-
1 dir
dir [di:ɐ]ich habe \dir etwas mitgebracht sana bir şey getirdim;\dir verrate ich nicht, was ich vorhabe! niyetimi sana söylemem!;hinter/vor/unter/über \dir senin arkanda/önünde/altında/üstünde;ein Freund von \dir senin bir dostunwas hast du \dir gekauft? kendine ne aldın? -
2 dir
-
3 dirək
direk -
4 dîr
farsça دير geç. -
5 dir
sana -
6 dirək
direk -
7 müqtədir
muktedir -
8 müqtədir
muktedir -
9 рутка
dır-dır-fatma -
10 is
-dir, -dir -
11 нельзя
→ сказ.1) yakışmaz; yakışık almazтак вести́ себя́ нельзя́ — böyle davranışlar insana yakışmaz
у неё больно́е се́рдце, ей совсе́м нельзя́ волнова́ться — kadının kalbi var, hiç heyecanlanmayacak
2) ( невозможно) olanaksız(dır), imkansız(dır); elde değil(dir), olmazе́ю нельзя́ не восхища́ться — ona hayran kalmamak elde değil
мне нельзя́ не е́хать — gitmesem olmaz, gitmemezlik edemem
нельзя́ не сказа́ть о... —......dan söz etmeden geçemeyeceğim
нам нельзя́ теря́ть вре́мени — kaybedecek vaktimiz yok
неуже́ли нельзя́ бы́ло позвони́ть? — telefon etmek yok muydu?
3) ( запрещено) yasak(tır); caiz değil(dir)здесь кури́ть нельзя́ — burada sigara içilmez
ему́ нельзя́ кури́ть — sigara içmesi caiz değil
••нельзя́ ли поти́ше? — gürültü etmesen(iz) olmaz mı?
нельзя́ сказа́ть, что́бы э́то мне нра́вилось — hoşuma gidiyor diyemem
-
12 revive
v. yeniden canlandırmak, canlandırmak, diriltmek, hayata döndürmek, neşelendirmek, ihya etmek, gündeme getirmek, yeniden oluşturmak, uyandırmak (his), yeniden sahnelemek, tekrar yayınlamak, tasfiye etmek [met.], hayata dönmek, canlanmak, dirilmek, ayılmak, uyanmak (duygu)* * *dirilt* * *1) (to come, or bring, back to consciousness, strength, health etc: They attempted to revive the woman who had fainted; She soon revived; The flowers revived in water; to revive someone's hopes.) ayıl(t)mak, canlan(dır)mak2) (to come or bring back to use etc: This old custom has recently (been) revived.) canlan(dır)mak, yeniden beğeni kazan(dır)mak•- revival -
13 lassen
lassen <lässt, ließ, gelassen> ['lasən]1. vt1) (unverändert \lassen, unter\lassen) bırakmak;lass doch das Gejammer! bırak bu yakınma tiradını!;\lassen wir das! bırakalım bunu!;lass mich! ( fam) bırak beni!;lass mich in Ruhe! ( fam) beni rahat bırak!;er kann es einfach nicht \lassen bir türlü ondan vazgeçemiyor;tu, was du nicht \lassen kannst! ( fam) ne hâlin varsa gör!;\lassen wir es dabei bunu böylece bırakalım2) (zurück\lassen) bırakmak;sein Leben \lassen ( geh) hayatını vermek3) ( zugestehen)jdm Zeit \lassen birine zaman bırakmak [o tanımak];jdm seinen Willen \lassen birinin istediğini yapmasına izin vermek;das muss man ihr \lassen bu işten anladığını kabul etmek gerekiyor4) (irgendwohin \lassen)Wasser in die Wanne \lassen tekneye su doldurmak;jdm die Luft aus den Reifen \lassen birinin lastikleri söndürmek;lass mich mal vorbei! bırak da bir geçeyim!wir sollten nichts unversucht \lassen