Перевод: со всех языков на английский

с английского на все языки

kat+çıkmak

  • 1 kat çıkmak

    to add a storey

    İngilizce Sözlük Türkçe > kat çıkmak

  • 2 kat

    ",-tı 1. story, floor, Brit. storey. 2. layer, stratum; fold. 3. set (of clothes). 4. presence, the presence of a distinguished personage. 5. time(s). 6. math. multiple. -ında in his opinion. - çıkmak to add a story (to a building). - irtifakı a sharing by each of a building´s owners in the ownership of any story added to their building. - kat 1. in layers. 2. many times more, much more. - mülkiyeti condominium, ownership of one unit within a multi-unit building. - yeri crease, fold. "

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > kat

  • 3 alt

    ",-tı 1. bottom. 2. buttocks, rump, bottom. 3. the space beneath. 4. continuation, the rest. 5. the farther. 6. the lower. 7. under, beneath, below (with a personal suffix and a case ending). -ı alay, üstü kalay gaudy, showy, tawdry. -ına almak /ı/ wrestling to throw (one´s opponent) down. -tan almak to be gentle with someone who is speaking harshly. - alta one under the other. -tan alta secretively. - alta üst üste rough-and-tumble. -ından çapanoğlu çıkmak to have a troublesome complication appear. -ını çizmek /ın/ to underline, emphasize. -tan dağıtım water system relying on city water pressure, without an attic tank. - dudak lower lip. - etmek /ı/ to beat, overwhelm. -ına etmek to soil or wet one´s clothes or bed. -ından girip üstünden çıkmak /ın/ to squander, spend (a fortune) recklessly. -tan güreşmek to look for a way of winning while pretending to lose. -ını ıslatmak to wet one´s underclothes or bed. -ına kaçırmak to wet or soil one´s clothes a little. -ta kalanın canı çıksın. colloq. The devil take the hindmost. -ından kalkamamak /ın/ 1. to be unable to carry (something) through to completion. 2. not to be able to protect oneself (from a difficulty). -ından kalkmak /ın/ to carry out (something) successfully. -ında kalmak /ın/ 1. to have no retort (to another´s statement), be unable to reply. 2. to remain under (an obligation). -ta kalmak to lose, be defeated. -ında kalmamak /ın/ 1. not to leave (a kindness) unrepaid. 2. to get even (for). - kasa print. lower case. - kat 1. the floor below. 2. first floor, ground floor. -ı kaval, üstü şişhane odd-looking, having an outlandish look. -ından ne çıkacak bilinmez. colloq. The outcome is uncertain. - olmak to be beaten, be overcome. - tarafı/yanı 1. the lower part; the underside. 2. remainder, the rest. 3. the outcome. 4. all that is involved (is only): Niçin bu kadar üzülüyorsun? Alt tarafı on bin lira. Why are you making such a fuss? It´s only a matter of ten thousand liras. -ını üstüne getirmek /ın/ 1. to upset, turn upside down, confuse. 2. to search. - yanı çıkmaz sokak. colloq. This business is a blind alley. -ına yapmak to soil one´s bed or clothes. -ı yaş olmak /ın/ (for a piece of business) not to be on a sound basis. - yazı footnote."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > alt

