-
101 подсыпать
-
102 прикладываться
несов.; сов. - приложи́ться1) koymak; iliştirmekприложи́ться у́хом к земле́ — kulağını yere dayamak / koymak
приложи́ться гла́зом к замо́чной сква́жине — gözünü anahtar deliğine iliştirmek
2) ( целовать) öpmekпривы́чка прикла́дываться к ру́чке — el öpme adeti
-
103 пристраивать
несов.; сов. - пристро́ить1) ( к зданию) ilave etmek2) (помещать куда-л.) koymak, yerleştirmek3) (на работу и т. п.) yerleştirmek; kapılandırmak; birinin yanına koymak -
104 противостоять
врзdayanmak, karşı koymak, göğüs germek, göğüslemekпротивостоя́ть ве́тру — rüzgara dayanmak
противостоя́ть тру́дностям — güçlüklere göğüs germek
противостоя́ть конкуре́нции — rekabete karşı koymak / dayanmak
противостоя́ть наступле́нию монополисти́ческого капита́ла — tekelci sermayenin saldırısını göğüslemek
••противостоя́щие вое́нные бло́ки — birbirine karşıt askeri bloklar
-
105 раскладывать
несов.; сов. - разложи́ть1) (yerine) koymak; sergilemek ( товар для показа)разложи́ть всё по места́м — herşeyi yerli yerine koymak
2) (ковёр и т. п.) yaymak, sermek3) ( распределять) üleştirmekразложи́ть пла́ту за газ — havagazı parasını üleştirmek
4) в соч.разложи́ть костёр — (çalı çırpı yığıp) ateş yakmak
-
106 расписываться
несов.; сов. - расписа́ться1) imza atmakраспиши́сь про́тив свое́й фами́лии — adının hizasına imza(nı) at
2) перен. ortaya koymakрасписа́ться в своём бесси́лии — kendi aczini ortaya koymak
3) разг. ( оформлять вступление в брак) evlendirme işlemi yapılmak, nikâhı kıyılmakони́ расписа́лись вчера́ — nikâhları dün kıyıldı
-
107 расставлять
несов.; сов. - расста́витьрасста́вить всё по места́м — herşeyi yerli yerine koymak
фигу́ры расста́влены непра́вильно — шахм. taşlar yanlış dizildi
2) ( часовых) dikmek3) açmakрасста́вить ру́ки (в сто́роны) — iki kolunu yana açmak, kulaç açmak
расста́вить но́ги — bacaklarını açmak / ayırmak
4) разг. (пальто, пиджак и т. п.) bollaştırmak••расставля́ть се́ти — ağını kurmak
-
108 рисковать
несов.; сов. - рискну́тьон не хо́чет рискова́ть — kendini tehlikeye atmak istemiyor
2) göze almak; tehlikeye atmakрискова́ть жи́знью — ölümü göze almak, canını ortaya koymak, hayatını tehlikeye atmak
риску́я жи́знью — ölümü göze alarak, canı pahasına
рискова́ть голово́й — başını ortaya koymak, kellesini koltuğuna almak
-
109 составлять
несов.; сов. - соста́вить1) koymakсоста́вить два стола́ вме́сте — iki masayı birleştirmek
соста́вить сту́лья в ряд — sandalyeleri yanyana koymak / sıralamak
соста́вить поле́нья (ко́нусом) — odunları çatmak
2) kurmak; düzenlemekсоставля́ть уравне́ние — bir denklem kurmak
составля́ть предложе́ние — грам. bir cümle kurmak
составля́ть по́езд — bir katar düzenlemek
3) düzenlemek; hazırlamak; derlemek; tutmakсоставля́ть план — bir plan hazırlamak
составля́ть слова́рь — bir sözlük hazırlamak / düzenlemek
составля́ть протоко́л — zabıt tutmak
составля́ть спи́сок веще́й — eşyanın listesini tutmak
составля́ть о́пись насле́дства (умершего) — muhallefat listesini düzenlemek
письмо́ соста́влено в ре́зких выраже́ниях — mektup sert bir dille kaleme alınmıştır / yazılmıştır
составля́ть отчёт / докла́д — bir rapor düzenlemek
соста́вленный им сбо́рник расска́зов — derlediği hikayeler kitabı
4) oluşturmakсоставля́ть осно́ву чего-л. — bir şeyin temelini oluşturmak
полови́ну рабо́чих составля́ют же́нщины — işçilerin yarısını kadınlar oluşturmaktadır
составля́ть еди́ное це́лое — bir bütün oluşturmak
составля́ть у́гол с чем-л. — bir şey ile açı yapmak
расхо́ды соста́вят ты́сячу рубле́й — harcamalar bin ruble tutacak
5) edinmekсоста́вить себе́ представле́ние — fikir edinmek
6) перен. yapmakсоста́вить себе́ и́мя — isim yapmak
соста́вить себе́ состоя́ние — servet yapmak / toplamak
-
110 учреждать
-
111 arrange
