-
1 انبسط
اِنْبَسَطَ1. yassılmakAnlamı: yassı duruma gelmek2. serilmekAnlamı: sermek işi yapılmak3. uzamakAnlamı: uzun duruma gelmek4. yassılaşmakAnlamı: yassı hâle gelmek5. dallanmakAnlamı: yayılmak, genişlemek -
2 занимать
kaplamak,işgal etmek; almak,zapt etmek,işgal etmek; çalıştırmak,meşgul etmek; ilgilendirmek* * *I несов.; сов. - заня́ть I1) ( пространство) kaplamak; tutmak; işgal etmekзайми́ три ме́ста — üç yer tut
пло́щадь, занима́емая го́родом — şehrin kapladığı saha
статья́ займёт пять страни́ц — yazı beş sayfa tutacak
он занимал вон ту ко́мнату — onun odası şuydu
2) (должность, положение) olmakзанима́ть высо́кий пост — yüksek mevki sahibi olmak
он за́нял до́лжность / ме́сто дире́ктора — müdürün yerine geçti / yerini aldı
он недо́лго занима́л до́лжность дире́ктора — müdürlüğü uzun sürmedi
занима́ть пе́рвое ме́сто — birinci olmak / gelmek
занима́ть пе́рвое ме́сто в табли́це — cetvelde birinci sırayı tutmak
заня́ть второ́е ме́сто на стометро́вке — yüz metrede ikinci gelmek, yüz metrenin ikincisi olmak
3) almak; tutmak; zaptetmek; işgal etmek (захватывать, оккупировать) (savaşarak) geri almak ( отвоёвывать)заня́ть высоту́ — tepeyi tutmak
занима́ть высоту́ (удерживать) — tepeyi elinde tutmak
4) ( время) tutmak; almak5) ( давать занятие) çalıştırmak; istihdam etmek; meşgul etmekско́лько рабо́чих за́нято на э́том предприя́тии? — bu işletme kaç kişi çalıştırır / istihdam eder?
чем бы заня́ть дете́й? — çocukları neyle meşgul etsek?
6) ( интересовать) ilgilendirmekон за́нят то́лько собо́й — yalnız nefsini düşünür
7) ( развлекать) oyalamak••занима́ть умы́ — zihinleri meşgul etmek
занима́ть пози́цию — воен. mevzilenmek
каку́ю пози́цию он занима́ет в э́том вопро́се? — bu sorundaki tutumu nedir?
II несов.; сов. - заня́ть IIзаня́ть реши́тельную пози́цию — kararlı bir tutum takınmak
( брать в долг) borç / ödünç almakзанима́ть де́нег — borç para almak
-
3 казаться
gözükmek* * *несов.; сов. - показа́ться1) görünmek; gözükmekон каза́лся че́стным (челове́ком) — görünüşte namuslu bir adamdı, namuslu görünüyordu
каза́ться моло́же (свои́х лет) — yaşını göstermemek
он каза́лся ста́рше тебя́ — yaşça senden büyük görünüyordu
2) безл. gelmek; sanmak, benzemek; gibi(sine) gelmekказа́лось, что стена́ обру́шится — duvar yıkılacağa benziyordu / yıkılacak gibi olmuştu
э́то показа́лось мне стра́нным — bu garibime gitti
на пе́рвый взгляд э́то мо́жет показа́ться стра́нным — bu, ilk bakışta garip gelebilir / tuhaf kaçabilir
э́то мо́жет показа́ться парадо́ксом — bu bir paradoks gözükebilir
ка́ждая секу́нда каза́лась ему́ ве́чностью — her saniye ona yıl kadar uzun geliyordu
ему́ ка́жется, что наш дом бо́льше — bizim ev onun gözüne daha büyük görünüyor
э́то не так про́сто сде́лать, как ка́жется — bunu yapmak sanıldığı kadar kolay değil
мне показа́лось, что... — bana öyle geldi ki...