  • 4 üst

    ",-tü 1. upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log. 2. space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me. 3. clothes: Üstünü kirletme ha! Don´t get your clothes dirty, you hear? 4. (a) superior, (a) boss. 5. remainder, rest (of an amount of money). 6. top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope. 7. at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon. -te above; on top. -ten 1. from the top, from above. 2. superficially. -ünde/üzerinde /ın/ 1. on, on top of. 2. above, over. 3. on; overlooking or looking out on: cadde üstünde on a main street. Boğaz´ın üstünde overlooking the Bosphorus. 4. more than; over: Ahmet artık kırkın üstünde olmalı. Ahmet must be over forty by now. 5. on, about (a matter, a subject): Bunun üstünde anlaşmalıyız. We ought to come to an agreement about this. 6. on (someone´s consciousness): Onun üstünde büyük bir etki yaptı. It made a big impression on him. 7. on, with: Üstünde para yok mu? Don´t you have any money on you? -üne/üzerine 1. on, on top of: Elbisesinin üstüne sürdü. She rubbed it on her dress. 2. on, on the subject of, dealing with: Kırım Savaşı üstüne bir tez hazırlıyor. She´s preparing a thesis on the Crimean War. 3. on top of, right after: Baklavanın üstüne işkembe çorbası içilir mi? Does one have tripe soup right after one´s eaten baklava? 4. upon (one´s honor, one´s good name): şerefim üstüne upon my honor. 5. better than, superior to: Kendi dalında Ali´nin üstüne yok. Ali´s tops in his field. Senin üstüne yok, vallahi! By George, you take the cake! 6. on (someone´s) account: Rahmi, biraları benim üstüme yaz! Put the beers on my account, Rahmi! -ü açık open at the top. -ünüze/üzerinize afiyet/şifalar/sağlık! May you stay in good health! (said while talking about an illness). -ünden akmak to be plainly evident. -üne/üzerine almak /ı/ 1. to take the responsibility of (doing something), take (something) upon oneself. 2. to take (a remark, an action) as being directed against oneself. -ünden/üzerinden atmak /ı/ to refuse to accept responsibility for. -üne/üzerine atmak /ı, ın/ to impute (a misdeed or crime) to (someone). -üne/üzerine basmak to hit the nail on the head. - baş clothes. -ü başı dökülmek for (one´s) clothes to be in tatters. -üne başına etmek/yapmak 1. /ın/ to curse violently at, give (someone) down the country, give (someone) what for. 2. to defecate in one´s underpants. - başa geçmek to sit with the bigwigs (in a meeting). -üne bırakmak /ı, ın/ to leave (something) for (someone else) to do, leave (someone) with the job of. -üne/üzerine bir bardak (soğuk) su içmek /ın/ colloq. to give up all hope of getting (something that one has lent) back, kiss (something) goodbye. - çıkmak/gelmek to win. -e çıkmak (for someone who´s at fault) to succeed in shifting the blame onto someone else. -ünden/üzerinden dökülmek (for a garment) to be far too big for, swallow (someone). - dudak upper lip. -ünde/üzerinde durmak /ın/ to give (a matter) a lot of thought, spend a lot of time thinking about (a matter); to give (a matter) a lot of attention; to dwell on (a matter). -üne/üzerine düşmek /ın/ 1. to fuss over, make a fuss over, shower attention on (someone). 2. to bother, pester. 3. to throw oneself into (a job), work hard at (a job). -üne/üzerine evlenmek /ın/ to marry again when one already has (someone) as a wife. -üne/üzerine geçirmek/geçirtmek /ı/ 1. to have (a piece of property) registered in one´s own name. 2. to have (an adopted child) registered under one´s own surname, cause (an adopted child) to bear one´s own surname. -ünden geçmek /ın/ slang 1. to *screw, have sex with. 2. to rape. -ünden (... zaman) geçmek (for an amount of time) to pass, elapse (after an event). -üne/üzerine gelmek /ın/ 1. (for someone) to turn up or appear right when (something is being done or discussed). 2. to walk towards (someone) intending (or as if he intends) t

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > üst

См. также в других словарях:

  • kat çıkmak — yapıya kat eklemek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kat — 1. is. 1) Bir yapıda iki döşeme arasında yer alan daire veya odaların bütünü Yemekten sonra evin üst katında, ocaklı bir odaya çıktık. S. F. Abasıyanık 2) Bir yüzey üzerine az veya çok kalın bir biçimde, düzgün olarak yayılmış bulunan şey Bir kat …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çıkmak — den, ar 1) İçeriden dışarıya varmak, gitmek Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık. F. R. Atay 2) nsz Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı. Atatürk 3) nsz Bir meslek… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yüz — 1. is. 1) Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor. S. F. Abasıyanık 2) Yüzey, satıh Suyun yüzünde. 3) Kesici araçlarda ağız Bıçağın keskin yüzü. 4) Bir kumaşın… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • alt — is. 1) Bir şeyin yere bakan yanı, zir, üst karşıtı Pantolonlarımızı şiltelerimizin altına seriyoruz, onlar bütün hafta orada ütüleniyor. Z. O. Saba 2) Bir nesnenin tabanı Ayağındaki altları nalçalı koca bahçıvan kunduraları ile ona yetişmesi… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • huzur — is., Ar. ḥużūr 1) Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç Bu komşular mahallenin huzurunu kaçırdı. 2) Ön, yan, kat, makam, yamaç Başkanın huzuruna çıkmak. 3) esk. Bir yerde bulunma Bu sorunun konuşulması için sizin huzurunuz… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • — is. 1) Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Ç. Altan 2) Oyuk şeylerin boşluğu 3) Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta Tahtanın içi… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • üst — is. 1) Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk, alt karşıtı Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor. H. E. Adıvar 2) Bir şeyin görülen yanı, yüzü Bu sefer taşın üstünden… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iki — is. 1) Birden sonra gelen sayının adı 2) Bu sayıyı gösteren 2, II rakamlarının adı 3) sf. Birden bir artık Bir sokak başında kavga eden iki çocuğu ayırdı. H. Taner Birleşik Sözler iki anlamlı iki ayaklı iki başlı iki bir ikibuçukluk …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • karşı — is. 1) Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi Karşımdaki kitap rafında eserlerim sırayla duruyor. H. E. Adıvar 2) Yol, deniz, ırmak vb.nin öbür kıyısı veya yanı Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»