v. düzenlemek, ayarlamak, yoluna koymak, hazırlamak, düzeltmek, halletmek; planlamak, kararlaştırmak, sıralamak, sıraya koymak, aranje etmek* * *düzenle* * *[ə'rein‹]1) (to put in some sort of order: Arrange these books in alphabetical order; She arranged the flowers in a vase.) düzenlemek2) (to plan or make decisions (about future events): We have arranged a meeting for next week; I have arranged to meet him tomorrow.) kararlaştırmak3) (to make (a piece of music) suitable for particular voices or instruments: music arranged for choir and orchestra.) (müzikte) uyarlamak, düzenlemek, aranjman yapmak•- arrangements -
112 box
n. kutu, sandık, kutu veya sandık dolusu; at arabacısı yeri; jüri bölmesi; kompartıman, loca, kulübe; televizyon, teyp veya radyo; tokat, yumruk; şamar, şimşir [bot.]————————v. kutuya koymak, kutulamak, sandığa koymak, yumruk atmak, yumruklaşmak, tokatlamak, boks yapmak* * *I 1. [boks] noun1) (a case for holding something: a wooden box; a matchbox.) kutu, sandık2) (in a theatre etc, a group of seats separated from the rest of the audience.) loca2. verb(to put (something) into boxes: Will you box these apples?) kutulamak, sandıklamak- box number
- box office II 1. [boks] verb(to fight (someone) with the fists: Years ago, fighters used to box without wearing padded gloves.) boks yapmak2. noun(a blow on the ear with the hand.) yumruk, tokat- boxer- boxing
- boxing-glove
- boxing-match -
113 brave
adj. mert, yiğit, cesur, yürekli, kahraman, görkemli, şahane————————n. kızılderili savaşçı, kızılderili savaşçılar————————v. cesaretle karşı koymak, meydan okumak; göğüs germek* * *1. cesaret göster (v.) 2. cesur (adj.)* * *[breiv] 1. adjective(without fear of danger, pain etc: a brave soldier; a brave deed; You're very brave; It was brave of him to fight such an enemy.) cesur2. verb(to meet or face boldly: They braved the cold weather.) göğüs germek, cesaretle karşı koymak3. noun(a Red Indian warrior.) savaşçı, muharip- bravely- bravery -
114 cage
n. kafes, kuş kafesi; hapishane, kodes,;esir kampı; asansör kabini; çelik bina iskeleti; basket, sayı; buz hokeyi kalesi————————v. kafese koymak, kafeslemek, hapsetmek; buz hokeyinde sayı yapmak* * *1. kafes 2. kafese koy (v.) 3. kafes (n.)* * *[kei‹] 1. noun1) (a box of wood, wire etc for holding birds or animals: The lion has escaped from its cage; a bird-cage.) kafes2) (a lift in a mine.) maden ocağı asansörü2. verb(to put in a cage: Some people think that it is cruel to cage wild animals.) kafese koymak- cagebird -
115 commandeer
v. el koymak, askerliğe mecbur etmek; benimsemek; kendine mâletmek* * *el koy* * *[komən'diə](to seize (private property) for use by the army etc during wartime: They commandeered the castle.) el koymak -
116 confiscate
v. kanunen el koymak, haczetmek, kamulaştırmak; istimlak etmek* * *1. el koy 2. zaptet* * *['konfiskeit](to seize or take (something) away, usually as a penalty: The teacher confiscated the boy's comic which he was reading in class.) el koymak -
117 cushion
n. minder, yastık; zararı azaltacak önlem; bant (bilardo); tampon————————v. minder koymak, yastık koymak, yastıklamak; tampon yapmak, etkisini azaltmak; topu banda çarptırmak* * *1. gücünü azalt (v.) 2. yastık (n.) 3. yastık* * *['kuʃən] 1. noun1) (a bag of cloth etc filled with soft material, eg feathers etc, used for support or to make a seat more comfortable: I'll sit on a cushion on the floor.) yastık, minder2) (any similar support: A hovercraft travels on a cushion of air.) yastık2. verb(to lessen the force of a blow etc: The soft sand cushioned his fall.) etkisini hafifletmek/azaltmak -
118 deposit