denemediğimiz şey bırakmayalım2. <lässt, ließ, lassen> ['lasən] vt mit einem Infinitivlass mich nur machen! bırak beni yapayım!;lass hören! söyle!;so kannst du dich sehen \lassen ortaya böyle çıkamazsın;lass dir das gesagt sein! benden günah gitti!;sich nicht stören \lassen istifini bozmamak;\lassen Sie das nur meine Sorge sein bırakın bana, dert etmeyin kendinize;\lassen Sie mich bitte ausreden bırakın da sözümü bitireyim;einen fahren \lassen ( fam) yellenmek;jdn laufen \lassen ( fam) birisini serbest bırakmak;etw geschehen \lassen bir şeyi oluruna bırakmak;lass ihn nur kommen! bırak da bir gelsin!;2) ( veranlassen)sich scheiden \lassen boşanmak;ich lasse bitten buyurun;er lässt dich grüßen sana selamları var;ich habe mir sagen \lassen, dass... bana dediler ki...3) (unverändert \lassen)etw sein [o bleiben] \lassen bir şeyi değiştirmemek, bir şeyi aynen [o olduğu gibi] bırakmak;jdn hängen \lassen birini atlatmak [o ekmek];sich hängen \lassen kendini bırakmak;etw liegen \lassen ( nicht wegnehmen) bir şeyi yerinde bırakmak; ( vergessen) bir şeyi bırakmak; ( unerledigt lassen) bir işi yüzüstü bırakmak;jdn links liegen \lassen birine yüz vermemek, birini es geçmek;stecken \lassen üstünde bırakmak; ( Schlüssel) kilidin üstünde bırakmak;lass dein Geld stecken! bırak, ben ödeyeceğim!;stehen \lassen ( nicht wegnehmen, vergessen) bırakmak; ( nicht zerstören) bozmamak; ( Essen) yememek; ( sich abwenden) sırt çevirmek (-e); ( bei einem Termin) bekletmek4) ( Imperativ)lass uns gehen! haydi gidelim!;lasset uns beten bırakın, dua edelim;lass es dir schmecken afiyet olsun;lass es dir gut gehen esen kal5) (lassen + sich: möglich sein)das wird sich einrichten \lassen bu yapılır;das lässt sich nicht vermeiden bundan kaçınılmaz;ich will sehen, was sich tun lässt bakayım, ne yapılır;der Wein lässt sich trinken şarap içilir;das lässt sich hören söz söylemek buna derler -
14 liegen
liegen <liegt, lag, gelegen> ['li:gən]vi haben o sein1) ( Person) yatmak;hart/weich \liegen sert/yumuşak yerde yatmak;im Bett \liegen yatakta yatmak;auf dem Rücken/auf dem Bauch \liegen sırtüstü/yüzükoyun yatmak2) ( sich befinden) olmak, bulunmak;das Buch liegt auf dem Tisch kitap masanın üstünde;wo liegt München? Münih nerede?;an der Elbe \liegen Elbe üzerinde bulunmak;das Zimmer liegt nach Süden oda güneye bakıyor;das liegt auf dem Weg bu yolun üstündedir;es lag kein Schnee yerde kar yoktu;das Essen liegt mir schwer im Magen yemek mideme oturdu;die Preise \liegen zwischen 50 und 70 Euro fiyatlar 50 ile 70 euro civarında oynuyor;die Betonung liegt auf der letzten Silbe vurgu, son hecededir;das lag nicht in meiner Absicht bu benim niyetim değildi3) ( interessieren)Englisch liegt mir nicht İngilizce beni çekmiyor, İngilizce'den hoşlanmam;es liegt mir viel/nichts daran bunun benim için çok/hiç önemi var/yok;mir liegt nichts an dem Geld ben parasında değilim4) ( abhängen) bağlı olmak (an/bei -e/-e);die Entscheidung liegt bei euch karar sizin elinizdedir;an wem liegt das? bu kime bağlı(dır) ?, bu kimin elindedir?;woran liegt es? bu, nereden ileri geliyor?, bu, neye bağlı(dır) ?;an mir soll's nicht \liegen buna ben engel olmayayım;die Schuld liegt bei dir kabahat sende;so wie die Dinge \liegen... durum öyle gösteriyor ki... -
