Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

dolaşma

  • 41 tur

    1. جولة [جَوْلَة]
    Anlamı: dolaşma
    2. دورة [دَوْرَة]
    Anlamı: dolaşma

    Türkçe-Arapça Sözlük > tur

  • 42 объезд

    м
    1) ( действие) dolaşma; geçme

    объе́зд стоя́щего тра́нспорта — duran taşıtları geçme

    2) ( место) geçecek yer

    Русско-турецкий словарь > объезд

  • 43 передвижение

    с
    yer(ini) değiştirme, dolaşma

    свобо́да передвиже́ния — seyahat / dolaşım özgürlüğü

    кру́пные передвиже́ния войск — büyük çapta askeri kuvvet kaydırılmaları

    Русско-турецкий словарь > передвижение

  • 44 скитание

    с
    memleket memleket gezme; göçebelik (etme)

    скита́ние на чужби́не — yad ellerde dolaşma

    Русско-турецкий словарь > скитание

  • 45 суетливый

    rahat durmaz, telaşlı

    суетли́вая беготня́ — fellek fellek dolaşma

    Русско-турецкий словарь > суетливый

  • 46 шатание

    с
    1) ( качание) sallanma; sallandırma
    2) прост. ( бесцельная ходьба) aylak aylak dolaşma; sürtme
    3) перен. yalpalama, yalpalayış

    Русско-турецкий словарь > шатание

  • 47 amble

    n. yavaş yavaş dolaşma; sallana sallana yürüme; rahvan koşma
    ————————
    v. rahvan koşmak, yavaş yavaş dolaşmak, sallana sallana yürümek
    * * *
    1. salınarak yürü (v.) 2. salınarak yürüyüş (n.) 3. yürü
    * * *
    ['æmbl]
    (to walk without hurrying: We were ambling along enjoying the scenery.) gezinmek

    English-Turkish dictionary > amble

  • 48 circuit

    n. çember, daire çevresi; devre, dolaşıp aynı noktaya gelen yol, dolambaçlı yol, dolaşma, tur; gezici hakim; gezici dava vekili, devre [elek.], çevrim; lig; bir yönetim altındaki işletme sayısı
    ————————
    v. etrafında dönmek, dolaşmak; devretmek, turneye çıkmak
    * * *
    devre
    * * *
    ['sə:kit]
    1) (a journey or course round something: the earth's circuit round the sun; three circuits of the race-track.) devir
    2) (a race-track, running-track etc.) pist
    3) (the path of an electric current and the parts through which it passes.) devre
    4) (a journey or tour made regularly and repeatedly eg by salesmen, sportsmen etc.) tur

    English-Turkish dictionary > circuit

  • 49 implication

    n. bulaştırma, içine sokma, dolaşma, içerme, ima etme, dolaylı anlatma
    * * *
    1. içerme 2. ima
    * * *
    noun ima

    English-Turkish dictionary > implication

  • 50 loitering

    noun They were arrested for loitering (= moving around or waiting suspiciously in a public place); No loitering!) aylaklık, başıboş dolaşma

    English-Turkish dictionary > loitering

  • 51 nudism

    n. çıplak dolaşma merakı, çıplak yaşama öğretisi
    * * *
    noun (the practice of not wearing clothes usually because it is thought to be healthy.) çıplaklık

    English-Turkish dictionary > nudism

  • 52 ramble

    n. gezinme
    ————————
    v. başıboş gezmek, boş boş dolaşmak, yayılmak, abuk sabuk konuşmak, ipsiz sapsız konuşmak, yayılıp büyümek (bitki), kıvrılarak uzanmak (nehir), konuyu dağıtmak
    * * *
    1. avare dolaş (v.) 2. gezinme (n.)
    * * *
    ['ræmbl] 1. verb
    1) (to go for a long walk or walks, usually in the countryside, for pleasure.) yürüyüşe çıkmak
    2) (to speak in an aimless or confused way.) şaşkın şaşkın konuşmak, ipe sapa gelmez lâflar etmek
    2. noun
    (a long walk, usually in the countryside, taken for pleasure.) kırlarda dolaşma
    - rambling
    - ramble on

