el basmak
- eli boş dönmek
- eli boş gelmek
- eli böğründe kalmak
- eli koynunda kalmak
- elini çabuk tutmak
- el çekmek
- elini çekmek
- elden çıkarmak
- elden çıkmak
- el çırpmak
- eli dar
- eli darda
- el değiştirmek
- el değmemiş
- eline doğmak
- eli dursa ayağı durmaz
- eline düşmek
- elden düşürmemek
- eli ekmek tutmak
- elden ele dolaşmak
- elden ele gezmek
- el elden üstün
- el ele vermek
- el ense etmek
- eli ermez gücü etmez
- elini eteğini çekmek
- eline eteğine doğru
- el etek öpmek
- eline eteğine sarılmak
- el etmek
- elde etmek
- elden geçirmek
- ele geçirmek
- ele geçmek
- eline geçmek
- elinden geleni ardına
- elinden geleni arkasına komamak
- elinden geleni bırakmamak
- elden geleni yapmak
- elinden geleni yapmak
- elden gelmek
- elinden gelmek
- elinden gelse...
- elden ne gelir?
- elden gelmemek
- elinden gelmemek
- eli genişlemek
- elde gezmek
- ellerde gezmek
- elinin hamuruyla erkek işine karışmak
- elinden hiç bir şey kurtulmaz
- elinden bir iş çıkmamak
- elinden kaza çıkmak
- elinden bir kaza çıkmak
- elinden iş gelmemek
- elinden bir iş gelmemek
- eli işe yatmak
- elini kalbine koyarak söylemek sürmek
- elini kalbine koyarak düşünmek sürmek
- elini kalbine koyarak hüküm sürmek
- elden kaçırmak
- el kaldırmak
- eli kalem tutmak
- elinde kalmak
- eline kalmak
- elinden kan çıkmak
- elini kana bulamak
- el katmak
- eli kırılmak
- elini kolunu bağlamak
- eli kolu bağlı kalmak
- elini kolunu sallaya sallaya gelmek
- elini kolunu sallaya sallaya gezmek
- el koymak
- eli koynunda - elinden hiç bir şey kurtulmamak
- eli kurusun!
- eli olmak
- elinde olmak
- elde olmamak
- elinde olmamak
- elini oynatmak
- eli para görmek
- eline sağlık!
- elinize sağlık!
- elini sallasa ellisi başını sallasa tellisi
- elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak
- eli silâh tutan
- eline su dökemez
- el sürmemek
- eli şakağında
- el tazelemek
- el tutmak
- elinde tutmak
- elinden tutmak
- elle tutulacak tarafı kalmamak
- elle tutulacak yanı kalmamak
- elle tutulur gözle görülür
- el uzatmak
- el üstünde tutmak
- eli varmamak
- eli gitmemek
- el vermek
- ele vermek
- el vurmamak
- eli yatmak
- bu işte eli yok
- eller yukarı!
