-
1 синдә
sende -
2 tag
n. etiket, ayakkabı kulağı, bağcık ucu, püskül, saçak, perçem, ünlü söz, meşhur lâf, künye, isimlik, ceza makbuzu, kovalamaca, elim sende oyunu————————v. etiket takmak, etiketlemek, isimlik takmak, kafiye bulmak, birleştirmek, kovalamak, peşini bırakmamak, peşinden koşturmak, kırkmak (koyun)* * *1. etiket 2. etiketle (v.) 3. etiket (n.)* * *[tæɡ] 1. noun1) (a label: a price-tag; a name-tag.) etiket2) (a saying or quotation that is often repeated: a well-known Latin tag.) sıkça yinelenen söz, klişe3) (something small that is added on or attached: a question-tag such as `isn't it?') 'değil mi?' li soru cümlesi4) (a children's game in which one player chases the others and tries to touch one of them: to play tag.) 'elim sende' oyunu2. verb(to put a tag or label on something: All the clothes have been tagged.) etiket takmak- tag on -
3 виноватый
kabahatli,suçlu* * *1) kabahatli, suçluты не винова́т — senin kabahatin / suçun yok, kabahat sende değil
отлича́ть пра́вого от винова́того — haklıyı haksızdan ayırmak
вы́яснилось, что он не винова́т — onun suçsuz olduğu anlaşıldı
2) в соч.у неё винова́тый вид — kabahat işlemiş gibi görünüyor
у него́ был винова́тый взгляд — suçlu suçlu bakıyordu
••винова́т! — affedersin(iz)!, pardon!
-
4 находиться
bulunmak* * *I несов.; сов. - найти́сь1) ( обнаруживаться в результате поисков) bulunmak2) çıkmakу тебя́ найдётся рубль? — sende bir ruble var mı?
найдётся и тебе́ рабо́та — sana da bir iş çıkar
хра́брых среди́ них не нашло́сь — içlerinden bir yiğit çıkmadı
3) в соч.он не нашёлся, что сказа́ть — söyleyecek bir şey bulamadı
он сразу нашёлся с отве́том / что отве́тить — verecek cevabı derhal buldu
4) тк. несов. bulunmakгде он нахо́дится? — nerede bulunuyor?, nerededir?
II сов., разг.здесь нахо́дится сто челове́к — burada yüz kişi bulunuyor / var
çok yürümek; taban tepmek ( много походить); yürümekten yorgun düşmek ( устать от ходьбы) -
5 очередь
ж1) sıra; nöbetо́чередь за ва́ми — sıra sizindir
сего́дня твоя́ о́чередь гото́вить — bugün yemek pişirmek nöbeti sende
до нас о́чередь ещё не дошла́ — bize daha sıra gelmedi
2) kuyruk (-ğu), sıraо́чередь за хле́бом — ekmek kuyruğu
без о́череди — sıra beklemeden
стоя́ть в о́череди — kuyruk / sıra / nöbet beklemek
3) bölüm; kısım (- smı); kademeстрои́тельство пе́рвой о́череди кана́ла — kanalın ilk bölümünü kurma
••по о́череди — sıra ile; ( чередуясь) nöbetleşe
в пе́рвую о́чередь — öncelikle; başta; ilk elde; ilk önce
э́тим я в пе́рвую о́чередь обя́зан тебе́ — bunu en başta sana borçluyum
э́тот вопро́с бу́дет рассмо́трен в пе́рвую о́чередь — bu sorun öncelikle ele alınacak
мно́гие зла́ковые, и в пе́рвую о́чередь пшени́ца — buğday başta olmak üzere birçok tahıl bitkileri
он несёт отве́тственность за э́то в пе́рвую о́чередь — bunun ilk derecede sorumlusu odur
-
6 сам
само́, са́ми1) kendi; kendi kendine, kendi başına, kendiliğindenон сам упа́л — kendi düştü
я сам пое́ду — kendim gideceğim
хо́чешь, сам попро́буй / испро́буй — istersen sen dene
ты сам во всём винова́т — kabahat hep sende
больно́й сам попроси́л есть — hasta kendiliğinden yemek istedi
ребёнок до́лжен одева́ться сам — çocuğun kendi kendine giyinmesi gerek
он сам научи́лся игра́ть на скри́пке — kemanı kendi kendine öğrendi
он сам не зна́ет, что де́лает / твори́т — yaptığını bilmiyor
сам того́ не замеча́я — kendi dahi farkında olmadan
дверь сама́ откры́лась — kapı kendiliğinden açıldı
населе́ние самой Москвы́ — asıl Moskova'nın nüfusu
вы из самого́ Ки́ева? — Kiev'in içinden misiniz?
