-
41 νομίζω
sanmak, zannetmek -
42 flatter oneself
sanmak, kendini inandirmak -
43 surmise
sanmak, zannetmek, tahmin etmek -
44 zannetmek
1. احتسب [اِحْتَسَبَ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak2. اعتبر [اِعْتَبَرَ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak3. حسب [حَسَبَ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak4. حسب [حَسِبَ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak5. ظن [ظَنَّ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak6. قدر [قَدَّرَ]Anlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak -
45 воображать
tasavvur etmek; sanmak* * *1) ( мысленно представлять себе) tasavvur etmek, tahayyül etmek2) sanmakвообража́ть себя́ поэ́том — kendini ozan sanmak
вообража́ю! — tahmin ederim!
вообрази́,... — düşün (ki)...
••вообража́ть о себе́ — прост. kendini bir şey sanmak
-
46 expect
v. beklemek, ummak, ümit etmek, sanmak* * *bekle* * *[ik'spekt]1) (to think of as likely to happen or come: I'm expecting a letter today; We expect her on tomorrow's train.) beklemek2) (to think or believe (that something will happen): He expects to be home tomorrow; I expect that he will go; `Will she go too?' `I expect so' / `I don't expect so' / `I expect not.') sanmak3) (to require: They expect high wages for their professional work; You are expected to tidy your own room.) istemek, gerekmek4) (to suppose or assume: I expect (that) you're tired.) düşünmek, sanmak•- expectant
- expectantly
- expectation -
47 sepet
корзи́на (ж)* * *1) корзина, корзинка ( плетёная)2) (тж. balık sepeti) верша4) спорт. баскетбольное кольцо••- sepette pamuğu olmamak
- karamusal sanmak
- karamürsel sepeti sanmak -
48 думать
düşünmek,aklından geçirmek; sanmak; şüphelenmek* * *несов.; сов. - поду́мать1) врз düşünmek; aklından / içinden geçirmek, aklından / içinden geçmekснача́ла поду́май, пото́м говори́ — önce düşün, sonra söyle
ты и о себе́ поду́май — kendini de düşün
ты об э́том не ду́май! — onu düşünme sen!
молоде́ц па́рень! - поду́мал я — aferin çocuğa!, diye geçirdim içimden
о чём ты ра́ньше ду́мал?! — daha önce aklın neredeydi?!
я ду́маю пое́хать в дере́вню — köye gitmeyi düşünüyorum
я и не ду́мал отдыха́ть / об о́тдыхе — dinlenmeyi düşünmemiştim bile / aklımdan bile geçirmemiştim
я и не ду́маю остава́ться — hiç de kalacak değilim
всё мог поду́мать, то́лько не э́то — her bir şey aklıma gelirdi de böylesi gelmezdi
то́лько не поду́май, что я отка́зываюсь — sakın aklına vazgeçtiğim gelmesin
э́того никто́ не ду́мает де́лать — hiç kimse bunu yapmayı aklına getirmez
дай, ду́маю, посмотрю — bir göreyim dedim
дай, ду́маю, немно́го пройду́сь — biraz dolaşayım dedim
2) (полагать, считать) sanmak; demekя ду́мал, что ты уе́хал / ушёл — seni gitti sandım
как ты ду́маешь? — ne dersin?
я ду́мал, что ему́ два́дцать (лет) — onu yirmisinde sandım
ду́маешь, я не по́нял? — anlamadım mı sandın?
я так и ду́мал — tahmin etmiştim
как ты ду́маешь, полу́чится / вы́йдет? — olur mu dersin?
не ду́маю — sanmam; şüpheli
кто бы тогда́ / в то вре́мя мог поду́мать, что... — o zamanlar kim derdi ki...3) разг. ( подозревать) şüphelenmekна кого́ ты ду́маешь? — kimden şüpheleniyorsun?
••я ду́маю! (конечно) — ona ne şüphe!