- bir eli yağda bir eli balda II1) чужо́й, чужа́к2) страна́, крайyabancı ellerde — в чужи́х края́х, на чужби́не
3) наро́д, населе́ние4) пле́мя••elin ağzı torba değil ki büzesin — посл. на чужо́й рото́к не наки́нешь плато́к
el ile gelen düğün bayram — посл. ≈ на миру́ и смерть красна́
elin derdi ele masal gelir — посл. чужу́ю беду́ рука́ми разведу́
- el kapısında çalışmakel kazanıyla aş kaynatmak — погов. прийти́ на гото́венькое
-
8 kulak
(-ğı)1) у́хоkulak kepçesi или kulak çukuru — ушна́я ра́ковина
kulak kiri или kulak mumu — ушна́я се́ра
yelken kulak — больши́е оттопы́ренные у́ши
2) слух3) (тж. balık kulakı) жа́бры4) коло́к (музыкального инструмента)5) выступа́ющая часть в фо́рме ду́жки (ушка́); ру́чка◊
kulak(ını) açmak — слу́шать внима́тельно◊
kulakı ağır — туго́й на́ ухо◊
kulakının ardına atmak — пропуска́ть ми́мо уше́й◊
-a kulak asmak — а) слу́шать внима́тельно, прислу́шиваться, внима́ть; б) обраща́ть внима́ние◊
-a kulak asmamak — не обраща́ть внима́ния; не придава́ть значе́ния◊
kulakını bükmek — де́лать наставле́ния кому; увещева́ть, вразумля́ть кого◊
kulakına çalınmak — слы́шать кра́ем у́ха; дойти́ до слу́ха◊
-ın kulakına çan çalmak — разгова́ривать с кем-л. гро́мким го́лосом◊
-ın kulakını çekmek — а) драть за́ уши; б) де́лать вы́говор, руга́ть; дать нагоня́й◊
kulakı çınlamak — звене́ть в уша́х◊
kulakında çınlamak — звуча́ть в уша́х, стоя́ть в уша́х (о чём-л. услышанном)◊
kulakı delik — а) ра́ньше всех узнаю́щий о новостя́х; б) смышлёный, сообрази́тельный; све́дущий◊
kulaklarını dikmek — навостри́ть у́ши, насторожи́ться◊
kulak dolgunluğu, kulaktan dolma — а) то, что изве́стно (знако́мо) понаслы́шке; б) слух, молва́◊
kulakları dolmak — наслы́шатьея о ком-чём◊
kulakları düşmüş — пону́рый◊
kulak erimi — зо́на (ра́диус) слы́шимости◊
kulakına gelmek — дойти́ (донести́сь) до слу́ха◊
kulakına girmek — внять чему, усво́ить (сказанное)◊
kulak kabartmak — навостри́ть у́ши, насторожи́ться◊
kulaklarına kadar kızarmak — покрасне́ть до уше́й◊
kulakına kar suyu kaçmak — очути́ться в тру́дном положе́нии◊
kulak kesilmek — преврати́ться в слух, [напряжённо] вслу́шиваться◊
kulakı kirişte olmak — держа́ть у́хо востро́, быть настороже́◊
kulaktan kulaka — шушу́канье, спле́тни◊
kulakına küpe olmak — заруби́ть себе́ на носу́, намота́ть на ус, твёрдо усво́ить◊
-ın kulakına söylemek — говори́ть на́ ухо, шепта́ть◊
kulakı şunda olmak или kulakı bunda olmak — внима́тельно прислу́шиваться, проявля́ть интере́с к кому-чему◊
-a kulaklarını tıkamak — заткну́ть у́ши, не жела́ть слу́шать◊
kulak tırmalamak — ре́зать слух (у́хо)◊
-a kulak tutmak — слу́шать◊
-a kulak vermek — прислу́шиваться к чему; придава́ть значе́ние чему◊
bir kulakından girer, öbür kulakından çıkar — в одно́ у́хо вхо́дит, в друго́е выхо́дит -
9 giydirmek
vt1) anziehen, ankleiden, einkleidenannesi çocuğa \giydirmek yeni bir pantolon giydirdi die Mutter hat dem Kind eine neue Hose angezogenbirini giydirip kuşatmak jdn (neu) bekleiden -
10 kulak
"1. ear. 2. gill (of a fish). 3. tuning peg. 4. natural sense of musical pitch, ear. 5. handgrip, lug, (rounded) handle (of a cooking pot). -ını açmak to listen carefully. -ı ağır işitmek to be hard of hearing, be partially deaf. - akıntısı discharge from an ear. - asmak /a/ to pay attention (to); to heed. -tan âşık olmak /a/ to be in love with (someone, something) one has never seen. -ı (bir şeyde) olmak to be listening to. -ını bükmek /ın/ to forewarn. -ına çalınmak /ın/ to overhear (something). -ını çekmek /ın/ 1. to pull (someone´s) ear. 2. to give (someone) a firm but gentle rebuke. -ları çınlamak for one´s ears to ring. -ı/-ları çınlasın. colloq. I wish he could hear this (said when something good is said of someone absent). -ını çınlatmak /ın/ to speak well of (someone absent). - delici earsplitting, deafening (noise). -ı delik (person) who´s quick to pick up news. -ını delmek /ın/ slang to tell (a gambler) that he´s been swindled. -larını dikmek (for an animal) to prick up its ears. -ını doldurmak /ın/ to fill (someone) in, put (someone) in the know; to brief, prime. - dolgunluğu knowledge picked up here and there (by listening). -tan dolma (knowledge) picked up here and there (by listening). -ları dolmak to be fed up with hearing the same thing over and over again. -ı düşük 1. listless, lifeless. 2. glum, blue. -erimi earshot. -ına gelmek to hear. -ına girmek to heed, take note of; to accept as true. - iltihabı path. ear infection. - kabartmak to prick up one´s ears, be all ears. -larına kadar kızarmak to blush/flush hotly, go beet red. -tan kapmak /ı/ to pick up (knowledge) here and there (by listening). -ına kar suyu kaçmak to hear some disquieting news. - kepçesi anat. earlap, the external ear. - kesilmek to be all ears, listen attentively. -larını kısmak (for an animal) to lay back its ears. - kiri earwax. -ı kirişte olmak to be all ears. -ına koymak/sokmak /ı, ın/ to fill (someone) in about; to prime (someone) about. -tan kulağa (news traveling) on the grapevine. -ına küpe olmak to be a lesson to, serve as a warning to, leave a lasting impression on. - misafiri olmak /a/ to overhear. -ını okşamak (for a sound or spoken words) to delight (one). -larının pasını gidermek (for music) to delight (one) because one hasn´t heard its like for a long time. -ları paslanmak not to have heard good music for a long time. -ına söylemek /ı, ın/ to whisper (something) in (someone´s) ear. -ı tıkalı 1. hard of hearing. 2. unwilling to listen; (person) who is not listening. - tıkamak /a/ to pretend not to hear; to ignore. -larını tıkamak /a/ to shut one´s ears to, not to listen to. - tutmak /a/ to listen carefully (to). - uğultusu ringing in the ears. - vermek /a/ to listen carefully (to). - yağı earwax, cerumen. - yolu anat. auditory canal." -
11 méchanceté
См. также в других словарях:
ağır söylemek — acı, dokunaklı sözler söylemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağır — sf. 1) Tartıda çok çeken, hafif karşıtı Kurşun ağır bir madendir. Taş yerinde ağırdır. 2) Çapı, boyutları büyük Ağır top. Ağır tank. 3) mec. Değeri çok olan, gösterişli Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağzına geleni söylemek — 1) nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek 2) çok ve düşüncesizce konuşmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tane tane söylemek (veya konuşmak) — acele etmeden, seslerin hakkını vererek herkesin anlayabileceği gibi konuşmak Genç kadın ağır adımlarla eski yerine oturdu, tane tane söylemeye başladı. A. Gündüz … Çağatay Osmanlı Sözlük
TEHTEHE — Ağır söylemek, sert konuşmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
istediğini söyleyen istemediğini işitir — bir kimseye hakaret etmek, ağır sözler söylemek doğru değildir, o da ağır sözlerle karşılık verir anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
Liste Swadesh Du Turc — Liste Swadesh de 207 mots en français et en turc. Sommaire 1 Présentation 2 Liste 3 Voir aussi 3.1 Bibliographie … Wikipédia en Français
Liste Swadesh du turc — Liste Swadesh de 207 mots en français et en turc. Sommaire 1 Présentation 2 Liste 3 Voir aussi 3.1 Bibliographie … Wikipédia en Français
Liste swadesh du turc — Liste Swadesh de 207 mots en français et en turc. Sommaire 1 Présentation 2 Liste 3 Voir aussi 3.1 Bibliographie … Wikipédia en Français
Turc (liste Swadesh) — Liste Swadesh du turc Liste Swadesh de 207 mots en français et en turc. Sommaire 1 Présentation 2 Liste 3 Voir aussi 3.1 Bibliographie … Wikipédia en Français
boyamak — i 1) Boya sürerek veya boyaya batırarak renk vermek Rastıkla, yanağındaki beni de boyadı. 2) mec. Ağır söz söylemek, aşağılamak … Çağatay Osmanlı Sözlük