    English-Turkish dictionary > ramble

  • 53 ride

    n. binme, gezinti, dolaşma, gezinti yolu
    ————————
    v. binmek (at veya bisiklet), arabayla gezmek, arabaya binmek (sürmeden), süzülmek, kayar gibi görünmek (ay, bulut vb), yüzmek, havada kalmak, karara bağlanmamış olmak, sürüklenmek, üst üste binmek, taşımak (omuzunda vb), kullanmak, geçmek (yol), gırgıra almak, binmek, sataşmak, kafa bulmak
    * * *
    bin
    * * *
    1. past tense - rode; verb
    1) (to travel or be carried (in a car, train etc or on a bicycle, horse etc): He rides to work every day on an old bicycle; The horsemen rode past.) binip gitmek
    2) (to (be able to) ride on and control (a horse, bicycle etc): Can you ride a bicycle?) binmek
    3) (to take part (in a horse-race etc): He's riding in the first race.) katılmak, koşmak
    4) (to go out regularly on horseback (eg as a hobby): My daughter rides every Saturday morning.) ata binmek
    2. noun
    1) (a journey on horseback, on a bicycle etc: He likes to go for a long ride on a Sunday afternoon.) ata binme
    2) (a usually short period of riding on or in something: Can I have a ride on your bike?) binme
    - riding-school

    English-Turkish dictionary > ride

  • 54 roam

    n. dolaşma, gezinme, gezme
    ————————
    v. gezinmek, dolaşmak, amaçsız gezinmek
    * * *
    aylak aylak dolaş
    * * *
    [rəum]
    (to walk about without any fixed plan or purpose; to wander: He roamed from town to town; He roamed (over) the hills.) aylak aylak dolaşmak, sürtmek

    English-Turkish dictionary > roam

  • 55 run

    adj. kaçak
    ————————
    n. koşu, koşma, yarış, sefer, seyir, gezinti, kaçamak, talep, kaçık, çorap kaçığı, rağbet, otlak, kümes bahçesi, verim, gösterim, süre, devam süresi, sürü, balık sürüsü, çoğunluk, maden damarı, dere, çay, akış
    ————————
    v. koşmak, kaçmak, tabanları yağlamak, geçip gitmek, yarışmak, yarışa katılmak, aday olmak, adaylığını koymak, gitmek (gemi), sürü halinde gitmek, işlemek, gidip gelmek (arasında), akmak, geçmek, uzanmak, sızmak, erimek, geçerli olmak, yürürlükte olmak, koşarak geçmek, aday göstermek, çarpmak, koşturmak, otlatmak, işletmek, çalıştırmak, yönetmek, kullanmak, sürmek, yayınlamak, taşımak, kaçakçılığını yapmak, göstermek (film), oynatmak
    * * *
    1. çalıştır 2. çalış (v.) 3. koşu (n.)
    * * *
    1. present participle - running; verb
    1) ((of a person or animal) to move quickly, faster than walking: He ran down the road.) koşmak
    2) (to move smoothly: Trains run on rails.) gitmek, çalışmak
    3) ((of water etc) to flow: Rivers run to the sea; The tap is running.) akmak, dökülmek
    4) ((of a machine etc) to work or operate: The engine is running; He ran the motor to see if it was working.) çalışmak, işlemek
    5) (to organize or manage: He runs the business very efficiently.) yönetmek, idare etmek
    6) (to race: Is your horse running this afternoon?) yarışmak, koşmak
    7) ((of buses, trains etc) to travel regularly: The buses run every half hour; The train is running late.) çalışmak, işlemek
    8) (to last or continue; to go on: The play ran for six weeks.) sürmek, oynamak
    9) (to own and use, especially of cars: He runs a Rolls Royce.) kullanmak, sürmek
    10) ((of colour) to spread: When I washed my new dress the colour ran.) çıkmak, boya vermek
    11) (to drive (someone); to give (someone) a lift: He ran me to the station.) (arabasıyla) götürmek
    12) (to move (something): She ran her fingers through his hair; He ran his eyes over the letter.) dolaştırmak, gezdirmek
    13) ((in certain phrases) to be or become: The river ran dry; My blood ran cold (= I was afraid).) olmak
    2. noun
    1) (the act of running: He went for a run before breakfast.) koşma, koşu
    2) (a trip or drive: We went for a run in the country.) gezi, dolaşma
    3) (a length of time (for which something continues): He's had a run of bad luck.) süre, dönem
    4) (a ladder (in a stocking etc): I've got a run in my tights.) kaçık
    5) (the free use (of a place): He gave me the run of his house.) kullanma
    6) (in cricket, a batsman's act of running from one end of the wicket to the other, representing a single score: He scored/made 50 runs for his team.) sayı
    7) (an enclosure or pen: a chicken-run.) çevrili açık alan
    - running 3. adverb
    (one after another; continuously: We travelled for four days running.) üst üste
    - runaway
    - rundown
    - runner-up
    - runway
    - in, out of the running
    - on the run
    - run across
    - run after
    - run aground
    - run along
    - run away
    - run down
    - run for
    - run for it
    - run in
    - run into
    - run its course
    - run off
    - run out
    - run over
    - run a temperature
    - run through
    - run to
    - run up
    - run wild