n. depozito; tortu; katman; teminât, emanet, mevduat; yatırılan para————————v. yerleştirmek; yatırmak, bankaya yatırmak, para yatırmak; emanet etmek; yumurtlamak; tortu bırakmak; çökelmek* * *1. birikinti 2. tortu 3. biriktir (v.) 4. birikim (n.)* * *[di'pozit] 1. verb1) (to put or set down: She deposited her shopping-basket in the kitchen.) koymak2) (to put in for safe keeping: He deposited the money in the bank.) emanete koymak2. noun1) (an act of putting money in a bank etc: She made several large deposits at the bank during that month.) hesaba para yatırma2) (an act of paying money as a guarantee that money which is or will be owed will be paid: We have put down a deposit on a house in the country.) kaparo verme3) (the money put into a bank or paid as a guarantee in this way: We decided we could not afford to go on holiday and managed to get back the deposit which we had paid.) yatırılan para, depozito, kaparo4) (a quantity of solid matter that has settled at the bottom of a liquid, or is left behind by a liquid: The flood-water left a yellow deposit over everything.) tortu, tabaka5) (a layer (of coal, iron etc) occurring naturally in rock: rich deposits of iron ore.) yatak -
119 dispossess
v. yoksun bırakmak, mahrum etmek, kiracıyı evden çıkarmak; malına el koymak; kamulaştırmak; kapmak (top)* * *mal ve mülkünü zaptet* * *[dispə'zes](to take (property) away from: He was dispossessed of all his lands.) elinden almak, el koymak -
120 embargo
n. ambargo, yasaklama, ticareti kısıtlama————————v. ambargo koymak, yasaklamak, el koymak* * *ambargo* * *plural - embargoes; noun(an official order forbidding something, especially trade with another country.) ambargo
См. также в других словарях:
koymak — koymak, koyuvermek, bırakmak, dökmek, çalkamak II, 45; III, 39, 171. 246 bkz; kodmak, kotmak … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
koymak — i, e, ar 1) Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek Öteki elini doktorun omzuna koydu. S. F. Abasıyanık 2) Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak Bu işe kimi koyacağız? 3) Bırakmak İçeri kimseyi koymuyorlar. 4) Katmak,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ambargo koymak — 1) gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak 2) bir malın serbest sürümünü engellemek 3) bir mala el koymak, müsadere etmek 4) siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda caydırmak amacıyla yaptırım uygulamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
haciz koymak — (bir şeye) borçlunun malına el koymak Ya parayı verirsiniz ya da haciz korum. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük
hareke koymak — Arap alfabesiyle yazılmış metinlerde ünsüzlerin üstüne ünlü ile okunmasını sağlayan işaret koymak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kundak sokmak (veya koymak) — 1) yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak 2) mec. ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
mim koymak — 1) unutulmaması için işaret koymak 2) önemli bularak üstünde ısrarla durmak Bu lafıma mim koy dedi Sabri Bey. A. İlhan … Çağatay Osmanlı Sözlük
nokta koymak — 1) gereken yerde nokta işaretini kullanmak 2) mec. bir işi bitirmek, tamamlamak 3) mec. son noktayı koymak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kafese koymak — argo aldatıp çıkar sağlamak O, ya birisini batırmak yahut da kafese koymak için ziyafet çekerdi. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
öpüp başına koymak — 1) bir nimeti veya kutsal sayılan bir varlığı saygıyla el üstünde tutmak, yüksekte tutmak 2) bir şeyi memnunlukla karşılamak, saygı duymak, saygıyla karşılamak Ne dediği bilinmez, anlaşılmaz, kapalı kutu şiirleri öpüp başımıza koymak lazım… … Çağatay Osmanlı Sözlük
rehine koymak (veya vermek) — Tutuya koymak Beş lira için ananın saatini rehine koyduğunu unuttun mu? H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük