-
1 hâk
farsça خاك toprak. hak etmek kazanmak. hâk ile yeksân edilmek yerle bir edilmek. hâk ile yeksân etmek yerle bir etmek. hâk ile yeksân olmak yerle bir olmak. -
2 сравнивать
I несов.; сов. - сравни́тьkarşılaştırmak, kıyaslamak; kıyas etmek, benzetmek; deneştirmek ( сличать)II несов.; сов. - сравня́тьты себя́ с ним не сра́внивай! — sen kendini onunla kıyaslama / bir tutma!
( делать равным) см. равнятьIII несов.; сов. - сровня́ть( делать ровным) düzlemek, tesviye etmek; yuvgulamak ( катком)••сровня́ть что-л. с землёй — yerle bir etmek
-
3 zîrüzeber
farsça زير و زبر altüst. zîrüzeber etmek altüst etmek, yerle bir etmek. zîrüzeber olmak altüst olmak, yerle bir olmak. -
4 raze
v. temelinden yıkmak, yerle bir etmek, ortadan kaldırmak* * *yerle bir et* * *[reiz](to destroy completely, especially by fire: to raze a city to the ground.) yerle bir etmek -
5 основание
с1) ( действие) kurmaда́та основа́ния чего-л. — kuruluş tarihi
2) ( фундамент) temel; taban; dip (-bi) (нижняя часть чего-л.)3) ( причина) sebep (-bi); mazeret ( оправдание)основа́ние для разво́да — boşanma sebebi
сообще́ние лишено́ како́го бы то ни́ было основа́ния — haberin aslı esası / astarı yoktur
на том основа́нии, что... —...dığı gerekçesiyle
4) мат. taban5) хим. baz; esas••на основа́нии чего-л. — bir şeye dayanarak; gereğince; uyarınca
разру́шить что-л. до основа́ния — temeline kadar tahrip etmek; yerle bir etmek
-
6 level
yüzey, yatay yüzey; düzlük, düz yer; düzey, seviye; derece, ölçü; su terazisi, tesviye ruhu; tesviye aleti, düzeç,düz; ayni düzeyde, ayni hizada, bir seviyede; seviyeli, dengeli, düzgün, düzlestirmek, düzeltmek, tesviye etmek; yikmak, yerle bir etmek -
7 annihilate
v. iptal etmek, yoketmek, imha etmek, feshetmek, ortadan kaldırmak, bozmak; yenmek, elemek* * *1. imha et 2. yok et* * *(to destroy completely: The epidemic annihilated the population of the town.) yerle bir etmek -
8 flatten
v. düzleştirmek, düzlemek, yassılaştırmak, yaslamak, yerle bir etmek, dümdüz etmek, keyfini kaçırmak, matlaştırmak, düzleşmek* * *1. düzleştir 2. yassılaş* * *verb ((often with out) to make or become flat: The countryside flattened out as they came near the sea.) düzleş(tir)mek -
9 level
adj. düz, yatay, aynı seviyede, ölçülü, dengeli, seviyeli, makul, mantıklı, akılcı, namuslu, dürüst————————n. düzlük, düzey, seviye, hiza, su terazisi, düzeç, zemin————————v. düzeltmek, düzleştirmek, yıkmak, yerle bir etmek, eşitlemek, dengelemek, yöneltmek, hedef almak, nişan almak* * *1. düzey 2. aynı seviyeye getir (v.) 3. düzey (n.)* * *['levl] 1. noun1) (height, position, strength, rank etc: The level of the river rose; a high level of intelligence.) düzey, seviye, yükseklik2) (a horizontal division or floor: the third level of the multi-storey car park.) kat3) (a kind of instrument for showing whether a surface is level: a spirit level.) tesviye âleti; nivo; düzeç4) (a flat, smooth surface or piece of land: It was difficult running uphill but he could run fast on the level.) düz arazi, düzlük2. adjective1) (flat, even, smooth or horizontal: a level surface; a level spoonful (= an amount which just fills the spoon to the top of the sides).) düz2) (of the same height, standard etc: The top of the kitchen sink is level with the window-sill; The scores of the two teams are level.) aynı hizada3) (steady, even and not rising or falling much: a calm, level voice.) sabit3. verb1) (to make flat, smooth or horizontal: He levelled the soil.) düzlemek, tesviye etmek2) (to make equal: His goal levelled the scores of the two teams.) eşitlemek3) ((usually with at) to aim (a gun etc): He levelled his pistol at the target.)...e nişan almak4) (to pull down: The bulldozer levelled the block of flats.) yıkmak•- level crossing
- level-headed
- do one's level best
- level off
- level out
- on a level with
- on the level -
10 raze
yerle bir etmek, dümdüz etmek -
11 tear down
yikmak, alasagi etmek, yerle bir etmek -
12 distruggere
t yıkmak,yerle bir etmek, tahrip etmek -
13 Erdboden
-
14 gleichmachen
gleich|machenvt eşitlemek;etw dem Erdboden \gleichmachen bir şeyi yerle bir etmek -
15 schleifen
schleifen ['ʃlaıfən]1. I vt1) ( ziehen) sürümek, sürüklemekII vidas Kleid schleift über den Boden elbise yerleri süpürüyor;die Fahrradkette schleift am Schutzblech bisiklet zinciri çamurluğa sürtünüyor;2. <schleift, schliff, geschliffen> vtgeschliffener Stil kusursuz üslup -
16 Schutt
kein pl döküntü, moloz;eine Stadt in \Schutt und Asche legen bir şehri yerle bir etmek -
17 сносить
yıkmak, sökmek, yerle bir etmekТурецко-русский словарь и русско-турецкий словарь по строительству и архитектуре > сносить
-
18 obliterate
v. yoketmek, silmek, bozmak, tıkamak (damar)* * *yok et* * *[ə'blitəreit]1) (to cover, to prevent from being visible: The sand-storm obliterated his footprints.) bozmak, örtmek2) (to destroy completely: The town was obliterated by the bombs.) yerle bir etmek -
19 coventrize
v. yerle bir etmek, bombalamak -
20 raze smth. to the ground
v. yerle bir etmek, taş üstünde taş bırakmamak
См. также в других словарях:
yerle bir etmek — temeline kadar yok etmek, tahrip etmek Ali bütün karargâhı yerle bir edecek bu korkunç alete bakmak istedi. Ö. Seyfettin … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir çift — sf. 1) İki adet Bakın çantasında acep nesi var / Bir çift kundurayla bir de fesi var. Halk türküsü 2) Biraz, bir iki Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bir çift lakırtı etmek bir çift sözü olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
etmek — nsz, der 1) Bir işi yapmak Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu. H. Taner 2) İyi, kötü zarflarıyla birlikte davranmak İyi ettiniz de geldiniz. 3) i Bulmak, erişmek Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi. R. H … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir çift lakırtı etmek — kısa konuşmak Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler. M. Ş. Esendal … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir kalem geçmek — boş vermek, bir an için göz ardı etmek Üniversiteyi filan bir kalem geçin, liseyi bile okuyamamıştı. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir çuval inciri berbat etmek — düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak Bir çuval inciri berbat etmişlerin süklüm püklümlüğüyle müfettişin yanına çıktı. O. Kemal … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir paralık etmek — çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek Burnumuzun dibinde araba soydular, namusumuzu bir paralık ettiler. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir koyundan iki post çıkarmak — olması gerekenden daha fazla elde etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir şey söylemek — 1) konuşmak 2) belirtmek, anlatmak, ifade etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
yerle yeksan etmek — yerle bir etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük