-
1 tutmak
1. v/t halten; Atem anhalten; halten an A; sich aufhalten in D; jemanden (auf dem Weg) aufhalten; Weg sperren, abriegeln; etwas verfolgen, im Auge behalten; etwas (z.B. ans Ohr) halten; halten für, betrachten (als z.B. erledigt); Wort halten; entsprechen D; nehmen; jemanden festnehmen, verhaften; fig jemanden fesseln; Dieb, Fisch, Vogel fangen; Auto, Etage, Haus mieten; Kunden anziehen, anlocken; Platz einnehmen, in Anspruch nehmen; Rauch erfüllen (einen Raum), einhüllen (einen Berg); sich (D) eine Zahl denken, im Kopf behalten; sich machen an A; Weg einschlagen, gehen; Ziel erreichen; Hafen anlaufen; Wind usw kommen an A, gelangen bis zu; Betrag, Summe ausmachen, sich belaufen auf A; -e Betrag zu einer Schuld hinzurechnen; jemandem beistehen, stehen zu jemandem; (Kind) sorgen für, bleiben bei; Person kräftig ziehen, sich daranhängen; einen Schluckauf haben; z.B. Autofahrt jemanden ganz krank machen; ausgesetzt sein (dem Wind); (-i -e) jemandem etwas reichen, anbieten; jemanden als Ziel für nehmen;birbirini tutmak miteinander übereinstimmen;topa tutmak Stadt beschießen; fig scharf kritisieren;not tutmak Notizen machen;zabıt tutmak Protokoll führen;tuttuğu dal elinde kalmak mit nichts ( oder wie ein Dummer) dastehen;tuttuğunu koparmak sich durchzusetzen verstehen2. v/i liegen bleiben, kleben bleiben; Essen leicht anbrennen; Farbe, Nagel halten; stimmen, richtig sein; Fluch in Erfüllung gehen; Gedanke, Idee es kommt einem der Gedanke, zu …; Kunstwerk Anklang finden; Lüge sich als wahr erweisen; Mode ankommen, sich durchsetzen; anfangen (-den bei D; von D); Regen, Schmerz einsetzen; BOT Knospen ansetzen; Wurzeln schlagen;tutalım ki … setzen wir den Fall, dass …, nehmen wir an, dass …;tuttu, tutar sieh da!, plötzlich; mir nichts, dir nichts …;sinemaya gideceğimiz tuttu wir hatten plötzlich den Gedanken (oder fam uns war plötzlich danach), ins Kino zu gehen -
2 tutmak
I vt1) anfassen, anpacken; ( ele almak) in die Hand nehmenateşi tutarsan elini yakarsın wenn du das Feuer anfasst, verbrennst du dir die Handtut! fang!3) ( avlamak) fangen4) erwischen, ertappenbir iki yalanını tuttum ich habe ihn ein paar Mal beim Lügen erwischtgözlerini açık \tutmak (a. fig) die Augen offen haltenspor insanı genç tutar Sport hält jung7) abhaltenannesi küçüğü aptese tuttu die Mutter hielt das Kleine abbirini taşa \tutmak jdn mit Steinen bewerfenbir şeyi göz önünde \tutmak etw im Auge behaltenkendine bir avukat tuttu er hat sich einen Anwalt genommen10) kendini \tutmak sich zurückhaltenkendimi tutamadım ich konnte mich nicht zurückhalten11) einschlagenyol \tutmak einen Weg einschlagen, gehenbu yolu tutarsak güneş batmadan oraya varırız wenn wir diesen Weg gehen, werden wir vor Sonnenuntergang dort ankommenII vi1) ansetzenkireç/pas \tutmak Kalk/Rost ansetzen2) kabuk \tutmak Kruste bilden3) bekommen, kriegençarpıntısı/hıçkırık \tutmak Herzklopfen/Schluckauf bekommen4) ( para toplamı) kosten, betragen, sich belaufen (auf)masraflar... tutuyor die Kosten belaufen sich auf...hepsi ne kadar tuttu? wie viel kostet alles?bu( nlar) ne kadar tuttu? wie viel macht das?5) duası tuttu sein Gebet wurde erhörtyapışkan tutmuyor der Kleber hält nicht7) ( bir yüzeyde kalmak) liegen bleibenkar tutmuyor der Schnee bleibt nicht liegen8) ( sürmek) dauerniki saat tuttu es hat zwei Stunden gedauert
См. также в других словарях:
elinde kalmak — 1) birinin bakımında, yönetiminde olmak 2) bir şey satılamayıp sahibinde kalmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
güvendiği dağlara kar yağmak (veya güvendiği dal elinde kalmak) — yardım ve yarar beklediği kimse, yer veya şeyden iyilik gelmemek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapanın elinde kalmak — 1) çok istenir ve aranır olmak 2) bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
çoluk çocuk elinde kalmak — deneyimsiz, çok genç kişilerin eline geçmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
tuttuğu dal elinde kalmak — dayandığı, güvendiği kimse veya şey önemini yitirerek işe yaramaz duruma gelmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
elde kalmak — elinde kalmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
zebun kalmak — güçsüz, zavallı durumda bulunmak Bir zaman gelir ki sırf kendi icadımız olan bir his elinde zebun kalırız. H. C. Yalçın … Çağatay Osmanlı Sözlük
el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tutmak — i, ar 1) Elde bulundurmak, ele almak Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Ö. Seyfettin 2) Ele geçirmek, yakalamak Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı. Ö. Seyfettin 3) Avlamak Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz … Çağatay Osmanlı Sözlük
çoluk çocuk — is., ğu 1) Çocuklarla birlikte aile topluluğu Benim ve çoluk çocuğumun bu kapıdan yiyeceğimiz ekmek artık temiz bir ekmek olamaz. R. N. Güntekin 2) Bir işte gereken deneyimi kazanmamış yaşça küçük kimseler, gençler Benden evvel çoluk çocuk bütün… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapmak — i, ar 1) Birdenbire yakalayarak, çekerek almak Bir hamlede atıldım. Evvela tabibin elinden defteri kaparak fırlattım. H. Z. Uşaklıgil 2) Isırıp parçalamak 3) Koparmak, kıstırmak Makine parmağını kapmış. 4) İşitir işitmez veya görür görmez… … Çağatay Osmanlı Sözlük