не до́лго ду́мая — bir iki demeden
ду́май, не ду́май - сто рубле́й не де́ньги — шутл. ne düşünüyorsun, binin yarısı beş yüz
-
49 заподозрить
kuşkulanmak,sanmak* * *сов.kuşkulanmak; sanmakзаподо́зренный в кра́же — hırsızlık yanığı sanılan
их никто́ не заподо́зрил — kimse onlardan kuşkulanmadı
-
50 sanmaa
[T sanmak, Az sanmak, Tk sanamak = count, from OT *san]: to consider, to believeA Concise Gagauz Dictionary with etymologies and Turkish, Azerbaijani and Turkmen cognates > sanmaa
-
51 imagine
v. hayal etmek, düşlemek, düşünmek, hayal kurmak, farzetmek, sanmak, kafasında canlandırmak, tasavvur etmek* * *hayal et* * *[i'mæ‹in]1) (to form a mental picture of (something): I can imagine how you felt.) anlamak2) (to see or hear etc (something which is not true or does not exist): Children often imagine that there are frightening animals under their beds; You're just imagining things!) hayal etmek/görmek3) (to think; to suppose: I imagine (that) he will be late.) sanmak, zannetmek, tahmin etmek•- imagination
- imaginative -
52 take
n. tutma, tutuş, tutulan balık miktarı, avalanan hayvan miktarı, alıntı, hasat, pay, tepki, reaksiyon, kabul etme (vücut), alınan taş————————v. almak, götürmek, tahammül etmek, tutmak, icap etmek, ele geçirmek, elde etmek, yakalamak, çıkarmak, karşılamak, atlatmak, etmek, hissetmek, yanmak, kazanmak, yapmak, ölçmek, kabul etmek, sanmak, çekmek [fot.], katlanmak, dayanmak, kaplamak, gerektirmek, tedavi etmek, etkili olmak, kabul edilmek, oltaya vurmak, tutuşmak* * *1. al (v.) 2. alıntı (n.)* * *[teik] 1. past tense - took; verb1) ((often with down, out etc) to reach out for and grasp, hold, lift, pull etc: He took my hand; He took the book down from the shelf; He opened the drawer and took out a gun; I've had a tooth taken out.) almak, tutmak2) ((often with away, in, off, out etc) to carry, conduct or lead to another place: I took the books (back) to the library; He's taking me with him; Take her into my office; The police took him away; I took the dog out for a walk; He took her out for dinner.) götürmek3) (to do or perform some action: I think I'll take a walk; Will you take a look?; to take a bath) (bir eylem) yapmak4) (to get, receive, buy, rent etc: I'm taking French lessons; I'll take three kilos of strawberries; We took a house in London.) almak, tutmak, v.s.5) ((sometimes with back) to agree to have; to accept; He took my advice; They refused to take responsibility; I won't take that (insult) from you!; I'm afraid we can't take back goods bought in a sale.) almak, katlanmak, kabul etmek6) (to need or require: How long does it take you to go home?; It takes time to do a difficult job like this.) gerektirmek, almak, çekmek7) (to travel by (bus etc): I'm taking the next train to London; I took a taxi.) binmek, binip... ile gitmek8) (to have enough space for: The car takes five people.) almak, yeri olmak9) (to make a note, record etc: He took a photograph of the castle; The nurse took the patient's temperature.) çekmek; ölçmek10) (to remove, use, occupy etc with or without permission: Someone's taken my coat; He took all my money.) çalmak, aşırmak11) (to consider (as an example): Take John for example.) düşünmek, ele almak12) (to capture or win: He took the first prize.) kazanmak13) ((often with away, from, off) to make less or smaller by a certain amount: Take (away) four from ten, and that leaves six.) çıkarmak14) (to suppose or think (that something is the case): Do you take me for an idiot?) sanmak, zannetmek15) (to eat or drink: Take these pills.) yemek, içmek16) (to conduct, lead or run; to be in charge or control of: Will you take the class/lecture/meeting this evening?) ders vermek, öğretmek, idare etmek17) (to consider or react or behave to (something) in a certain way: He took the news calmly.) karşılamak18) (to feel: He took pleasure/pride / a delight / an interest in his work.) hissetmek, duymak19) (to go down or go into (a road): Take the second road on the left.) gitmek, takip etmek2. noun1) (the amount of money taken in a shop etc; takings: What was the take today?) hasılat, kazanç2) (the filming of a single scene in a cinema film: After five takes, the director was satisfied.) çekim, sahne•- taker- takings