    English-Turkish dictionary > run

  • 56 sally

    n. dışarıya hücum, espri, nükte, çıkış hareketi, gezinti, dolaşma
    * * *
    ['sæli]
    plural - sallies; noun
    (a sudden act of rushing out (eg from a fort) to make an attack.) saldırı

    English-Turkish dictionary > sally

  • 57 tour

    n. gezi, tur, turne, nöbet
    ————————
    v. tur yapmak, gezmek, turneye çıkmak
    * * *
    1. gez (v.) 2. gezi (n.)
    * * *
    [tuə] 1. noun
    1) (a journey to several places and back: They went on a tour of Italy.) gezi
    2) (a visit around a particular place: He took us on a tour of the house and gardens.) dolaşma
    3) (an official period of time of work usually abroad: He did a tour of duty in Fiji.) görev süresi
    2. verb
    (to go on a tour (around): to tour Europe.) gezmek, dolaşmak
    - tourist
    - tour guide
    - tourist guide

    English-Turkish dictionary > tour

  • 58 winding

    adj. sarmal, helezoni, döner, yılankavi, dolambaçlı
    ————————
    n. döndürme, dönme, dolaşma, dolambaç, dolama, dönemeç, kavis, sarma, dolam, bobin
    * * *
    1. helezoni (n.) 2. sar (v.) 3. sararak (prep.)
    * * *
    adjective (full of bends etc: a winding road.) kıvrımlı, virajlı

    English-Turkish dictionary > winding

  • 59 boating

    n. kayıkla gezme, kürek çekme
    * * *
    1. botla dolaşma 2. kayıkçılık

    English-Turkish dictionary > boating

  • 60 straying

    1. dolaşma (n.) 2. yolunu kaybet (v.) 3. dolaşarak (prep.)

    English-Turkish dictionary > straying

См. также в других словарях:

  • dolaşma — is. Dolaşmak işi Bir yaşlı yörük kasaba sokaklarında dolaşmaya başlamıştı. T. Buğra …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dolaşma — «Dolaşmaq»dan f. is …   Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti

  • ayağın altında dolaşma — bir iş yapan kişiye işini yaparken engel olmak …   Beypazari ağzindan sözcükler

  • CEVELÂN — Dolaşma. Kaynama. Yerinde durmayıp gezme …   Yeni Lügat Türkçe Sözlük

  • tavaf — is., din b., Ar. ṭavāf 1) İslam dininde hac sırasında Kâbe nin çevresini yedi kez dolaşma 2) esk. Bir şeyin çevresini dolaşma 3) esk. Kutsal bir yeri ziyaret etme Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller tavaf etmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • cevelan — is., esk., Ar. cevelān Dolaşma, dolanma, gezinme, gezinti Atlarla, arabalarla yapılan bu cevelan, Tünel meydanından Şişli ye değin uzanır. S. Birsel …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • devir — 1. is., vri, Ar. devr Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası, dönem, periyot Bana sorarsanız devrimiz nasihat devri olmaktan çıktı. B. Felek Birleşik Sözler devrihindi devrisaadet Cilalı Taş Devri kuluçka devri Maden Devri …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • devriâlem — is., esk., Ar. devr + ˁālem Dünyayı dolaşma Dört, beş ay sürecek bir devriâlem seyahatine çıkıyorduk. S. F. Abasıyanık …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dolaşılmak — nsz Dolaşma işi yapılmak Her yer dolaşıldı. Burada dolaşılmaz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dolaşım — is. 1) Dolaşma işi 2) Para ve para yerine geçen bono, senet vb. geçerli olma, sürümde bulunma, sürüm, geçerlik 3) Mal veya paranın elden ele dolaşması, dolanım, sirkülasyon, para dolaşımı 4) anat. Kan dolaşımı Birleşik Sözler açık dolaşım sistemi …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dolaştırmak — e, i Dolaşma işini yaptırmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»