мне показа́лось, что стуча́т в дверь — kapı vuruluyormuş gibime geldi
-
4 انتشر
اِنْتَشَرَ1. yaygınlaşmakAnlamı: yaygın durumu gelmek2. uzamakAnlamı: uzun duruma gelmek3. serilmekAnlamı: sermek işi yapılmak4. sermekAnlamı: açarak yaymak veya döşemek5. yayılmakAnlamı: yaymak işine konu olmak6. uzanmakAnlamı: bir alana yayılmak7. dallanmakAnlamı: yayılmak, genişlemek -
5 برد
Iبَرَدَ1. eğelemekAnlamı: eğe ile sürtmek2. serinlemekAnlamı: hafifçe soğumak3. soğumak4. törpülemekAnlamı: törpü ile düzeltmek5. postalamakAnlamı: postaya vermek6. üşümekAnlamı: ısı azlığı veya ısı kaybından etkilenmek, soğuğun etkisini duymak7. ayazlamakAnlamı: ayazda kalıp üşümek8. titremekAnlamı: üşümekIIبَرُدَ1. serinlemekAnlamı: hafifçe soğumak2. soğumak3. ayazlamakAnlamı: ayazda kalıp üşümekبُرْد1. etol2. urbaAnlamı: giysi3. esvapAnlamı: elbise, giysi4. elbiseAnlamı: giyim5. giyecekAnlamı: giymek için kullanılan her şey, giyimIVبَرَّدَ1. üşütmekAnlamı: soğuk almak, üşüyüp hasta olmak2. soğutmakAnlamı: soğumasını sağlamak -
6 быть
olmak,bulunmak; -imek,olmak* * *1) врз olmak; bulunmakде́ньги есть — para var
де́нег не́ было — para yoktu
бы́ли б де́ньги! — yeter ki para olsun!
у него́ таки́х де́нег никогда́ не́ было — onun bu kadar parası olmadı hiç
у неё не́ было дете́й — çocuğu olmamıştı / yoktu
будь у неё де́ти... — çocuğu olsa(ydı)...
будь то мужчи́на или женщи́на — erkek olsun, kadın olsun
будь по-тво́ему — senin dediğin olsun
сего́дня я был в лесу́ — bugün ormana gittim
в час я был в лесу́ — (saat) birde ormanda idim / bulunuyordum
в лесу́ я был то́лько час — ormanda ancak bir saat kaldım
когда́ мы бы́ли в дере́вне,... — biz köyde iken / bulunduğumuz sırada...
когда́ я был в ва́шем во́зрасте... — ben sizin yaşınızdayken...
собра́ние бу́дет за́втра — toplantı yarın olacak / yapılacak
бы́ли и таки́е слу́чаи — öyle olaylar da olmuştu / yer almıştı
приходи́, в семь (часо́в) бу́ду до́ма — gel, yedide evdeyim
2) (об одежде и т. п.)она́ была́ в костюме — tayyörünü giymişti
он был в сапога́х — ayağında çizme vardı
он был при ордена́х — (göğsüne) nişanlarını takmıştı
3) ( в функции связки) imek; olmakкто э́то был? — kimdi o?
он бу́дет врачо́м — doktor olacak, doktorluk yapacak
он был просты́м учи́телем — sıradan bir öğretmendi
он со́рок лет был учи́телем — kırk yıl öğretmenlik yaptı
он был о́чень рад — çok memnundu / sevindi
ра́дость его́ была́ недо́лгой — sevinci uzun sürmedi
э́то пальто́ ей бу́дет у́зко — bu palto ona dar gelir
ему́ бы́ло за со́рок — yaşı kırkı geçmişti, kırkını aşkındı
бы́ло о́коло двух (часо́в) — saat ikiye geliyordu
4) (приходить, приезжать) gelmekя бу́ду к ве́черу — akşama (doğru) gelirim
во ско́лько мы бу́дем в го́роде? — şehre kaçta varırız / varacağız?
бу́дем наде́яться, что... —...acağını umalım
ты бу́дешь говори́ть / выступа́ть? — konuşacak mısın?
ты бу́дешь говори́ть серьёзно?! — ciddi konuşacak mısın, konuşmayacak mısın?!
ты у меня́ бу́дешь говори́ть! — konuşturacağım seni (ben)!
я не бу́ду жа́ловаться — şikayet etmeyeceğim; şikayet edecek değilim ( не собираюсь)
поко́я у вас не бу́дет — rahat yüzü görmezsiniz
••ну, была́ не была́! — haydi ne olacaksa!
будь что бу́дет! — ne olursa olsun!
отку́да ему бы́ло знать, что... ? —... nereden bilsindi / bilebilirdi?
и к чему́ бы́ло ждать? — ne vardı bekleyecek?
Вы отку́да бу́дете? — разг. Siz nereden oluyorsunuz?
все там бу́дем — sonumuz kara toprak
быть и́ли не быть — var olmak veya olmamak
так бы́ло, так и бу́дет — böyle gelmiş, böyle gidecek
-
7 приходиться
несов.; сов. - прийти́сь1) tam gelmekсапоги́ пришли́сь мне впо́ру / по ноге́ — çizme ayağıma tam geldi
2) (совпадать с чем-л.) düşmek, raslamakпра́здник пришелся на воскресе́нье — bayram pazara düştü
3) безл. ( быть необходимым) gerekmek; zorunda kalmak / olmakпришло́сь до́лго ждать — uzun bir süre beklemek gerekti
мне пришло́сь верну́ться — geri dönmek zorunda kaldım
тогда́ бы тебе́ не пришло́сь е́здить в го́род — o zaman kente gitmene gerek kalmazdı
4) безл. ( случаться)...dığı olmakтебе́ приходи́лось там быва́ть? — oraya gittiğin oldu mu?
вам тру́дно придётся — sıkıntı / güçlük çekeceksiniz
мне ча́сто приходи́лось ждать по ча́су — bir saat beklediğim çok olmuştu
5) безл. ( доставаться) düşmekна одного́ преподава́теля прихо́дится два́дцать ученико́в — bir öğretmene yirmi öğrenci düşüyor
тогда́ уж пришло́сь удивля́ться нам — o zaman şaşırmak sırası bize geldi
6) тк. несов. ( причитаться) alacağı olmakвам прихо́дится с него́ пять рубле́й — ondan beş ruble alacağınız var
ско́лько с меня́ прихо́дится? — ne kadar vereceğim?
7) тк. несов. ( быть в родстве) olmakкем ты ему́ прихо́дишься? — sen nesi oluyorsun?
••уда́р прише́лся ему́ в го́лову — vuruş başına isabet etti
ребя́та игра́ют, где придётся — çocuklar nerede yer bulursa orada oynuyorlar
-
8 слышаться
несов.; сов. - послы́шатьсяduyulmak, işitilmek, sesi gelmekслы́шались вы́стрелы — silah sesleri geliyordu
послы́шались пе́рвые проте́сты — ilk protestolar işitilmeye başladı
мне до сих пор слы́шится её го́лос — sesi halâ kulağımda
ему́ до́лго слы́шались э́ти кри́ки — bu çığlıkları uzun zaman duyar gibi oluyordu
в её слова́х слы́шалась ра́дость — sözlerinde sevinç duyuluyordu
-
9 border
n. kenar, sınır, hudut, kenar süsü; tarh————————v. sınır koymak, çerçevelemek, sınır komşusu olmak; bitişik olmak, benzer olmak, demeye gelmek* * *1. sınır 2. sınırla (v.) 3. sınır (n.)* * *['bo:də] 1. noun1) (the edge of a particular thing: the border of a picture/handkerchief.) kenar, bordür2) (the boundary of a country: They'll ask for your passport at the border.) sınır3) (a flower bed round the edge of a lawn etc: a flower border.) uzun çiçek tarhı2. verb((with on) to come near to or lie on the border of: Germany borders on France.) sınırdaş olmak3. noun(the border between one thing and another: He was on the borderline between passing and failing.) sınır(çizgisi) -
10 Arm
Arm <-(e) s, -e> m1) ( Körperteil) kol;\Arm in \Arm gehen kol kola gitmek;jdn in die \Arme nehmen birini kollarının arasına almak, birini kucaklamak;jdn mit offenen \Armen aufnehmen birine kollarına açmak;jdn auf den \Arm nehmen ( fig) birini kafa kola [o gır gıra] almak, biriyle dalga [o matrak] geçmek;jdn unter den \Arm nehmen ( fam) birinin koluna girmek;jds verlängerter \Arm sein ( fig) birinin sağ kolu olmak;jdm in die \Arme laufen birine rast gelmek;jdm unter die \Arme greifen birine kol kanat olmak, birine yardım etmek;einen langen \Arm haben kolu uzun olmak, sözü geçer olmak, nüfuzlu olmak2) tech kol3) ( eines Flusses) kol4) ( Ärmel) kol -
11 ersehnen
ersehnen*vt yürekten istemek, göreceği gelmek, özlemek, özlemini çekmek(-in);der lang ersehnte Augenblick uzun zamandır özlemi çekilen an -
12 Sinn
1. (Wahrnehmungs\Sinn) duyu;die fünf \Sinne beş duyu;der sechste \Sinn altıncı duygu2. kein pl\Sinn für Humor haben espri anlayışı olmak2) ( Zweck) amaç;das ist nicht der \Sinn der Sache işin amacı bu değil;das hat keinen \Sinn bunun bir anlamı yok;ohne \Sinn und Verstand hiç düşünüp taşınmadan;der langen Rede kurzer \Sinn uzun lafın [o sözün] kısası3) ( Bedeutung) anlam, mana;im wörtlichen \Sinn kelimenin tam anlamıyla;im übertragenen \Sinn mecazî anlamda;im engeren/weiteren \Sinne dar/geniş anlamda;in wahrsten \Sinne des Wortes kelimenin tam anlamıylaetw kommt ihm in den \Sinn bir şey aklına gelmek;etw im \Sinn haben bir şey aklında olmak;in jds \Sinn handeln birinin düşündüğü gibi davranmak [o hareket etmek];von \Sinnen sein aklı başında olmamak;mir steht der \Sinn nicht nach Fernsehen canım televizyon seyretmek istemiyor;schlag dir das aus dem \Sinn! bunu aklından çıkar!;aus den Augen, aus dem \Sinn ( prov) gözden ırak olan gönülden de ırak olur -
13 امتد
اِمْتَدَّ1. sünmekAnlamı: esnekliğini yitirerek gevşemek2. sermekAnlamı: açarak yaymak veya döşemek3. serilmekAnlamı: sermek işi yapılmak4. uzamakAnlamı: uzun duruma gelmek5. dallanmakAnlamı: yayılmak, genişlemek -
14 تبسط
-
15 تبطح
-
16 ترامى
-
17 توسع
-
18 خور