э́то опрове́ргнуто само́й жи́знью — bu bizzat hayat tarafından yalanlandı
угрожа́ть самому́ существова́нию челове́чества — insanlığın bizzat varlığını tehdit etmek
переда́шь письмо́ самому́ дире́ктору — mektubu müdürün kendisine vereceksin
2) ta kendisi; timsaliэ́то - сама́ и́стина — bu, gerçeğin ta kendisi
он - сама́ ве́жливость — nezaketin timsalidir
••сам по себе — ( самостоятельно) kendi başına / kendine; ( как таковой) başlı başına
быть сами́м собо́й — kendi kendisi olmak
э́то уж само́ собо́й — orası şüphesiz
-
7 стыд
м1) utanç (-cı), utanma, yüz, ar, haya; sıkılma, hicap (-bı)у него́ ни стыда́ ни со́вести — arı satmış, namusu kiraya vermiş
потеря́ть (вся́кий) стыд — ar damarı çatlamak
покрасне́ть от стыда́ — utancından kızarmak
отбро́сить стыд — sıkılmayı bir yana itmek
неуже́ли у тебя́ никако́го стыда́ нет? — sende utanma arlanma yok mu?
2) разг. ( позор) yüzkarası, rezalet -
8 стыдно
→ сказ., в соч.им сты́дно за себя́ — kendilerinden utanırlar
мне сты́дно за тебя́ — senin hesabına utanç duyuyorum
тебе́ не бу́дет сты́дно за меня́ — seni utandırmayacağım / mahcup etmeyeceğim
ему́ бы́ло сты́дно — utanıyordu
мне бу́дет сты́дно перед това́рищами — arkadaşlarımdan utanırım
мне сты́дно писа́ть об э́том (нело́вко) — bunu yazmaktan hicap ederim
мне сты́дно перед ним — ona karşı mahcup oldum
неуже́ли тебе́ не сты́дно? — sende utanmak yok mu?
опя́ть не сде́лал? Сты́дно! — gene mi yapmadın? Yazıklar olsun!
-
9 такой
böyle,öyle,böylesi,öylesi; şöyle* * *мест.1) böyle, öyle, böylesi, öylesi benzeriтаки́е телепрогра́ммы — böyle / benzeri televizyon programları
таки́е, как ты — senin gibiler
будь таки́м, как он! — onun gibi ol!
кто мы таки́е? — biz kimleriz?
за тако́го, как ты, она́ не пойдёт! — senin gibisine varmaz o!
э́та ру́чка така́я же, как та — bu kalem o kalemin aynıdır
тако́й мне не ну́жен — böylesi bana gerek değil
таки́х то́нкостей он не поймёт — bu kadar inceliklerine aklı ermez onun
2) öyle; böylesine öylesineон тако́й стара́тельный! — öyle çalışkan ki!
ра́ньше их отноше́ния не были таки́ми дру́жественными — önceleri ilişkileri böylesine dostane değildi
не будь ты таки́м упря́мым... — sende bu inat olmasaydı
почему́ коридо́р тако́й у́зкий? — koridor neden bu kadar dar?
в тако́й напряжённый пери́од — bunca gerilimli bir dönemde
в тако́й по́здний час — gecenin bu geç saatinde
о́зеро тако́е глубо́кое, что... — göl öylesine derin ki,...
