...metres

n m

1 objet küp [cyp]

◊

découper des cubes de fromage — peynir küpleri kesmek

2 mètre cube metreküp

◊

cinq mètres cubes (5 m³) de bois — beş metreküp odun

3 le cube d'un nombre bir sayının kübü

◊

le cube de 2 (2³) — 2'nin kübü (2³)

prép ("de" devient "d'" devant une voyelle ou un "h" muet ; de + le devient "du" et de + les devient "des")

1 lieu -den

◊

venir de New York — New York'tan gelmek

◊

Le train de Paris — Paris treni

2 lien -(n)in

◊

le frère de Sophie — Sophie'nin erkek kardeşi

◊

la voiture de ma mère — annemin otomobili

◊

la fenêtre de ma chambre — odamın penceresi

3 but -(y)iş

◊

des chaussures de marche — yürüyüş ayakkabıları

4 matière -den

◊

un sac de cuir — deri(den) çanta

5 mesure -lik

◊

un billet de cinq euros — beş euroluk kâğıt para

◊

un appartement de cent mètres carrés — yüz metrekarelik bir daire

◊

un homme de trente ans — otuz yaşında bir erkek

6 moyen -(y)le

◊

montrer du doigt — parmakla işaret etmek

7 cause -den

◊

pleurer de joie — sevinçten ağlamak

◊

mourir de faim — açlıktan ölmek

8 -leyin

◊

partir de nuit / de bonne heure — geceleyin yola çıkmak

9 du... au... -den... -(y)e...

◊

du 1er janvier au 30 juin — 1 Ocak'tan 30 Haziran'a kadar

◊

du matin au soir — sabahtan akşama kadar

10 par -(n)in

◊

un livre de Victor Hugo — Victor Hugo'nun bir kitabı

11 -den

◊

parler de qqch — bir şeyden konuşmak

12 -(n)in

◊

le souvenir du passé — geçmişin anısı

13 sıfattan sonra

◊

une bouteille remplie d'eau — su dolu bir şişe

◊

être content de partir — gitmekten memnun olmak

14 zarftan sonra

◊

Il y a trop de bruit. — Çok gürültü var.

art (de + le devient "du" et de + les devient "des")

quantité nicelik bildirir

◊

manger de la viande / du poisson / des œufs — et yemek

◊

Je ne bois pas d'alcool. — Alkollü içki içmem.

◊

écouter de la musique — müzik dinlemek

art ("de" devient "d'" devant une voyelle ou un "h" muet)

pluriel de "un" sıfat önünde "un" veya "une" çoğulu

◊

avoir de beaux yeux — güzel gözleri olmak

◊

passer d'agréables moments — güzel anlar yaşamak

1 uzak [u'zak]

◊

Nos maisons sont distantes de quelques mètres. — Evlerimiz birbirinden birkaç metre uzakta.

2 froid mesafeli

◊

se montrer distant à l'égard de qqn — birine karşı mesafeli davranmak

1 uzak [u'zak]

◊

Nos maisons sont distantes de quelques mètres. — Evlerimiz birbirinden birkaç metre uzakta.

2 froid mesafeli

◊

se montrer distant à l'égard de qqn — birine karşı mesafeli davranmak

v t

1 prendre soin bakımlı kılmak

◊

entretenir une maison — bir evi bakımlı kılmak

2 sürdürmek

◊

entretenir le mystère — esrarı sürdürmek

3 nourrir bakımını üstlenmek

◊

entretenir une femme — bir kadını metres tutmak

v t

1 fabriquer yapmak

◊

faire un gâteau — pasta yapmak

◊

faire un dessin — resim yapmak

2 mesurer ölçüm değeri

◊

Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.

◊

Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.

3 égaler eder [e'deɾ]

◊

Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.

4 exécuter bir şey yapmak

◊

faire un sourire — gülümsemek

◊

faire une chute — düşmek

5 effectuer meşgul olmak

◊

faire la cuisine — yemek yapmak

◊

faire un voyage — seyahat etmek

◊

Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

6 accomplir gerçekleştirmek

◊

faire une faute — hata yapmak

◊

faire des efforts — çaba harcamak

7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak

◊

faire du ski — kayak kaymak

◊

Qu'est-ce que tu fais dans la vie ? — Hayatta ne yapıyorsun ?

8 neden olmak

◊

Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.

◊

faire plaisir à qqn — birini sevindirmek

◊

faire mal — birine kötülük yapmak

◊

Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.

♦ cela ne fait rien bir şey değil

9 avoir comme aspect yapmak

◊

faire un angle — açı yapmak

10 davranış [davɾa'nɯʃ]

◊

faire l'imbécile — aptallık etmek

11 exprimer ifade etmek

◊

faire non de la tête — başıyla hayır demek

12 yol almak

◊

Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.

v i

yapmak, etmek

◊

Il a bien fait. — İyi etti.

◊

Fais comme chez toi ! — Evindeymiş gibi yap !

◊

Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.

v impers

zaman veya iklim gösterir

◊

Il fait nuit. — Gece oldu.

◊

Il fait beau. — Hava güzel.

◊

Quel temps fait-il ? — Hava nasıl ?

v aux

causer (suivi d'un inf.) neden olmak

◊

faire rire qqn — birini güldürmek

◊

faire tomber qqch — bir şey düşürmek

◊

faire nettoyer ses vêtements — giysilerini temizletmek

◊

Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.