Iخَوَر1. körelmeAnlamı: bir organın beslenemeyerek küçülmesi, dumur2. hâlsizlikAnlamı: halsiz olma durumu, takatsızlık3. güçsüzlükAnlamı: güçsüz olma durumu4. dermansızlıkAnlamı: güçsüzlük, bitkinlik5. zayıflıkAnlamı: zayıf olma durumu6. zafiyetAnlamı: arıklık, zayıflık, güçsüzlük7. bitkinlikAnlamı: bitkin olma durumu8. cılızlıkAnlamı: cılız olma durumuIIخَوِرَ1. durgunlaşmakAnlamı: durgun olmak2. sakinleşmekAnlamı: yatışmak, durgun duruma gelmekخَوْر1. koyakAnlamı: iki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi2. dereAnlamı: iki dağ arasındaki uzun çukur3. körfez4. koyAnlamı: küçük körfez5. vadiAnlamı: iki dağ arasındaki geçit6. haliçAnlamı: koy, körfez -
19 كسل
Iكَسَل1. haylazlık2. uyuşuklukAnlamı: uyuşuk olma durumu3. miskinlikAnlamı: uyuşuk, tembel duruma gelmekIIكَسِل1. haylazAnlamı: aylaklık eden, tembel2. hımbılAnlamı: uyuşuk, tembel3. miskinAnlamı: çok uyuşuk olan kimse4. lökAnlamı: ağır, hantal olan5. gayretsizAnlamı: çalışmayan, çaba göstermeyen kimse6. külkedisiAnlamı: uyuşuk, miskin7. uyuntuAnlamı: uyuşuk, tembel8. tembelAnlamı: iş görmekten kaçan9. üşengeçAnlamı: çok üşenen, tembel olan kimse, üşengen10. avanakAnlamı: kolayca kandırılabilen kişi11. uyuşukAnlamı: gevşek, tembel, sünepeكَسِلَ1. hamlamak2. tembelleşmekAnlamı: tembel olmak3. üşenmek -
20 rally
toplanti, miting; otomobil yarisi, ralli; (tenis) uzun sayi mücadelesi; (belirli bir amaç) bir araya gelmek, bir araya toplanmak; bir araya getirmek; iyilesmek, düzelmek, toparlanmak; eglenmek, takilmak, dalga geçmek, alay etmek
См. также в других словарях:
yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmek — uzun sürmüş bir işi bitirmek üzere olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
TATAVÜL — Uzun olmak. * Büyüklenmek, kibirlenmek. * Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
dil — 1. is. 1) Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki... Y. Z. Ortaç 2) Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli… … Çağatay Osmanlı Sözlük
el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
düşmek — e, er 1) Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek Havada uçan kuş vurulmuş gibi birdenbire sokağa düşüyor. R. N. Güntekin 2) den Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan… … Çağatay Osmanlı Sözlük
uzamak — nsz 1) Uzun duruma gelmek, boyu büyümek Kısa boylu Japon cinsi bile sporla üç parmak uzadı. A. Haşim 2) Çok zaman tutmak, uzun sürmek Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alamet değil! S. F. Abasıyanık Birleşik Sözler uzun uzadıya … Çağatay Osmanlı Sözlük
bel — 1. is., Far. bel Toprağı aktarmaya veya işlemeye yarayan, uzun saplı, ayakla basılacak yeri tahta, ucu sivri kürek veya çatal biçiminde bir tarım aracı Birleşik Sözler çatal bel Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bel bellemek 2. is., anat. 1)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çatmak — i, ar 1) Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var. F. R. Atay 2) Kereste vb.ni birbirine tutturmak 3) Bir… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çıkmak — den, ar 1) İçeriden dışarıya varmak, gitmek Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık. F. R. Atay 2) nsz Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı. Atatürk 3) nsz Bir meslek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dikilmek — 1. nsz 1) Dikme (I) işi yapılmak Buraya anıt dikilecek. Bahçeye ağaçlar dikildi. 2) Dik duruma gelmek 3) Ayakta durmak Hissem neyse ben de isterim diye karşıma dikilmez mi? H. Taner 4) Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak Gözlerime dikilen… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yanaşmak — e 1) Bir şeyin, bir kimsenin yanına gelmek Usulca avluya indim, rafa doğru yanaştım. F. R. Atay 2) Vapur, kayık vb. kıyıya varmak Günün birinde kocaman bir motor Santa Maria ya yanaştı, içinden çıkan bir subay muhafızlarla uzun uzun görüştü. R. H … Çağatay Osmanlı Sözlük