-
1 in front of
önünde, karşısında* * *in önünde -
2 σούζα
(önünde) susta durma -
3 derpîş
farsça درپيش göz önünde. derpîş edilmek göz önünde bulundurulmak. derpîş etmek göz önünde bulundurmak. -
4 впереди
-
5 перед
I п`еред( передо)1) önünde; karşısında ( напротив)перед до́мом сад — evin önü bahçe
он шёл передо мно́й — önüm sıra gidiyordu
предста́ть перед судо́м — mahkeme karşısına çıkmak
перед на́ми вста́ла еще одна́ пробле́ма — karşımıza bir sorun daha çıktı
перед на́ми стои́т не́сколько зада́ч — önümüzde birkaç görev duruyor
перед ним стоя́л о́чень серьёзный вопро́с — çok önemli bir sorunla karşı karşıyaydı
он задумчиво смотре́л перед собо́й — düşünceli düşünceli önüne bakıyordu
2) (по отношению к кому-чему-л.) karşı; karşısındaотве́тственность перед наро́дом — halka karşı sorumluluk
ра́венство перед зако́ном — kanun karşısında / önünde eşitlik
перед лицо́м опа́сности — tehlike karşısında
из стра́ха перед учи́телем — hoca korkusundan
страх перед боле́знью — hastalık korkusu
не отступа́ть перед тру́дностями — güçlüklerden yılmamak
3) önceперед тем как —...madan önce
перед са́мым ухо́дом / отъе́здом — gitmek üzere iken, giderayak
4) (по сравнению с кем-чем-л.) karşısında, kıyaslaII перёдчто он перед тобо́й? — senin karşında ne ki?
мön -
6 склоняться
несов.; сов. - склони́ться1) eğilmekсклони́ться над кем-чем-л. — birinin, bir şeyin üstüne / üzerine eğilmek
2) перен. eğilmekсклони́ться пе́ред судьбо́й — kaderin önünde baş eğmek
мы склоня́емся пе́ред па́мятью геро́ев — kahramanların anısı önünde saygıyla eğiliriz
3) тк. несов., грам. çekimli olmakэ́то сло́во не склоня́ется — bu kelime çekimli değildir
-
7 стоять
1) врз durmak; dikilmekстоя́ть на нога́х — ayakta durmak
стоя́ть на рука́х — eller üstünde durmak, amuda kalkmış olmak
шкаф стои́т на ме́сте — dolap yerinde duruyor
ча́йник стои́т на столе́ — çaydanlık masadadır / masada duruyor
ребёнок уже́ стои́т / научи́лся стоя́ть — bebek basıyor / tay duruyor artık
часть пассажи́ров стоя́ла — yolcuların bir kısmı ayakta idi
ну что ты стои́шь передо мно́й?! — ne dikilip duruyorsun karşımda?!
стоя́ть на посту́ / на часа́х — nöbet beklemek
у них там стои́т часово́й — oraya bir nöbetçi dikmişlerdi
он стоя́л к нам спино́й — sırtı bize dönüktü
су́дно стоя́ло на я́коре — gemi demirli bulunuyordu / demirlemişti
суда́, стоя́щие у прича́ла — rıhtıma yanaşık gemiler
кора́бль стои́т в порту́ — gemi limanda yatıyor
стоя́ть на чьем-л. пути́ — перен. birinin yolu üstüne dikilmiş olmak
он всё ещё стоя́л у двере́й — halâ kapı önünde dikiliyordu
2) ( бездействовать) durmakчасы́ стоя́ли — saat durmuştu
стро́йка стои́т — yapı tatil edilmiş durumdadır
дела́ стоя́т — işler yerinde sayıyor
те́хника не стои́т на ме́сте — teknik yerinde saymaz
3) врз (находиться, существовать) olmak, bulunmak; durmakперед до́мом стои́т то́поль — evin önünde bir servi var
го́род стои́т на Во́лге — şehir Volga üzerindedir
до тех пор, пока́ стои́т э́тот го́род... — bu şehir durdukça...
храм стои́т с деся́того ве́ка — tapınak onuncu yüzyıldan beri ayaktadır
4) (быть, иметь место) olmak; geçmekстоя́л тума́н — sis vardı
стоя́ло ле́то — mevsim yazdı
ле́то стоя́ло сухо́е — yaz kurak geçiyordu
стоя́ла хоро́шая пого́да — havalar iyi geçiyordu
стоя́л по́лдень — vakit öğle idi
со́лнце стоя́ло у нас над голово́й — güneş tepemize dikildi
в до́ме стоя́ла тишина́ — ev sessizlik içindeydi
по вечера́м там стои́т шум, гвалт — akşamları orada bağırma çağırmadır gider
5) перен. karşı karşıya / yüz yüze olmak; karşısında olmakстоя́ть перед диле́ммой — ikilem karşısında olmak
перед на́ми стои́т тру́дная зада́ча — zorlu bir görevle karşı karşıyayız
стоя́щие перед на́ми тру́дности — yüz yüze olduğumuz güçlükler
стоя́щие перед на́ми зада́чи — önümüzdeki görevler, yüz yüze olduğumuz görevler
6) перен. ( защищать) korumak, savunmak; bir şeyden yana olmakстоя́ть за де́ло ми́ра — barış davası için savaşım vermek
••стоя́ть во главе́ — başında olmak, başını çekmek
стоя́ть у вла́сти — iktidar başında olmak / bulunmak
кто стои́т за э́тим преступле́нием? — bu cinayetin ardında / arkasında kimler var?
стоя́ть на своём — ayak diremek
он до сих пор стои́т у меня́ перед глаза́ми — halâ gözümün önünden gitmiyor
стоя́ть у поро́га — eşikte beklemek
на докуме́нте стои́т и твоя́ по́дпись — belgede senin de imzan var
на пове́стке стоя́т два вопро́са — gündemde iki sorun var
у неё в глаза́х стоя́ли слезы — gözleri dolu dolu idi
-
8 у
1) (около, возле) yanında; başındaдом стои́т у реки́ — ev nehir kıyısındadır
шкаф стои́т у окна́ — dolap pencere yanındadır
не стой у окна́ — pencere önünde durma
у са́мой стены́ — duvarın dibinde
сиде́ть у самова́ра — semaver başında oturmak
стоя́ть у руля́ — dümen başında olmak
у подно́жия горы́ — dağın eteğinde
проти́вник был остано́влен у са́мого го́рода — düşman şehrin kapısı önünde durduruldu
2) в соч. (при обозначении обладателя, а также принадлежности)у него́ есть де́ти? — çocuğu var mı?
у него́ была́ я́зва — ülserdi, ülseri vardı
что у тебя́ с гла́зом? — gözüne ne oldu?
у сту́ла сло́мана но́жка — sandalyenin bir ayağı kırık(tır)
3) ...da;...danу кого́ ты шил э́то пальто́? — bu paltoyu kime diktirdin?
он одева́лся у лу́чших портны́х — en iyi terzilerden giyinirdi
у нас на заво́де — bizim fabrikada, fabrikamızda
они́ весь день бы́ли у нас в гостя́х — bütün gün bizde misafir idiler
у меня́ к тебе́ вопро́с — sana bir sualim var
у него́ в ко́мнате поря́док — onun odası derlitopludur
приёмник стои́т у него́ в ко́мнате — radyo onun odasındadır
4) (при указании на источник получения чего-л.)...danу кого́ он берёт уро́ки? — kimden ders alıyor?
букини́ст, у кото́рого ку́плена э́та кни́га — bu kitabın alındığı sahaf
спроси́ у кого́ хо́чешь — istediğine sor
найти́ подде́ржку у кого-л. — birinden destek bulmak
-
9 учёт
sayım; göz önüne alma,hesaba katma; kayıt* * *м1) sayım (yapma), envanter yapmaпровести́ учёт това́ров на скла́де — ambardaki mevcut malların sayımını / envanterini yapmak
2) hesaba katma, göz önüne alma, göz önünde tutmaс учётом конкре́тных усло́вий — somut koşullar hesaba katılarak / göz önünde tutularak
состоя́ть где-л. на учёте — bir yere kayıtlı olmak
снять где-л. кого-л. с учёта — birinin kaydını silmek
-
10 before
adv. önce, karşı, önceki, önde, önden————————conj. önce, den önce, mek yerine, mektense, zira————————prep. önünde, huzurunda, karşısında, önüne, önde, önce, evvel, ilerisinde* * *den önce* * *[bi'fo:] 1. preposition1) (earlier than: before the war; He'll come before very long.)...-den/dan önce, evvel2) (in front of: She was before me in the queue.)...-in önünde3) (rather than: Honour before wealth.)...-den önce/evvel,...-den ise2. adverb(earlier: I've seen you before.) daha önce3. conjunction(earlier than the time when: Before I go, I must phone my parents.)...-den/dan önce, evvel -
11 consider