15 stehen
stehen <steht, stand, gestanden> ['ʃte:ən]I vi1) (aufrecht: Mensch) ayakta durmak; ( Gegenstand) durmak;ich kann nicht mehr \stehen ayakta duracak hâlim kalmadı;im S\stehen ayakta;unser Projekt steht und fällt mit dir ( fig) projemizin başarısı sana bağlı;der Plan steht jetzt! ( fam) şimdi plan tamamlandı [o hazır] !an der Tür \stehen kapıda bulunmak;sie steht an der Spitze des Unternehmens o, işletmenin başındadır;etw steht jdm auf der Stirn geschrieben ( fig) bir şey birinin yüzünden hemen belli olmak;wir \stehen kurz vor einem Krieg bir savaşın eşiğinde bulunuyoruz;auf welcher Seite stehst du? kimden yanasın sen?;die Sache steht schlecht durum kötü;das Frühstück \stehen lassen [o stehenlassen] kahvaltısını olduğu gibi bırakmak;einen Stuhl \stehen lassen bir koltuğu boş bırakmak;unter Alkohol/Drogen \stehen alkol/uyuşturucu altında olmak;die Sache steht mir bis hier ( fam) artık burama geldihier steht geschrieben, dass... burada... olduğu yazılı;das Wort steht im Imperfekt kelime, belirsiz geçmişte yazılmıştır4) (still\stehen) durmak; ( Verkehr) durmak;die Uhr steht saat durdu;zum S\stehen bringen/kommen durdurmak/durmak;etw zum S\stehen bringen bir şeyi durdurmak5) ( anzeigen)das Thermometer steht auf 30 Grad termometre 30 derecede;die Ampel steht auf Rot lamba kırmızıdır;es steht 3:1 durum 3:16) ( kleiden) yakışmak;der Bart steht dir gut/schlecht sakal sana yakışıyor/yakışmıyor7) jur;auf etw steht Gefängnis bir şeyin sonu [o cezası] hapis olmak;auf seine Ergreifung steht eine Belohnung yakalanması için ödül varwie stehst du zu dem Plan? bu plana ne diyorsun?;ich stehe fest zu dir ben kesinlikle senden yanayım;zu seinem Versprechen \stehen sözünde durmak;zu seinen Fehlern \stehen kusurlarını kabul etmek;hinter jdm \stehen birine arka olmak9) ( fam)auf jdn/etw \stehen bir kimseyi/şeyi tutmak;wie geht's, wie steht's? ne var ne yok?II vtWache \stehen nöbet tutmak;Modell \stehen modellik yapmakIII vrsich gut/schlecht mit jdm \stehen ( fam) biriyle iyi/kötü geçinmek, biriyle arası iyi/kötü olmak;jd steht sich besser/schlechter, wenn... ( fam) eğer... ise, birine yakışır/yakışmazes steht schlimm um sie durumu kötü;es steht zu befürchten, dass er es nicht schafft korkarım, o bunu başaramayacak -
16 тихо
yavaş sesle,yavaşça* * *1) нареч. yavaş / alçak sesle, yavaş; yavaşça, yavaştan, usul(dan); gürültü etmeden ( без шума)говори́ли ти́хо — yavaş / alçak sesle konuşuluyordu
говори́ ти́хо, не кричи́! — yavaş konuş, bağırma!
