-
1 üzücü
üzücü betrüblich, traurig; bedrückend; bedauernswert -
2 fena
fena [fena:]I adj1) ( kötü) übel, schlecht2) ( üzücü) schlimm\fena bir haber eine schlimme NachrichtII adv1) ( kötü) übel, schlecht\fena değil/sayılmaz nicht übel [o schlecht]\fena oldum/oluyorum mir ist/wird übel2) ( çok) sehr, ganz schön, ganz schlimm\fena hâlde soğuk aldım ich habe mich ganz schlimm erkältetçok \fena sıkıştım ( fam) ich muss mal dringend
См. также в других словарях:
üzücü — 1. sif. 1. Bax üzgüçü. Hərçənd Yasəmən çox üzücü idi, amma bu itiaxan, daşları və böyük kolları yumalayan seldə üzmək mümkün deyildi. S. S. A.. Tərlan da, həkim də nəfəs almadan uşaqla üzücünün batdığı yerə baxdılar. M. Hüs.. 2. Üzən, suyun… … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
üzücü — sf. Üzüntü veren, acıklı Üzücü bir durum … Çağatay Osmanlı Sözlük
sağlık olsun! — üzücü bir durum veya bir zarar karşısında avunma sözü olarak söylenen bir söz Sürahi kırıldı diye üzülme, sağlık olsun! … Çağatay Osmanlı Sözlük
dünyayı tozpembe görmek — üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük. M. Ş. Esendal … Çağatay Osmanlı Sözlük
Elephants and Grass — Infobox Film name = Filler ve Çimen image size = caption = director = Derviş Zaim producer = Ali Akdeniz, Fatoş Akdeniz, Bahadır Atay, Derviş Zaim writer = Derviş Zaim narrator = starring = music = cinematography = Ertunç Şenkay editing = Mustafa … Wikipedia
acı — is. 1) Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı Acıyı sever. 2) sf. Tadı bu nitelikte olan Acı kahvesini yudumluyordu. T. Buğra 3) Herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ıstırap Omuzlarına kadar vücudun derisini … Çağatay Osmanlı Sözlük
acıklı — sf. 1) Acındıracak, acı verecek nitelikte olan, dokunaklı, üzücü, koygun İçeriden ince iniltilerle karışık acıklı bir uğultu çıkıyordu. Ö. Seyfettin 2) Acı görmüş, yaslı, kederli Kendimi bu acı ve acıklı kitlenin bir parçası gibi hissediyordum. H … Çağatay Osmanlı Sözlük
belalı — sf. 1) Yorucu, üzücü, can sıkıcı Bu belalı işin iyi gitmeye başlamasının daha ucundayız. H. R. Gürpınar 2) Kavgacı, şirret 3) is. Yolsuz kadının zorba dostu Belalıları başından taşkın kadınlarla uğraşacak yaşta değiliz. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
can sıkıcı — sf. Üzüntü yaratan, üzücü Kendisini can sıkıcı bir yabancı yerine koyan tavırlarını hiç çekemiyor. H. E. Adıvar … Çağatay Osmanlı Sözlük
cehennemî — sf., esk., Ar. cehennemī 1) Cehennemle ilgili 2) mec. Üzücü, yakıcı, cehennem gibi İçimi cehennemî bir üzüntü kemiriyordu. Y. K. Beyatlı … Çağatay Osmanlı Sözlük
çatmak — i, ar 1) Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var. F. R. Atay 2) Kereste vb.ni birbirine tutturmak 3) Bir… … Çağatay Osmanlı Sözlük