v. göz önüne almak, hesaba katmak, addetmek, göz önünde bulundurmak, düşünmek, göz önünde tutmak, dikkate almak; saygı göstermek, saymak; görmek; fikrinde olmak* * *1. dikkate al 2. hesaba kat* * *[kən'sidə]1) (to think about (carefully): He considered their comments.) hakkında düşünmek2) (to feel inclined towards: I'm considering leaving this job.) düşünmek3) (to take into account: You must consider other people's feelings.) gözönüne almak4) (to regard as being: They consider him unfit for that job.) düşünmek•- considerably -
12 considering
adj. düşünen————————adv. şartlar göz önünde tutulursa————————n. hesaba katma————————prep. göre, göz önünde tutulursa; rağmen, dikkate alınırsa, yine de* * *1. dikkate alma (n.) 2. dikkate al (v.) 3. dikkate alarak (prep.)* * *preposition (taking into account; despite: Considering his deafness he manages to understand very well.) düşünülünce,...-e rağmen -
13 in public
herkesin içinde, alenen, herkesin önünde* * *(in front of other people, not in private: They are always quarrelling in public.) herkesin önünde, açıkça -
14 take into consideration
göz önünde tutmak, göz önünde bulundurmak* * *(to allow for (in considering a situation or problem): You must take his illness into consideration before dismissing him.) göz önüne almak, hesaba katmak -
15 make allowances for
göz önünde tutmak, göz önünde bulundurmak* * *izin ver -
16 in justice
adv. adalet önünde, yargı önünde -
17 in justice
adv. adalet önünde, yargı önünde -
18 wovor
-
19 davor
1) ( räumlich) onun önünde, bunun önünde2) ( zeitlich) ondan önce;kurz \davor ondan biraz önce3) ( im Hinblick auf)er hat mich \davor gewarnt beni o bakımdan uyardı;sie hat keine Angst \davor o bakımdan korkusu yok, ondan korkusu yok -
20 vor
vor [fo:ɐ]I präp1) ( räumlich) önünde(-in);sie ging \vor ihm her önünden yürüdü;zehn Kilometer \vor Münster Münster'in on kilometre önündesie wird \vor fünf Uhr nicht zurück sein saat beşten önce dönmüş olmayacak;es ist fünf ( Minuten) \vor drei üçe beş (dakika) var;\vor kurzem geçenlerde;\vor Jahren yıllar önce;\vor ein paar Tagen birkaç gün önce;\vor Christi Geburt İsa'nın doğumundan önce;\vor unserer Zeit evvel zaman içinde;ich bin \vor Ihnen dran ben sizden önceyim3) ( über) önce;Vorrang \vor anderen Dingen haben başka şeylerden önce gelmek;\vor allem her şeyden önceAngst \vor jdm haben birinden korkmak;5) ( bedingt durch) -den;\vor Kälte/Freude soğuktan/sevinçten;\vor lauter Arbeit işin çokluğundanetw \vor das Haus stellen bir şeyin evin önüne koymak;\vor eine Mauer prallen bir duvara çarpmak;\vor sich hin pfeifen önüne baka baka ıslık çalmak\vor und zurück ileri ve geri;zwei Schritte \vor! iki adım ileri!;Freiwillige \vor! gönüllüler ileri!
См. также в других словарях:
önünde sonunda — zf. 1) Mutlaka 2) Nihayetinde, en sonunda … Çağatay Osmanlı Sözlük
önünde ardında gidilmez — arkadaşlığına güvenilmez anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
göz önünde — zf. Apaçık, belirgin, aşikâr olarak Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller göz (veya gözünün) önünde olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
gözü önünde — (bir kimsenin) Yanında, yakınında Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
başı önünde — sf. Uslu, çevrede gözü olmayan (kimse) … Çağatay Osmanlı Sözlük
acemi katır kapı önünde yük indirir — beceriksiz ve anlayışsız kişi, kendisine yaptırılan işi en kötü yerinde bırakır anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
göz (veya gözünün) önünde olmak — 1) sürekli denetimi altında olmak 2) unutmamak, olduğu gibi hatırlamak Hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hâlâ gözümün önündedir. Y. Z. Ortaç … Çağatay Osmanlı Sözlük
göz önünde tutmak (veya bulundurmak) — herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak, dikkate almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yediği önünde, yemediği ardında — bolluk, refah içinde yaşayanlar için kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
önü sıra gitmek — önünde yürümek Bir gün, önüm sıra giden bir genç çocuk, ıslıkla bir şeyler çalmaya başladı. N. Meriç … Çağatay Osmanlı Sözlük
UR — Önünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç … Yeni Lügat Türkçe Sözlük