пробле́ма и сего́дня остаётся тако́й же ва́жной, как и вчера́ — sorun dün ne kadar önemli idi ise bugün de o denli önemlidir
3) разг. şu, şöyleвозника́ет тако́й вопро́с:... — şu sorun ortaya çıkıyor:...
4) разг.ты сегодня како́й-то не тако́й — bugün bir hoşluğun var senin
5) (тако́е) → сущ., с böyle (bir) şey, öyle (bir) şeyтако́е со мной случи́лось впервы́е — ilk geldi başıma böyle şey
он тако́е сказа́л, что... — öyle bir şey söyledi ki,...
да мо́жет ли быть тако́е?! — hiç olabilir mi öyle şey / bu?!
что я ему́ тако́го сде́лал? — ona ne yaptım ki?
••что тако́е? — ne var?
что тако́е случи́лось? — ne oldu?
да кто ты тако́й, что́бы... — sen kim oluyorsun da...
в тако́м слу́чае — см. случай
-
10 touch
n. dokunuş, tuş, dokunma, temas, fırça darbesi, rötuş, zerre, üslup, iletişim, incelik, duyarlılık, iz, yaklaşım, işaret, deneme, taç [fut.], elim sende oyunu, yakalamaca, para sızdırma, yolunacak kaz————————v. dokunmak, ellemek, değmek, teğet geçmek, bitişik olmak, yetmek, kırmak, incitmek, etkilemek, para sızdırmak, temas etmek* * *1. dokun 2. dokun (v.) 3. temas (n.)* * *1. verb1) (to be in, come into, or make, contact with something else: Their shoulders touched; He touched the water with his foot.) dokunmak2) (to feel (lightly) with the hand: He touched her cheek.) dokunmak, ellemek3) (to affect the feelings of; to make (someone) feel pity, sympathy etc: I was touched by her generosity.) etkilemek4) (to be concerned with; to have anything to do with: I wouldn't touch a job like that.) ilgilenmek2. noun1) (an act or sensation of touching: I felt a touch on my shoulder.) dokunma2) ((often with the) one of the five senses, the sense by which we feel things: the sense of touch; The stone felt cold to the touch.) dokunma (duyusu)3) (a mark or stroke etc to improve the appearance of something: The painting still needs a few finishing touches.) rötuş4) (skill or style: He hasn't lost his touch as a writer.) yetenek, ustalık5) ((in football) the ground outside the edges of the pitch (which are marked out with touchlines): He kicked the ball into touch.) taç•- touching- touchingly
- touchy
- touchily
- touchiness
- touch screen
- in touch with
- in touch
- lose touch with
- lose touch
- out of touch with
- out of touch
- a touch
- touch down
- touch off
- touch up
- touch wood -
11 fehlen
fehlen v/i <h> noksan/eksik olmak; yok olmak; in der Schule gelmemiş olmak;du fehlst uns senin yokluğunu çekiyoruz;was dir fehlt, ist … sende gerekli olan …;was fehlt Ihnen? ne derdiniz var?;weit gefehlt! hiç ilgisi yok! -
12 sicher
1. adj ( vor D -e karşı) emin, güvenli;…sicher in Zssgn (widerstandsfähig) ( gegen -e) dayanıklı; -e dayanır; (gewiss, überzeugt) ( von -den) emin; (zuverlässig) güvenilir, sağlam;in sicherem Abstand emniyet mesafesi bırakarak;ein sicheres Auftreten haben kendine güvenli bir etki yapmak;der Erfolg ist ihm sicher -in başaracağı kesin;du bist sicher sen herhalde -sin;du hast sicher sende … vardır -
13 allein
allein [a'laın]I adj\allein stehend ( freistehend) müstakil, tek (başına);kann ich dich einen Augenblick \allein sprechen? bir saniye seninle yalnız konuşabilir miyim?2) ( ohne Hilfe) tek başına;er macht das ganz \allein o, bunu tek başına yapar;eine \allein erziehende Mutter bekâr bir anne, tek başına velâyet hakkına sahip olan anne3) ( einsam) yapayalnız;ich bin so oft \allein ben çoğu zaman yapayalnızımdu \allein bist schuld daran bütün kabahat sende;nicht \allein..., sondern auch... sadece... değil, o da...;einzig und \allein sadece;\allein schon die Vorstellung macht mir Angst sadece düşüncesi bile bana korku veriyor;von \allein kendi kendine, kendiliğinden;das weiß ich von \allein! bunu kendim de biliyorum! -
14 auflesen
auf|lesenirr vtden Schnupfen muss ich bei dir aufgelesen haben nezleyi sende(n) kapmış olmam gerekir -
15 beiliegend
-
16 dran
( fam)du bist \dran sıra sende;jetzt ist er \dran şimdi sıra onda;sind Sie noch \dran? ( Telefon) hâlâ hatta mısınız?;er ist schlecht/gut \dran durumu kötü/iyi;früh/spät \dran sein sırası erken/geç gelmek;ich bin spät \dran geç kaldım;da ist was \dran bunda bir iş var;an dem Radio ist alles \dran, was man braucht radyoda ne ararsan var; s. a. daran -
17 drankommen
dran|kommen1) ( an die Reihe kommen) sırası gelmek;du kommst als Nächste dran şimdi sıra sende3) ( abgefragt werden)welches Thema kommt denn dran? hangi konu gelecek ki?4) ( erreichen) ulaşmak, erişmek, yetişmek -
18 liegen
liegen <liegt, lag, gelegen> ['li:gən]vi haben o sein1) ( Person) yatmak;hart/weich \liegen sert/yumuşak yerde yatmak;im Bett \liegen yatakta yatmak;auf dem Rücken/auf dem Bauch \liegen sırtüstü/yüzükoyun yatmak2) ( sich befinden) olmak, bulunmak;das Buch liegt auf dem Tisch kitap masanın üstünde;wo liegt München? Münih nerede?;an der Elbe \liegen Elbe üzerinde bulunmak;das Zimmer liegt nach Süden oda güneye bakıyor;das liegt auf dem Weg bu yolun üstündedir;es lag kein Schnee yerde kar yoktu;das Essen liegt mir schwer im Magen yemek mideme oturdu;die Preise \liegen zwischen 50 und 70 Euro fiyatlar 50 ile 70 euro civarında oynuyor;die Betonung liegt auf der letzten Silbe vurgu, son hecededir;das lag nicht in meiner Absicht bu benim niyetim değildi3) ( interessieren)Englisch liegt mir nicht İngilizce beni çekmiyor, İngilizce'den hoşlanmam;es liegt mir viel/nichts daran bunun benim için çok/hiç önemi var/yok;mir liegt nichts an dem Geld ben parasında değilim4) ( abhängen) bağlı olmak (an/bei -e/-e);die Entscheidung liegt bei euch karar sizin elinizdedir;an wem liegt das? bu kime bağlı(dır) ?, bu kimin elindedir?;woran liegt es? bu, nereden ileri geliyor?, bu, neye bağlı(dır) ?;an mir soll's nicht \liegen buna ben engel olmayayım;die Schuld liegt bei dir kabahat sende;so wie die Dinge \liegen... durum öyle gösteriyor ki... -
19 Ohr
Ohr <-(e) s, -en> [o:ɐ] ntkulak;die \Ohren spitzen kulak kabartmak; ( Tier) kulaklarını dikmek;jdm sein \Ohr leihen birine kulak vermek;es ist mir zu \Ohren gekommen, dass...... kulağıma geldi [o çalındı];mir dröhnen/sausen die \Ohren kulaklarım uğulduyor;ganz \Ohr sein kulak kesilmek;ich bin ganz \Ohr kulağım sende [o sizde];mit halbem \Ohr zuhören yarım yamalak dinlemek;ihm die \Ohren klingen ( fig) kulağı çınlamak;etw noch im \Ohr haben bir şey hâlâ kulağında olmak, bir şeyi duymuş olmak;seinen \Ohren nicht trauen ( fam) kulağına inanmamak, kulaklarına inanamamak;schreib dir das hinter die \Ohren! ( fam) bu sözümü kulağına küpe et!;etw geht zum einen \Ohr rein, zum anderen wieder hinaus ( fig) o ( fam) bir şey bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak;viel um die \Ohren haben ( fam) işi başından aşkın olmak;die Situation/die Arbeit wächst mir über die \Ohren ( fig) durumla/işle başa çıkamıyorum artık;von einem \Ohr zum anderen strahlen ( fam) ağzı kulaklarına varmak; -
20 Reihe
Reihe <-n> ['raıə] fsie sitzen in der dritten \Reihe üçüncü sırada oturuyorlar;sich in einer \Reihe aufstellen tek sıra hâlinde dizilmek, sıralanmak;in Reih und Glied stehen saf teşkil etmek2) (Buch\Reihe) dizi;er kaufte eine ganze \Reihe Bücher bir sürü kitap aldı3) math dizi;geometrische \Reihe geometrik diziaus den \Reihen der Konservativen muhafazakârların arasındandu bist an der \Reihe ( fam) sıra sende;der \Reihe nach eintreten sırayla girmek;immer der \Reihe nach! sırayla!;außer der \Reihe kommen sıra dışı gelmek;etw auf die \Reihe kriegen ( fam) bir şeyi ayarlamak
- 1
- 2
См. также в других словарях:
Sende — Stadt Schloß Holte Stukenbrock Koordinaten … Deutsch Wikipedia
Sende — Sende, Bauerschaft im preuß. Regbez. Minden, Kreis Wiedenbrück, hat (1905) 2124 Einw … Meyers Großes Konversations-Lexikon
Sendé — sendé, sente nm sentier Hautes Pyrénées, Gers. Var.: sendère … Glossaire des noms topographiques en France
Sende Rud — Sendẹ Rud, Fluss in Iran, Sajend e Rud … Universal-Lexikon
Sende- und Empfangsmodul — SEM 93 von Thales in einem Führungs und Funkfahrzeug der Bundeswehr Sende/Empfänger, Mobil[1] (kurz: SEM) ist eine bei der Bundeswehr genutzte Benennung für Funkgeräte. Für die Einzelbezeichnungen wird an die Abkürzung SEM eine Zahl für den… … Deutsch Wikipedia
Sende-Empfang-Umschalter — antenos perdavimo priėmimo perjungiklis statusas T sritis radioelektronika atitikmenys: angl. antenna change over switch; antenna transmit receive switch vok. Antennensendeempfangsumschalter, m; Sende Empfang Umschalter, m rus. антенный… … Radioelektronikos terminų žodynas
Sende-Empfang-Endstation — galinė priėmimo perdavimo stotis statusas T sritis radioelektronika atitikmenys: angl. sending receiving terminal station vok. Sende Empfang Endstation, f rus. оконечная приёмопередающая станция, f pranc. station terminale transmission réception … Radioelektronikos terminų žodynas
sende — sen|de vb., r, sendte, sendt … Dansk ordbog
Sende-Server — Ein Sendeserver im Rundfunkbereich hat die Aufgabe, digitalisiertes Sendematerial (Filme, Magazine, Nachrichten, Wetter, etc.), welches auf Speichermedien (Festplatten, Bandroboter etc.) liegt, hintereinander abzuspielen. Technisch verhält er… … Deutsch Wikipedia
Sende- und Empfangsgerät — Sẹn|de und Emp|fạngs|ge|rät, das (Elektrot.): Gerät, mit dem man Funksprüche, Rundfunk od. Fernsehsendungen senden u. empfangen kann … Universal-Lexikon
Sende- und Empfangsgerät — Sẹn|de und Emp|fạngs|ge|rät {{link}}K 31{{/link}} … Die deutsche Rechtschreibung