он ти́хо спроси́л... — yavaşça / yavaştan sordu
я ти́хо постуча́л в дверь — yavaşça kapıyı çaldım
"Олег!"- ти́хо окли́кнул я — "Oleg" diye hafifçe seslendim
он ти́хо сви́стнул — usuldan bir ıslık çaldı
ти́хо ка́пала вода́ — su tıp tıp damlıyordu
он ти́хо вскри́кнул и упа́л на́взничь — boğuk bir çığlık atarak arka üstü düştü
дверь ти́хо откры́лась — kapı yavaşça açıldı
2) нареч. ağır, yavaşмаши́на шла ти́хо — araba yavaş gidiyordu
3) безл., → сказ. sessiz(dir)круго́м ти́хо — etraf sessiz
в до́ме бы́ло соверше́нно ти́хо — evde tıs yoktu
4) безл., → сказ. sakin(dir)сего́дня ти́хо — bugün hava sakin
на мо́ре ти́хо — deniz sakin / durgun
-
17 corrode
v. aşındırmak, yıpratmak, çürütmek, kemirmek, yıpranmak* * *aşındır* * *[kə'rəud](to destroy or eat away (as rust, chemicals etc do).) aşın(dır)mak, paslan(dır)mak- corrosive -
18 corrosion
n. aşındırma, korozyon, aşınma; yıpranma, paslanma, bozulma* * *1. aşınma 2. kimyasal aşınma* * *[-ʒən]noun aşın(dır)ma, paslan(dır)ma -
19 for
conj. dolayı, nedeniyle, çünkü, zira————————prep. için, göre, amacıyla, doğru, uygun, yönünde, yarayan, karşı, dolayı, sebebiyle* * *[fo:] 1. preposition1) (to be given or sent to: This letter is for you.) için,...-e/-a2) (towards; in the direction of: We set off for London.)...-e/-a3) (through a certain time or distance: for three hours; for three miles.) süresince,...-dir/-dır4) (in order to have, get, be etc: He asked me for some money; Go for a walk.)...-mek/-mak için5) (in return; as payment: He paid $2 for his ticket.)...-e/-a,...-in karşılığında6) (in order to be prepared: He's getting ready for the journey.) için7) (representing: He is the member of parliament for Hull.) için, adına8) (on behalf of: Will you do it for me?) için, adına9) (in favour of: Are you for or against the plan?) taraftar, lehinde10) (because of: for this reason.) için, yüzünden11) (having a particular purpose: She gave me money for the bus fare.) için, amacıyla12) (indicating an ability or an attitude to: a talent for baking; an ear for music.)...-e/-a13) (as being: They mistook him for someone else.)...olarak14) (considering what is used in the case of: It is quite warm for January (= considering that it is January when it is usually cold).)...-e/-a göre, göz önüne alınırsa15) (in spite of: For all his money, he didn't seem happy.)...-e rağmen2. conjunction(because: It must be late, for I have been here a long time.) çünkü, zira -
20 irritation
n. tahriş, kaşındırma, sinirlendirme, kızgınlık, kurcalama, öfke* * *öfke* * *noun kız(dır)ma, sinirlen(dir)me
См. также в других словарях:
dir — ↑ du … Das Herkunftswörterbuch
dir ... — dir … Deutsch Wörterbuch
dirəkləmə — «Dirəkləmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dirəklənmə — «Dirəklənmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dirəklətmə — «Dirəklətmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dirəmə — «Dirəmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dirənmə — «Dirənmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dirəşmə — «Dirəşmək»dən f. is … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
dir — dir̃ interj., dìr 1. dar (kartojant nusakomas važiavimas ratais): Įsisėdo rateliuos, dir̃ dir̃ dir̃ ir pakalnėj Kp. Su ratukais dir̃ dir̃ dir̃ nuo kalno Srv. Dir̃ dir̃ dir̃ atvažiuoja Lp. Pamažiukais sau dìr dìr dìr ir pardirdnosu Vvr. 2.… … Dictionary of the Lithuanian Language
dir — [di:ɐ̯] Personalpronomen; Dativ von »du«>: a) das hat er dir längst verziehen. b) <reflexivisch> wünsch dir was! * * * dịr 〈Personalpron., Dat. von „du“〉 ich sage es dir; wasch dir bitte die Hände; wie du mir, so ich dir! 〈Sprichw.〉;… … Universal-Lexikon
dir — dir; dir·ca; dir·dum; dir·gie; dir·hem; dir·iá; dir·i·ge; dir·i·gi·bil·i·ty; dir·i·ment; ka·dir; man·dir; mu·dir; na·dir·al; dir·i·gi·ble; na·dir; dir·i·an; ken·dir; … English syllables