1 dimension yüksek [jyc'sec]

◊

des arbres très hauts — çok yüksek ağaçlar

◊

un immeuble haut de vingt mètres — yirmi metre yüksekliğinde bir bina

2 intensité yüksek [jyc'sec]

◊

des températures hautes — yüksek sıcaklıklar

◊

parler à voix haute — yüksek sesle konuşmak

3 intérêt yüksek [jyc'sec]

◊

une nouvelle de la plus haute importance — son derece önemli bir haber

4 hiérarchie yüksek [jyc'sec]

◊

un haut fonctionnaire — yüksek memur

n f

1 dimension yükseklik [jycsec'lic]

◊

la hauteur d'une tour — bir kulenin yüksekliği

◊

une hauteur de vingt mètres — yirmi metre yükseklik

2 niveau seviye [sevi'je]

◊

Mets-toi à ma hauteur pour voir le paysage. — Manzarayı görmek için benim seviyeme gel.

3 être à la hauteur yeteneği olmak

4 terrain tepe [te'pe]

◊

Ils vivent sur les hauteurs de la ville. — Kentin tepelerinde oturuyorlar.

n m

1 dans l'espace aralık [aɾa'ɫɯk]

◊

installer des panneaux à cent mètres d'intervalle — yüz metre aralıkla işaret levhaları yerleştirmek

2 dans le temps ara [a'ɾa]

◊

un intervalle de dix minutes entre deux cours — iki ders arasında on dakikalık bir ara

♦ par intervalles aralıklı biçimde

◊

briller par intervalles — aralıklı biçimde parlamak

1 dimension geniş [ɟe'niʃ]

◊

une pièce large de quatre mètres — dört metre genişliğinde bir oda

2 ample geniş [ɟe'niʃ]

◊

porter des vêtements larges — geniş giysiler giymek

3 tolérant açık [a'ʧɯk]

◊

avoir l'esprit large — açık fikirli olmak

4 grand geniş [ɟe'niʃ]

◊

un large sourire — geniş bir gülümseme

n m

1 geniş [ɟe'niʃ]

◊

une table d'un mètre de large — bir metre genişliğinde bir masa

2 mer açık deniz

◊

le vent du large — açık deniz rüzgârı

◊

naviguer au large des terres — karadan uzak seyretmek

1 en taille uzun [u'zun]

◊

un long nez — uzun bir burun

◊

une jupe longue — uzun bir etek

♦ long de uzunluğunda

◊

un couloir long de dix mètres — on metre uzunluğunda bir hol

2 en temps uzun [u'zun]

◊

un film très long — çok uzun süren bir film

n m f

1 enseignant öğretmen [œːɾet'men]

◊

une maîtresse d'école — bayan öğretmen

2 hôte efendi [e'fendi]

◊

la maîtresse de maison — hanımefendi

3 d'un animal evcil hayvan sahibi

◊

Tel maître, tel chien. — Sahibine bak, köpeğini al.

4 maître nageur yüzme hocası

5 être maître / maîtresse de bir şeyi kontrol etmek

◊

être maîtresse de soi — bir kadının kendisine egemen olması

◊

être maître de la situation — duruma egemen olma

n f

amante metres

◊

avoir une maîtresse — bir metresi olmak

n m

unité de mesure metre ['metɾe]

◊

mesurer deux mètres — iki metre boyunda olmak

◊

mètre carré / cube — metrekare / metreküp

1 daha az

◊

Il souffre moins. — Daha az acı çekiyor.

◊

Il est moins grand que toi. — Senden daha az büyük.

◊

Il a moins de travail en ce moment. — Şu anda daha az işi var

◊

C'est la moins chère de toutes. — Hepsinden daha az pahalı.

2 les moins de 18 ans 18 yaşından küçükler

◊

Interdit aux moins de 18 ans. — 18 yaşından küçüklere yasak.

3 de moins daha az

◊

avoir cinq ans de moins — beş yaş daha genç olmak

4 au moins en az

◊

Il mesure au moins deux mètres. — O en az iki metre boyunda.

◊

Tu pourrais au moins faire ça. — Hiç olmazsa bunu yapabilirsin.

5 du moins en azından

◊

Il est très riche, du moins c'est ce qu'il dit. — Çok zengin, en azından öyle söylüyor.

1 dans une soustraction eksi [ec'si]

◊

dix moins deux — on eksi iki

◊

dix heures moins vingt — ona yirmi var

2 devant un nombre eksi [ec'si]

◊

Il fait moins cinq (degrés). — Isı eksi beş derece

1 au-dessus de üstüne

◊

poser un vase sur la cheminée — şöminenin üstüne bir vazo koymak

◊

s'allonger sur le canapé — kanapenin üstüne uzanmak

◊

porter qqn sur son dos — birini sırtında taşımak

2 üzerine [yzeɾi'ne]

◊

un reportage sur les loups — kurtlar üzerine bir röportaj

3 -e doğru

◊

lancer qqch sur qqn — birine doğru bir şey atmak

◊

vue sur la mer — deniz manzaralı

4 sur soi üstünde

◊

avoir de l'argent sur soi — üstünde para taşımak

5 dans un rapport -de, -(n)in... -(s)i

◊

un jour sur deux — iki günde bir

◊

Sept joueurs sur dix sont des hommes. — On oyuncunun yedisi erkektir

6 dans une mesure -(y)a

◊

une pièce qui mesure trois mètres sur quatre — üç metreye dört boyunda bir oda

1 quantité otuz [o'tuz]

◊

trente mètres — otuz metre

2 rang otuz [o'tuz]

◊

page trente — sayfa otuz

n m inv

otuz rakamı