- take-away
- be taken up with
- be taken with/by
- take after
- take back
- take down
- take an examination/test
- take someone for
- take for
- take in
- take it from me that
- take it from me
- take it into one's head to
- take it into one's head
- take off
- take on
- take it out on
- take over
- take to
- take up
- take something upon oneself
- take upon oneself
- take something up with someone
- take up with someone
- take something up with
- take up with -
53 think
v. düşünmek, saymak, anmak, sanmak, tasavvur etmek, zannetmek, aklından geçirmek, planlamak* * *1. düşün (v.) 2. düşünce (n.)* * *[Ɵiŋk] 1. past tense, past participle - thought; verb1) ((often with about) to have or form ideas in one's mind: Can babies think?; I was thinking about my mother.) düşünmek2) (to have or form opinions in one's mind; to believe: He thinks (that) the world is flat; What do you think of his poem?; What do you think about his suggestion?; He thought me very stupid.) inanmak, sanmak,... olduğunu düşünmek3) (to intend or plan (to do something), usually without making a final decision: I must think what to do; I was thinking of/about going to London next week.) düşünmek, niyet etmek4) (to imagine or expect: I never thought to see you again; Little did he think that I would be there as well.) düşünmek, aklına gelmek2. noun(the act of thinking: Go and have a think about it.) düşünme- thinker- - thought-out
- think better of
- think highly, well, badly of
- think little of / not think much of
- think of
- think out
- think over
- think twice
- think up
- think the world of -
54 halten
halten <hält, hielt, gehalten, h>halten für -i … saymak; irrtümlich -i … sanmak;sich halten für kendini … sanmak;nach Süden halten güney yönünü tut(tur)mak;mehr nach links halten biraz daha sola doğru gitmek;viel (wenig) halten von -e çok (az) önem vermek;er war nicht zu halten o tutulacak gibi değildi2. v/r: sich halten sürmek, devam etmek; Essen bozulmamak; Richtung, Zustand korumak, muhafaza etmek;sich halten an (A) -e bel bağlamakhalten zu jemandem b-ni tutmak -
55 حسب
Iحَسَبَ1. addetmekAnlamı: saymak2. oranlamakAnlamı: ölçmek, hesaplamak, hesap etmek3. hesaplamakAnlamı: hesap işlemini yapmak, hesap etmek4. saymakAnlamı: sayısını bulmak5. zannetmekAnlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmakIIحَسِبَ1. addetmekAnlamı: saymak2. ölçümlemekAnlamı: takdir etmek3. zannetmekAnlamı: sanmak, bir şeyin olmuş olabileceğine daha çok inanmak -
56 suppose
zannetmek, sanmak, varsaymak; inanmak, sanmak; eger, farz edelim; bence... -se iyi olur -
57 kendi
1.kendin daha iyi bilirsin! — тебе́ видне́е!
bu işi kendin yapabilirsin — э́то ты мо́жешь сде́лать сам
kendi[si] — он сам
kendisine her şey anlatmalı — ну́жно всё объясни́ть ему́ самому́
kendine güveniyor — он наде́ется на [самого́] себя́
kendimiz — мы са́ми
kendimiz görmeliyiz — мы са́ми должны́ уви́деть
kendiniz — вы са́ми
kendiniz sebep oldunuz — вы са́ми ста́ли причи́ной
kendileri — они́ са́ми
2.kendiler evde yoklar mı? — что их сами́х нет до́ма?
свой, со́бственныйkendi evim — мой со́бственный дом
kendi işini kendisi yapsın — свою́ рабо́ту пусть он сам де́лает
••- kendini alamakkendi düşen ağlamaz — погов. упа́вший сам - не пла́чет
- kendini ateşe atmak
- kendini atmak
- kendini beğenmek
- kendini bırakmak
- kendini bilmek
- kendini bildim bileli
- kendini bir şey sanmak
- kendini bir yerde bulmak
- kendini bulmak
- kendini dar atmak
- kendi derdine düşmek
- kendini dinlemek
- kendini derhem derhem satmak
- kendinden geçmek
- kendine gelmek
- kendi göbeğini kendi kesmek
- kendi havasında gitmek
- kendi havasında olmak
- kendini kapıp koyvermek
- kendini kaptırmak
- kendini kaybetmek
- kendi kendine
- kendi kendine konuşmak
- kendi kendine yanma
- niçin böyle kendi kendine yürüyorsun?
- kendi kendini yemek
- kendi kuyusunu kendi kazamak
- kendini naza çekmek
- kendinde olmamak
- kendi payıma
- kendi payıma ben bu işi doğru bulmuyorum
- kendini sıkmak
- kendini tartmak
- kendini toparlamak
- kendini toplamak
- kendini tutmak
- kendini vermek
- kendi yağıyla kavrulmak
- kendine yedirememek
- kendine yontmak -
58 öz
родно́й сердцеви́на (ж) суть (ж) су́щность (ж)* * *I1) су́щность ( человека) самözünü dünyanın göbeği sanmak — счита́ть себя́ пу́пом земли́
2) суть, су́щность, квинтэссе́нция (чего-л.), содержа́ние (чего-л.)esas öz — основно́е содержа́ние
meselenin özü — су́щность / суть вопро́са
yeni bir öz vermek — напо́лнить но́вым содержа́нием
3) сок; кле́точный сокağacın özü — сок де́рева
meyvanın özü — сок фрукто́вых [расте́ний]
4) бот. сердцеви́на5) мед. сте́ржень [фуру́нкула]••- özü sözü yerinde II1) родно́й ( о родственниках)öz kardeş — родно́й брат; родна́я сестра́; единоутро́бный брат; единоутро́бная сестра́ разг.
ben onun öz dayısıyım — я его́ родно́й дя́дя
kendi öz çocukları gibi bakar — она́ смотре́ла за ни́ми, как за свои́ми детьми́
2) со́бственныйöz anlam — прямо́й смысл [сло́ва]
öz saygı — чу́вство со́бственного досто́инства; самооблада́ние
3) настоя́щий, натура́льный, чи́стыйöz Türkçe — со́бственно туре́цкий язы́к
4) физ. уде́льныйöz ısı — уде́льная теплоёмкость
IIIöz kütle — физ. уде́льная ма́сса
1) ре́чка, речу́шка, руче́й2) ма́ленькое о́зеро3) ме́стность, изоби́лующая водо́й -
59 sandırmak
-i, -e понуд. от sanmak -
60 аршин
arşın* * *м, уст.••ме́рить (всех) на свой арши́н — herkesi kendi gibi sanmak
сло́вно арши́н проглоти́л — kazık / baston yutmuş gibi
См. также в других словарях:
sanmak — saymak, sayılmak; sanmak, I, 68; I I, 28bkz: sak ış, sakmak, samak, sanamak … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
sanmak — nsz, ır 1) Bir şeyin olma veya olmama ihtimalini kabul etmekle birlikte, olabileceğine daha çok inanmak, zannetmek Sahiden hasta sanıyorlar, tebdilihava tavsiye ediyorlardı. S. F. Abasıyanık 2) Gibi gelmek, farz etmek Bu hareketimi tamamıyla… … Çağatay Osmanlı Sözlük
elifi mertek sanmak — çok cahil olmak Bir şişe görürsün, üstünde ilaç yazar. Benim gibi elifi mertek sanan takımdansan şurup sanır içersin, zehirlenir ölürsün. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
Karamürsel sepeti sanmak — bir kimse veya şeyi ufak, önemsiz saymak … Çağatay Osmanlı Sözlük
her gördüğü sakallıyı babası sanmak — şaka görünüşe aldanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
adam sanmak — karşısındakine olduğundan fazla değer verme yanlışına düşmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kendini bir şey sanmak — kendini olduğundan çok değerli görmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kendini matah sanmak — kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek Bunu kendini matah sanmış bir Batılı aydın olmanın kefareti olarak yaptığını söylemiş. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
canım dese canın çıksın diyor sanmak — birinin en gönül okşayıcı sözleri bile kendisine dokunmak, batmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir şey sanmak — bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak Tüccar deyince biz de onu bir şey sandık … Çağatay Osmanlı Sözlük
sanısına kapılmak — sanmak, zannetmek … Çağatay Osmanlı Sözlük