Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

uzantı

  • 1 uzadılmış

    uzantı

    Azərbaycanca-Türkcə Lüğət > uzadılmış

  • 2 범위

    uzantı

    Korece-Türkçe Sözlük (한국어 - 터키어 사전) > 범위

  • 3 extent

    uzantı

    English-Turkish new dictionary > extent

  • 4 uzadılmış

    uzantı

    Azərbaycan-Türkiyə lüğət > uzadılmış

  • 5 extension register

    uzanti yazmaç

    English to Turkish dictionary > extension register

  • 6 extension

    n. uzatma, genişletme, artırma, temdit, uzatılma, ek, ilave, uzantı, dahili telefon hattı, ekleme
    * * *
    1. ekstansiyon 2. uzantı
    * * *
    [-ʃən]
    1) (an added part: He built an extension to his house; a two-day extension to the holiday; He has telephone extensions (= telephones) in every bedroom.) ek
    2) ((a program by which) part of a university located somewhere else offers courses to people who are not fulltime students.) yaygın eğitim kursu
    3) (the process of extending.) uzatma
    4) (a telephone that operates on the same line as another: They have a phone in the living-room and an extension in the bedroom.) ek telefon, dahilî hat

    English-Turkish dictionary > extension

  • 7 отросток

    м

    отро́сток слепо́й кишки́ — apandis

    Русско-турецкий словарь > отросток

  • 8 придаток

    м
    eklenti; uzantı

    э́та организа́ция была́ прида́тком реакцио́нного режи́ма — bu örgüt gerici rejimin bir uzantısıydı

    Русско-турецкий словарь > придаток

  • 9 отвод

    branşman, patent dirsek, bağlantı kolu, uzantı
    - двойной отвод

    Турецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > отвод

  • 10 удлинение

    eklenme, uzama, uzantı, uzatma, uzatılma, temdit

    Турецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > удлинение

  • 11 appendix

    n. ek, ilave, ek bölüm, apandis
    * * *
    1. ek 2. uzantı
    * * *
    [ə'pendiks]
    1) ((plural sometimes appendices [-si:z]) a section, usually containing extra information, added at the end of a book, document etc.) ek
    2) (a narrow tube leading from the large intestine: She's had her appendix removed.) apandis, kör bağırsak

    English-Turkish dictionary > appendix

  • 12 bill

    n. fatura, hesap, kâğıt para, banknot, senet, tahvil, afiş, poster, tiyatro programı, tasarı, beyanname, gaga, burun, uzantı, balta (eski), keser
    * * *
    1. fatura kes (v.) 2. fatura (n.)
    * * *
    [bil] I noun
    (a bird's beak: a bird with a yellow bill.) gaga
    II 1. noun
    1) (an account of money owed for goods etc: an electricity bill.) fatura, hesap pusulası
    2) ((American) a banknote: a five-dollar bill.) banknot, kâğıt para
    3) (a poster used for advertising.) afiş, ilân, poster
    2. verb
    (to send an account (to someone): We'll bill you next month for your purchases.) hesabı göndermek, faturayı yollamak
    - billfold
    - fill the bill

    English-Turkish dictionary > bill

  • 13 extend

    v. genişletmek, yaymak, uzatmak, devam ettirmek, yardım eli uzatmak, vermek, genişlemek, büyümek, uzamak, avcı hattına yayılmak
    * * *
    1. uzat 2. uzat (v.) 3. uzantı (n.)
    * * *
    [ik'stend]
    1) (to make longer or larger: He extended his vegetable garden.) büyütmek
    2) (to reach or stretch: The school grounds extend as far as this fence.) uzanmak
    3) (to hold out or stretch out (a limb etc): He extended his hand to her.) uzatmak
    4) (to offer: May I extend a welcome to you all?) sunmak
    - extensive

    English-Turkish dictionary > extend

  • 14 extent

    n. uzunluk, genişlik, yükseklik, alan, boyut, kapsam, derece, ölçü
    * * *
    uzantı
    * * *
    [-t]
    1) (the area or length to which something extends: The bird's wings measured 20 centimetres at their fullest extent; The garden is nearly a kilometre in extent; A vast extent of grassland.) yayılım, uzanım, genişlik
    2) (amount; degree: What is the extent of the damage?; To what extent can we trust him?) derece, ölçü

    English-Turkish dictionary > extent

  • 15 ledge

    n. çıkıntı, pencere pervazı
    * * *
    düz çıkıntı
    * * *
    [le‹]
    (a shelf or an object that sticks out like a shelf: He keeps plant-pots on the window-ledge; They stopped on a ledge halfway up the cliff.) raf gibi çıkıntı, uzantı

    English-Turkish dictionary > ledge

  • 16 reach

    n. uzanma, erişme, erim, menzil, ulaşılabilecek uzaklık, kavrayış, kavrama gücü, alan
    ————————
    v. uzatmak, uzanmak, bulmak, yetişmek, iletişim sağlamak, ulaşmak, varmak, çarpmak, geçirmek (yumruk), idrak etmek, uzanıp vermek, vermek, etkilemek, isabet ettirmek, erişmek
    * * *
    1. ulaş (v.) 2. ulaşma (n.)
    * * *
    [ri: ] 1. verb
    1) (to arrive at (a place, age etc): We'll never reach London before dark; Money is not important when you reach my age; The noise reached our ears; Has the total reached a thousand dollars yet?; Have they reached an agreement yet?) ulaşmak, varmak
    2) (to (be able to) touch or get hold of (something): My keys have fallen down this hole and I can't reach them.) uzanmak, yetişmek
    3) (to stretch out one's hand in order to touch or get hold of something: He reached (across the table) for another cake; She reached out and took the book; He reached across/over and slapped her.) uzanmak, elini uzatıp almak
    4) (to make contact with; to communicate with: If anything happens you can always reach me by phone.) görüşmek, temas kurmak
    5) (to stretch or extend: My property reaches from here to the river.) uzanmak
    2. noun
    1) (the distance that can be travelled easily: My house is within (easy) reach (of London).)... mesafe
    2) (the distance one can stretch one's arm: I keep medicines on the top shelf, out of the children's reach; My keys are down that hole, just out of reach (of my fingers); The boxer has a very long reach.) kol uzunluğu
    3) ((usually in plural) a straight part of a river, canal etc: the lower reaches of the Thames.) uzantı; düz kesim

    English-Turkish dictionary > reach

  • 17 stretch

    n. gerinme, gerginlik, esneme, genişleme, esneklik, uzatma, geniş yer, aralıksız süre, süre, hapis süresi
    ————————
    v. germek, esnetmek, uzatmak, sermek, yaymak, çekmek (çorap vb.), zorlamak, abartmak, gerinmek, uzamak, yayılmak, yetmek, yeterli gelmek, arayı açmak
    * * *
    1. ger 2. ger (v.) 3. gergin (adj.)
    * * *
    [stre ] 1. verb
    1) (to make or become longer or wider especially by pulling or by being pulled: She stretched the piece of elastic to its fullest extent; His scarf was so long that it could stretch right across the room; This material stretches; The dog yawned and stretched (itself); He stretched (his arm/hand) up as far as he could, but still could not reach the shelf; Ask someone to pass you the jam instead of stretching across the table for it.) ger(il)mek, genişle(t)mek, uza(t)mak
    2) ((of land etc) to extend: The plain stretched ahead of them for miles.) uzanmak
    2. noun
    1) (an act of stretching or state of being stretched: He got out of bed and had a good stretch.) gerinme
    2) (a continuous extent, of eg a type of country, or of time: a pretty stretch of country; a stretch of bad road; a stretch of twenty years.) uzantı, düzlük
    - stretchy
    - at a stretch
    - be at full stretch
    - stretch one's legs
    - stretch out

    English-Turkish dictionary > stretch

  • 18 tongue

    n. dil, lisan, uzantı, erkek parça
    ————————
    v. dil vuruşu yapmak (çalgı), geçme yapmak (tahta)
    * * *
    1. konuş (v.) 2. dil (n.)
    * * *
    1) (the fleshy organ inside the mouth, used in tasting, swallowing, speaking etc: The doctor looked at her tongue.) dil
    2) (the tongue of an animal used as food.) dil
    3) (something with the same shape as a tongue: a tongue of flame.) dil
    4) (a language: English is his mother-tongue / native tongue; a foreign tongue.) dil, lisan

    English-Turkish dictionary > tongue

  • 19 appendage

    n. ilave, ek, katkı, uzantı, başkasına muhtaç kimse, askıntı
    * * *
    1. ek 2. ilave

    English-Turkish dictionary > appendage

  • 20 offset

    n. bedel, karşılık, denkleştirme, dal, kol, uzantı, çıkıntı, dirsek (boru), ofset baskı
    ————————
    v. denkleştirmek, dengelemek, dirsek takmak (boru), dallanmak, ofset baskı yapmak
    * * *
    1. sapma 2. dengele (v.) 3. dengeleme (n.)

    English-Turkish dictionary > offset

См. также в других словарях:

  • uzantı — is. 1) Bazı nesnelerin herhangi bir yerinde görülen uzamış bölüm 2) Ana konumdaki bir bütünün, özün veya durumun, kendisinden ayrı görülen ancak aynı yapısal özellikleri içeren parçası Bu mutluluğu uzatmak, onun uzantısı ile kanınıza dolan… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kıl — is. 1) Bazı hayvanların derisinde, insan vücudunun belli yerlerinde çıkan, üst deri ürünü olan ipliksi uzantı 2) Keçi tüyü 3) sf. Keçi tüyünden yapılmış veya dokunmuş olan Kıl kilim. Sana kız mı verirler / Kıl şalvar giymeyincek. H. Türküsü 4) sf …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mahmuz — is., Ar. mihmāz 1) Çizmenin, potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarını dürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya çelik parça Konağın içinde kılıç ve mahmuz şakırtıları duyuldu. A. Gündüz 2) Tavukgillerin ve bazı kuşların ayakları ardında… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dokunaç — is., cı, hay. b. Birçok omurgasız hayvanın başında bulunan, dokunmaya, tutmaya yarayan hareketli uzantı …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iğ iplik — is., ği, biy. Mitoz bölünme sırasında oluşan iğ biçimindeki uzantı, iğ Birleşik Sözler akromatik iğ iplik …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kestanecik — is., ği, anat. 1) Prostat 2) hay. b. Atların her bacağında birer tane çıkan, boynuz dokusunda olan kısa ve yayvan uzantı …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kirpik — is., ği 1) Göz kapağının kenarındaki kıllar veya bu kıllardan her biri Onun, yaşlarla dolu uzun kirpiklerinin arasından... R. N. Güntekin 2) bit. b., hay. b. Tüy gibi, küçük ve ince uzantı veya uzantılar Birleşik Sözler kirpik besleyici takma… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kulağakaçan — is., hay. b. Düz kanatlılardan, karnında çatal biçiminde iki uzantı bulunan, meyve ve sebzelere zarar veren otçul bir böcek (Forficula auricularia) …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kuyruk — is., ğu 1) Hayvanların çoğunda, gövdenin sonunda bulunan, omurganın uzantısı olan uzun ve esnek organ 2) Bu organa benzeyen uzantı Uçağın kuyruğu. Gelinliğin kuyruğu. 3) Kuşlarda gövdenin sonunda bulunan tüy demeti 4) Koyunun bazı türlerinde… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • küçük dil — is., anat. Damağın arkasında bulunan dile benzer küçük uzantı Birleşik Sözler küçük dil ünsüzü Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller küçük dilini yutmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • salma omurga — is., den. Yatlarda dengeyi sağlamak bakımından gerekli olan ve omurganın ek ağırlıkla birlikte oluşan uzantı bölümü …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»