-
1 yalnız
فقطمنعزلوحدهوحيد -
2 yalnız
1. فقط [فَقَطْ]Anlamı: sadece2. منعزل [مُنْعَزِل]Anlamı: yanında başkaları bulunmayan3. وحده [وَحْدَهُ]Anlamı: tek başına4. وحيد [وَحِيد]Anlamı: yanında başkaları bulunmayan -
3 tenha
1. أوحد [أَوْحَد]Anlamı: yalnız, tek2. فرد [فَرْد]Anlamı: yalnız, tek3. متفرد [مُتَفَرِّد]Anlamı: yalnız, tek4. متوحد [مُتَوَحِّد]Anlamı: yalnız, tek5. وحد [وَحِد]Anlamı: yalnız, tek6. وحداني [وَحْدانِيّ]Anlamı: yalnız, tek7. وحده [وَحْدَهُ]Anlamı: yalnız, tek8. وحيد [وَحِيد]Anlamı: yalnız, tek -
4 yalnızlık
1. انعزال [اِنْعِزال]Anlamı: yalnız olma durumu2. انفراد [اِنْفِراد]Anlamı: yalnız olma durumu3. تفرد [تَفَرُّد]Anlamı: yalnız olma durumu4. تقوقع [تَقَوْقُع]Anlamı: yalnız olma durumu5. توحد [تَوَحُّد]Anlamı: yalnız olma durumu6. حدة [حِدَة]Anlamı: yalnız olma durumu7. خلوة [خَلْوَة]Anlamı: yalnız olma durumu8. عزلة [عُزْلَة]Anlamı: yalnız olma durumu -
5 hünkâr
1. خاقان [خاقان]2. خان [خَان]3. سلطان [سلطان]4. صاحب [صاحِب]5. عاهل [عاهِل]6. ملك [مَلِك]7. مليك [مَلِيك] -
6 salt
1. رائق [رائِق]Anlamı: yalnız, tek, sırf2. صاف [صافٍ]Anlamı: yalnız, tek, sırf3. صراح [صُرَاح]Anlamı: yalnız, tek, sırf4. صرف [صِرْف]Anlamı: yalnız, tek, sırf5. صريح [صَرِيح]Anlamı: yalnız, tek, sırf6. مجرد [مُجَرَّد]Anlamı: yalnız, tek, sırf -
7 bencil
-
8 çıkarcı
1. نفعي [نَفْعِيّ]Anlamı: yalnız kendi menfaatini düşünen2. وصولي [وُصُولِيّ]Anlamı: yalnız kendi menfaatini düşünen -
9 fakat
1. لكن [لَكِنْ]Anlamı: yalnız, ancak2. لكن [لَكِنَّ]Anlamı: yalnız, ancak -
10 münferit
1. منزو [مُنْزَوٍ]Anlamı: tek, yalnız başına olan2. منفرد [مُنْفَرِد]Anlamı: tek, yalnız başına olan -
11 özel
1. خصوصي [خُصُوصِيّ]Anlamı: yalnız bir kişiye ait olan2. ملاكي [مَلَّاكِيّ]Anlamı: yalnız bir kişiye ait olan -
12 sırf
1. صرف [صِرْف]Anlamı: salt, ancak, yalnız2. مجرد [مُجَرَّد]Anlamı: salt, ancak, yalnız -
13 tenhalaşmak
-
14 uygulamalı
1. تطبيقي [تَطْبِيقِيّ]2. عملي [عَمَلِيّ] -
15 üvey
1. راب [رابّ]Anlamı: yalnız yasaca akraba sayılan, öz olmayan2. رابة [رابَّة]Anlamı: yalnız yasaca akraba sayılan, öz olmayan -
16 garnizon
حامية [حامِيَة] -
17 kısmî
جزئي [جُزْئِيّ]Anlamı: bir şeyin yalnız bir bölümünü içine alan, tikel -
18 kolçak
قفاز [قُفَّاز]Anlamı: yalnız baş parmağı ayrı, diğer dört parmağı bir örülmüş yün eldiven -
19 kötümsemek
تشاءم [تَشَاءَمَ]
См. также в других словарях:
yalnız — 1. əd. Məhdudiyyət bildirir – ancaq, təkcə. Yalnız bircə şərtlə. Yalnız bir adam gəlmişdir. Məclisdən yalnız siz əskik idiniz. Yalnız bir arzum var. – Usta Zeynalın övladdan yalnız altı yaşında Tutu adlı bircə qızı vardı. S. S. A.. Mehriban… … Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti
yalnız — sf. 1) Yanında başkaları bulunmayan Sokaktaki yalnız çocuk. 2) zf. (ya lnız) Yanında başkaları olmayarak Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yalnız başına — zf. Kendi kendine, bir kendisi, tek başına … Çağatay Osmanlı Sözlük
kendi havasında gitmek (veya olmak) — yalnız başına, istediği gibi davranmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kendi köşesinde yaşamak — yalnız başına yaşamak Bu şiirlerin okuyucuya tanıttığı kişi, kitapları, üç beş sevdiği dostu ile kendi köşesinde yaşamayı seven bir kimse olarak görünür. N. Cumalı … Çağatay Osmanlı Sözlük
başını boş bırakmak — yalnız veya serbest bırakmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
aglamak — yalnız olmak, bo; olmak, II I, 258 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
mı(mi) — yalnız füllerin üçüncü ;ahıs sorgu şekli edatı III, 214bkz: mu (mü) … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
sıñarlamak — yalnız ve yardımcısız bulduğu için zayıf görüp öç almak III, 409 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
tarınmak — yalnız başına ekmek; ekin eker görünmek II, 145, 159 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
teriñ — (yalnız su için) engin, geniş, derin, her derin ve çok şey III, 370 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini