-
1 kâr getirmek
приноси́ть де́ньги / при́быль -
2 kâr getirmek
v. profit -
3 kâr getirmek
to bring profit, to pay, to yield, to bring sb in sth -
4 kâr
kâr [kãr] s1) Gewinn m, Profit m\kâr getirmek/etmek Gewinn bringen/machenumulan \kâr imaginärer Gewinn\kâr etmek nutzen, nützen; ( etkisi iyi olmak) fruchtennasihat, tehdit hiçbiri \kâr etmedi Ratschläge, Drohungen, nichts hat gefruchtet [o genutzt]3) korkusu yanına \kâr kalmak mit dem Schrecken davonkommen -
5 getirmek
1) В, Д, Исх. доставля́ть, приноси́ть, привози́ть, ввози́ть, приводи́ть, пригоня́ть кого- что куда-лbir araya getirmek — свести́ вме́сте, собра́ть вме́сте
geri getirmek — принести́ обра́тно, верну́ть
2) приноси́ть, дава́ть, доставля́ть (как результат, следствие)az gelir getirmek — дава́ть ма́ленький (ма́лый) дохо́д
kâr getirmek — приноси́ть дохо́д (при́быль)
para getirmek — приноси́ть де́ньги, дава́ть дохо́д
3) В, Д доводи́ть (до какого-л. предела)4) В, Д назнача́ть (на должность и т. п.)bakanlığa getirmek — назна́чить на пост мини́стра
5) В дости́гнуть; дожи́ть6) приводи́ть (пример и т. п.); предъявля́ть, представля́ть (доказательства и т. п.); выставля́ть (свидетеля и т. п.) -
6 kâr
снег (м)* * *1) при́быль, бары́ш, дохо́дkâr bırakmak — приноси́ть при́быль
2) перен. по́льза, вы́годаbundan benim hiçbir kârım yok — мне от э́того никако́й по́льзы нет
3) ком. ра́зница ме́жду себесто́имостью и прода́жной цено́й••- kâr etmemekkâr zararın kardeşidir — погов. при́быль - родна́я сестра́ убы́тка
- nasihat tehdit hiç biri kâr etmedi
- kâr getirmek
- kârı olmamak
- bu benim kârım değil
- kârını tamam etmek -
7 kâr
1. profit. 2. benefit. - bırakmak to yield a profit. - etmek 1. to profit, make a profit. 2. to help, be effective. - gayesi gütmeyen nonprofit. - getirmek to yield a profit. - haddi limit on profits. - hissesi fin. dividend, share of the profits. - kalmak to remain as profit. -ı olmamak not to be up to, not to be equal to: Bu iş herkesin kârı değil. Not everyone is equal to this job. - payı fin. 1. profit margin. 2. dividend, share of the profits. -ına satmak/-la satmak /ı/ to sell (something) at a profit. -ını tamam etmek /ın/ colloq. to murder, kill. - ve zarar/- zarar profit and loss. - zarar cetveli income account, profit and loss statement. -
8 rapporter
-
9 profit
n. kâr, kazanç, getiri, çıkar, menfaat, fayda————————v. yaramak, yararı olmak, yararlanmak, kâr getirmek, kâr etmek* * *1. kar 2. kar et (v.) 3. kar (n.)* * *['profit] 1. noun1) (money which is gained in business etc, eg from selling something for more than one paid for it: I made a profit of $8,000 on my house; He sold it at a huge profit.) kâr, kazanç2) (advantage; benefit: A great deal of profit can be had from travelling abroad.) yarar, fayda2. verb((with from or by) to gain profit(s) from: The business profited from its exports; He profited by his opponent's mistakes.) kâr etmek; yararlanmak- profitably -
10 Gewinn
Gewinn <-(e) s, -e> [gə'vın] m\Gewinn bringen/machen kâr getirmek/etmek2) ( in Lotterie) kazanılan para\Gewinn bringend kâr getiren, kazanç getiren; ( vorteilhaft) yarar sağlayan; -
11 давать
vermek; getirmek,kazandırmak; atmak,vurmak; müsaade etmek,bırakmak* * *1) врз vermekдава́ть де́ньги — para vermek
дава́ть уро́ки — ders vermek
дава́ть конце́рты — konser vermek
дава́ть возмо́жность — olanak vermek
дава́ть взя́тки — rüşvet vermek
в тот день дава́ли "Оте́лло" — o gün "Otello" oynanıyordu
э́то не ка́ждому дано́ — bu herkesin harcı / kârı değildir
не ка́ждому поэ́ту бы́ло дано́... —...mak her şaire nasip olmamıştır
2) ( приносить как результат) getirmek; kazandırmak; vermekдава́ть при́быль — kâr getirmek
дава́ть хоро́шие урожа́и — iyi ürünler vermek
со́лнце даёт тепло́ — güneş ısı verir
золота́я меда́ль даёт (кома́нде) пять очко́в — altın madalya beş puandır
это тебе́ ничего́ не даст — bu sana hiç bir şey kazandırmaz
э́тот го́род дал (ми́ру) мно́гих изве́стных учёных — bu şehirden birçok ünlü bilim adamı yetişmiştir
э́то расте́ние цвето́в не даёт — bu bitkinin çiçeği olmaz
3) ( наносить удар) atmak; vurmak4) в сочетании с некоторыми сущ. (производить делать)дава́ть знак / сигна́л — işaret vermek
дать два вы́стрела — iki el ateş etmek
дава́ть звоно́к — zil çalmak
5) vermekдава́ть обеща́ние — vaatte bulunmak, vaad etmek
дава́ть указа́ние — talimat vermek
дава́ть разреше́ние — müsaade vermek, müsaade etmek
6) (позволять, предоставлять возможность) müsaade etmek; bırakmak; часто переводится глаголом понудительного залогадай пройти́ — müsaade et de geçeyim
он не дал мне отве́тить — cevap vermeme vakit bırakmadı
не дава́ть спать кому-л. — birini uyutmamak
он не даст нам встре́титься — bizi görüştürmeyecek
не дать вспы́хнуть войне́ — savaşın patlamasına yol vermemek
он не дава́л себя́ сфотографи́ровать — fotoğrafını çıkartmazdı
дава́ть вы́пить — içirmek
дава́ть поню́хать — koklatmak
мы стара́лись не дать ему́ оторва́ться / уйти́ вперёд (о гонщике) — onu kaçırmamaya gayret ediyorduk
7) разг. ( определять возраст по внешнему виду) göstermekему́ бо́льше 20 (лет) не дашь — 20 yaşından fazla göstermiyor
8) разг., повел., в соч.дава́й дружи́ть — gel dost olalım
дава́й потанцу́ем / танцева́ть — gel dans edelim
дава́й пиши́! — haydi yaz!
дава́йте рабо́тать вме́сте — gelin beraber çalışalım
дай, ду́маю, пойду́ посмотрю́ — gidip bakayım dedim
дава́й я тебе́ помогу́ — yardım edeyim sana
••дать знать кому-л. — birine duyurmak
недоста́тки даю́т себя́ знать — eksikler kendini duyuruyor
он прие́хал, не дав знать — habersiz geldi
он не дал себе́ труда́ поду́мать — düşünmek zahmetine girmedi
дава́ть кому-л. поня́ть — ihsas etmek
дава́ть сло́во — söz vermek
дать себе́ сло́во не... — bir şeye tövbe etmek
дава́ть показа́ния — ifade vermek
-
12 bring in
kazanç getirmek, kâr getirmek, kazandirmak; öne almak, erken bir tarihe almak; kazanmak; sunmak, tanitmak, öne sürmek; hüküm vermek, karar vermek; karakola getirmek, karakola teslim etmek -
13 прибыль
ж1) kârприноси́ть при́быль — kâr getirmek
2) ( увеличение) artışпри́быль населе́ния — nüfusun artışı
при́быль воды́ — suların yükselmesi
-
14 sell at a premium
adj. yüksek kâr ile satmak, kâr getirmek, prim yapmak -
15 sell at a premium
adj. yüksek kâr ile satmak, kâr getirmek, prim yapmak -
16 yield
ürün/meyve vermek; (kâr) getirmek; çökmek, bel vermek, egilmek, kirilmak; boyun egmek; teslim olmak; teslim etmek, vermek; ürün; kazanç, gelir, getiri, kâr; verim, randiman -
17 erwirtschaften
erwirtschaften*vtGewinn \erwirtschaften kâr getirmek -
18 nutzen
I vi yaramak;wozu soll das \nutzen? bu neye yarayacak ki?, bu ne işe yarar ki?;jdm zu etw \nutzen birine [o birinin işine] bir şey için yaramak; ( Gewinn bringen) birine bir şey yarar sağlamak, birine bir şey kâr getirmekII vt1) ( Rohstoffe) yararlanmak (-den)2) ( Gelegenheit) kullanmak, yararlanmak (-den) -
19 pay
ödemek; yarari olmak, yarar saglamak; kâr getirmek; karsiligini vermek, cezasini çekmek, ödemek, ödeme, tediye; ücret, maas, aylik -
20 realize
anlamak, kavramak, ayrimina varmak, fark etmek; gerçeklestirmek, uygulamak; satmak; (para, kâr) getirmek
- 1
- 2
См. также в других словарях:
kâr getirmek — bir şey para kazandırmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kâr — is., Far. kār 1) Alışveriş işlerinin sağladığı para kazancı 2) İş 3) mec. Yarar, fayda Bundan benim hiçbir kârım yok. 4) ekon. Üretim faktörlerinden biri olan girişimcinin üretimden aldığı pay 5) tic. Maliyet fiyatıyla satış fiyatı arasındaki… … Çağatay Osmanlı Sözlük
getirmek — e 1) Gelmesini sağlamak Dün bir deri bir kemik hâlinde eve getirip bırakmışlar. R. N. Güntekin 2) de Bir şeyi yanında veya üstünde bulundurmak 3) i Erişmek veya eriştiğini sanmak Baharı getirdik. 4) nsz İleri sürmek Örnek getirmek. 5) nsz Sebep… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kâr bırakmak — kazanç getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
karılamak — yaşlı saymak, ihtiyarlığa nispet etmek III, 324, 329 boylamak, karışlamak, arşınlamak, ölçmek I, 309; III, 324, 329 karlamak, ses çıkararak kar getirmek, III, 324 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
kapamak — i 1) Bir açıklığı örtmek için bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek Hasan, yıldırımla vurulmuş gibi hemen kapıyı kapadı, kaçtı. H. E. Adıvar 2) Hava bulutlarla kaplanmak, sıkıntılı bir hâl almak 3) Bir şeyin görünmesine engel olmak Bu yapı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tutmak — i, ar 1) Elde bulundurmak, ele almak Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Ö. Seyfettin 2) Ele geçirmek, yakalamak Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı. Ö. Seyfettin 3) Avlamak Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz … Çağatay Osmanlı Sözlük
şeneltmek — i Şenelmiş duruma getirmek, meskûn kılmak Fakat bu havalar böyle giderse zor şeneltiriz biz bu sergiyi. Şu anda dışarıda lapa lapa kar yağıyor. B. R. Eyuboğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük