Перевод: с английского на турецкий

с турецкого на английский

kopmak

  • 1 break off

    kopmak, kırılmak, koparmak, bitmek, bozmak (nişan vb.)
    * * *
    kopar
    * * *
    (to stop: She broke off in the middle of a sentence.) durmak

    English-Turkish dictionary > break off

  • 2 come off

    kopmak; olmak, gerçeklesmek; basarmak, basarili olmak; (film, oyun, vb.) gösterimden çikarilmak, kalkmak

    English to Turkish dictionary > come off

  • 3 blow up

    şişirmek, havaya uçurmak, tahrip etmek, patlatmak, büyütmek [fot.], azarlamak, patlamak, havaya uçmak, infilak etmek, öfkelenmek, tepesi atmak, patlak vermek, kopmak (fırtına)
    * * *
    patlat
    * * *
    1) (to break into pieces, or be broken into pieces, by an explosion: The bridge blew up / was blown up.) patla(t)mak, havaya uç(ur)mak
    2) (to fill with air or a gas: He blew up the balloon.) şişirmek
    3) (to lose one's temper: If he says that again I'll blow up.) tepesi atmak

    English-Turkish dictionary > blow up

  • 4 break

    n. kırma, kırılma, kırık, çatlak; ara, mola, teneffüs; ani fiyat düşüşü, fırsat, solo bölüm (caz); gaf, pot, kaçma, firar, fren
    ————————
    v. kırmak, koparmak, bozdurmak, bozmak, kırılmak, parçalanmak, kopmak, patlamak; ara vermek; ağarmak, batmak; iflas etmek; fırlamak; yakın dövüşü bırakmak; çiğnemek; kaçmak, kesmek, ihlal etmek, uymamak, batırmak, çözmek, söylemek, yenmek, dalmak
    * * *
    1. kes 2. kır (v.) 3. aralık (n.)
    * * *
    [breik] 1. past tense - broke; verb
    1) (to divide into two or more parts (by force).) kırmak
    2) ((usually with off/away) to separate (a part) from the whole (by force).) parçalamak
    3) (to make or become unusable.) boz(ul)mak
    4) (to go against, or not act according to (the law etc): He broke his appointment at the last minute.) uymamak, karşı gelmek
    5) (to do better than (a sporting etc record).) kırmak, egale etmek
    6) (to interrupt: She broke her journey in London.) ara vermek, konaklamak
    7) (to put an end to: He broke the silence.) bozmak, ihlâl etmek
    8) (to make or become known: They gently broke the news of his death to his wife.) bildirmek, açıklamak
    9) ((of a boy's voice) to fall in pitch.) kalınlaşmak, erkekleşmek
    10) (to soften the effect of (a fall, the force of the wind etc).) etkisini azaltmak
    11) (to begin: The storm broke before they reached shelter.) patlamak, çıkmak
    2. noun
    1) (a pause: a break in the conversation.) ara, mola, teneffüs
    2) (a change: a break in the weather.) değişme
    3) (an opening.) kırık, çatlak, aralık
    4) (a chance or piece of (good or bad) luck: This is your big break.) fırsat, şans
    3. noun
    ((usually in plural) something likely to break.) kırılacak eşya
    - breaker
    - breakdown
    - break-in
    - breakneck
    - breakout
    - breakthrough
    - breakwater
    - break away
    - break down
    - break into
    - break in
    - break loose
    - break off
    - break out
    - break out in
    - break the ice
    - break up
    - make a break for it

    English-Turkish dictionary > break

  • 5 cave

    interj. dikkat, aman ha, sakın ha
    ————————
    n. mağara, in; siyasi partiden kopma, siyasi partiden kopan grup
    ————————
    v. kazmak, oymak, açmak; çökmek, yıkılmak, batmak; pes etmek, boyun eğmek; partiden kopmak
    * * *
    mağara
    * * *
    [keiv]
    (a large natural hollow in rock or in the earth: The children explored the caves.) mağara
    - cave in

    English-Turkish dictionary > cave

  • 6 come off

    çıkmak, kopmak, dökülmek, olmak, meydana gelmek, elde etmek
    * * *
    kop
    * * *
    1) (to fall off: Her shoe came off.) çözülmek, yerinden çıkmak, düşmek
    2) (to turn out (well); to succeed: The gamble didn't come off.) başarılı olmak

    English-Turkish dictionary > come off

  • 7 come unstuck

    gevşemek, ayrılmak, başarısız olmak, yanılmak, suya düşmek
    * * *
    1) (to stop sticking: The label has come unstuck.) kopmak, ayrılmak
    2) (to fail: Our plans have come unstuck.) başarısızlığa uğramak

    English-Turkish dictionary > come unstuck

  • 8 detach

    v. çözmek, ayırmak, sökmek, çıkmak, kopmak; özel görevlendirmek
    * * *
    ayır
    * * *
    [di'tæ ]
    (to unfasten or remove (from): I detached the bottom part of the form and sent it back.) ayırmak
    - detached
    - detachment

    English-Turkish dictionary > detach

  • 9 dread

    adj. berbat, iğrenç, kötü
    ————————
    n. korku, dehşet, korkulan şey, ürkütücü şey
    ————————
    v. korkmak, ödü kopmak, ürkmek; korkuyla beklemek; çekinmek
    * * *
    1. kork (v.) 2. korku (n.) 3. korkuyla bekle (v.) 4. dehşet (n.)
    * * *
    [dred] 1. noun
    (great fear: She lives in dread of her child being drowned in the canal; His voice was husky with dread.) dehşet, büyük korku
    2. verb
    (to fear greatly: We were dreading his arrival.) çok korkmak, ödü patlamak
    - dreadfulness
    - dreadfully

    English-Turkish dictionary > dread

  • 10 drop off

    v. düşmek, azalmak, gerilemek, eksilmek, uyuyakalmak, uykuya dalmak, boşaltmak, indirmek
    * * *
    azalt
    * * *
    1) (to become separated or fall off: The door-handle dropped off; This button dropped off your coat.) kopmak, düşmek
    2) (to fall asleep: I was so tired I dropped off in front of the television.) uyuya kalmak, içi geçmek
    3) (to allow to get off a vehicle: Drop me off at the corner.) indirmek, bırakmak

    English-Turkish dictionary > drop off

  • 11 part

    adj. kısmi, kısmen
    ————————
    n. ayrım, parça, bölüm, semt, taraf, pay, fragman, katkı, kısım, kesim, rol, görev, yedek parça, fasıl
    ————————
    pref. yarı, kısmen
    ————————
    v. ayırmak, tarakla ayırmak, ayrılmak, kopmak, elden çıkarmak
    * * *
    1. kısım 2. ayır (v.) 3. parça (n.)
    * * *
    1. noun
    1) (something which, together with other things, makes a whole; a piece: We spent part of the time at home and part at the seaside.) kısım, bölüm
    2) (an equal division: He divided the cake into three parts.) parça, bölüm, kısım
    3) (a character in a play etc: She played the part of the queen.) rol
    4) (the words, actions etc of a character in a play etc: He learned his part quickly.) rol (sözleri)
    5) (in music, the notes to be played or sung by a particular instrument or voice: the violin part.) kısım, pasaj
    6) (a person's share, responsibility etc in doing something: He played a great part in the government's decision.) pay, hisse, rol
    2. verb
    (to separate; to divide: They parted (from each other) at the gate.) ayırmak, ayrılmak
    - partly
    - part-time
    - in part
    - part company
    - part of speech
    - part with
    - take in good part
    - take someone's part
    - take part in

    English-Turkish dictionary > part

  • 12 rupture

    n. kırılma, kopma, yırtık, çatlak, fıtık, kopukluk, uyuşmazlık, ilişkilerin kesilmesi, bozukluk
    ————————
    v. koparmak, kırmak, ilişkisini kesmek, kopmak, parçalanmak, fıtık olmak
    * * *
    1. kopma 2. rüptür 3. kopar (v.) 4. kopma (n.)
    * * *
    1. noun
    (a tearing or breaking.) patlama, yırtılma
    2. verb
    (to break or tear.) patlatmak, yırtmak

    English-Turkish dictionary > rupture

  • 13 separate

    adj. ayrı, müstakil, bireysel, ferdi, ayrık, tek başına olan
    ————————
    n. ayırma işareti
    ————————
    v. ayırmak, bölmek, dağılmak, ayırt etmek, ayrıştırmak, kaymağını almak, ayrılmak, ayrı yaşamak, ayrışmak, kopmak, çıkmak
    * * *
    1. ayır (v.) 2. ayrı (adj.)
    * * *
    1. ['sepəreit] verb
    1) ((sometimes with into or from) to place, take, keep or force apart: He separated the money into two piles; A policeman tried to separate the men who were fighting.) ayırmak
    2) (to go in different directions: We all walked along together and separated at the cross-roads.) ayrılmak
    3) ((of a husband and wife) to start living apart from each other by choice.) ayrılmak
    2. [-rət] adjective
    1) (divided; not joined: He sawed the wood into four separate pieces; The garage is separate from the house.) ayrı
    2) (different or distinct: This happened on two separate occasions; I like to keep my job and my home life separate.) ayrı, değişik
    - separable
    - separately
    - separates
    - separation
    - separatist
    - separatism
    - separate off
    - separate out
    - separate up

    English-Turkish dictionary > separate

  • 14 sever

    v. ayırmak, bölmek, kesmek, yarmak, paylaştırmak, ayrılmak, kopmak
    * * *
    ayır
    * * *
    ['sevə]
    1) (to put an end to: He severed relations with his family.) son vermek
    2) (to cut or break off: His arm was severed in the accident.) koparmak

    English-Turkish dictionary > sever

  • 15 snap

    adj. anlık, ani, şipşak, beklenmedik, sürpriz, çat çat eden, çatırdayan
    ————————
    adv. çat diye, birden
    ————————
    interj. çat, şak
    ————————
    n. ısırma, kopma, çat sesi, kopça, çıtçıt, anlık şey, ani şey, kolay iş, enerji, gayret, şipşak fotoğraf, zencefilli bisküvi, çarpma sesi
    ————————
    v. ısırmaya çalışmak, ısırmak, havada kapmak, kopmak, kırılmak, şaklamak, çatırdamak, çarparak kapamak, şipşak fotoğraf çekmek, kırmak, koparmak, şıklatmak, şaklatmak, patlamak, pat diye söylemek, terslemek, çıkışmak, içindekilerle satın almak
    * * *
    1. kap (v.) 2. parmak şıklatma (n.)
    * * *
    [snæp] 1. past tense, past participle - snapped; verb
    1) ((with at) to make a biting movement, to try to grasp with the teeth: The dog snapped at his ankles.) kapmak
    2) (to break with a sudden sharp noise: He snapped the stick in half; The handle of the cup snapped off.) kır(ıl)mak
    3) (to (cause to) make a sudden sharp noise, in moving etc: The lid snapped shut.) birdenbire...-mek
    4) (to speak in a sharp especially angry way: `Mind your own business!' he snapped.) terslemek
    5) (to take a photograph of: He snapped the children playing in the garden.) şipşak resim çekmek
    2. noun
    1) ((the noise of) an act of snapping: There was a loud snap as his pencil broke.) kırılma sesi
    2) (a photograph; a snapshot: He wanted to show us his holiday snaps.) şipşak resim
    3) (a kind of simple card game: They were playing snap.) bastı (oyunu)
    3. adjective
    (done, made etc quickly: a snap decision.) çabuk, aceleye getirilen
    - snappily
    - snappiness
    - snapshot
    - snap one's fingers
    - snap up

    English-Turkish dictionary > snap

  • 16 split

    adj. çatlamış, yarık, çatlak, kırık, ayrık, ayrılmış
    ————————
    n. yarık, yarma, yarılma, çatlama, kırılma, kopma, parçalanma, ayrılma, bozuşma, boşanma, bölünme, yarım parça, yarım şişe içecek, muhbir, ispiyoncu, hafiye, dondurmalı tatlı
    ————————
    v. yarmak, paylaştırmak, bölüştürmek, bölmek, parçalamak, ayırmak, kırmak, yıkmak, mahvetmek, çatlatmak, bölünmek, ayrılmak, kopmak, parçalanmak, çatlamak, paylaşmak, bölüşmek, titizlenmek, kılı kırk yarmak, ince eleyip sık dokumak, gülmekten yarılmak, katıla katıla gülmek, defolup gitmek, çekip gitmek
    * * *
    1. yar (v.) 2. yarık (n.) 3. yarıl
    * * *
    [split] 1. verb
    present participle splitting: past tense, past participle split)
    1) (to cut or (cause to) break lengthwise: to split firewood; The skirt split all the way down the back seam.) yar(ıl)mak
    2) (to divide or (cause to) disagree: The dispute split the workers into two opposing groups.) bölmek, parçalamak
    2. noun
    (a crack or break: There was a split in one of the sides of the box.) yarık, çatlak
    - split second
    - splitting headache
    - the splits

    English-Turkish dictionary > split

  • 17 tear

    n. camdaki defo, yırtık, yarık
    ————————
    v. yırtmak, koparmak, yarmak, yolmak, paralamak, yırtılmak, yarılmak, kopmak, hırpalanmak, fırlamak, hızla koşmak
    * * *
    1. yırt (v.) 2. gözyaşı (n.)
    * * *
    I [tiə] noun
    (a drop of liquid coming from the eye, as a result of emotion (especially sadness) or because something (eg smoke) has irritated it: tears of joy/laughter/rage.) göz yaşı
    - tearfully
    - tearfulness
    - tear gas
    - tear-stained
    - in tears
    II 1. [teə] past tense - tore; verb
    1) ((sometimes with off etc) to make a split or hole in (something), intentionally or unintentionally, with a sudden or violent pulling action, or to remove (something) from its position by such an action or movement: He tore the photograph into pieces; You've torn a hole in your jacket; I tore the picture out of a magazine.) yırtmak
    2) (to become torn: Newspapers tear easily.) yırtılmak
    3) (to rush: He tore along the road.) fırlayıp gitmek
    2. noun
    (a hole or split made by tearing: There's a tear in my dress.) yırtık
    - be torn between one thing and another
    - be torn between
    - tear oneself away
    - tear away
    - tear one's hair
    - tear up

    English-Turkish dictionary > tear

  • 18 be frightened to death

    v. ödü kopmak

    English-Turkish dictionary > be frightened to death

  • 19 be scared of

    v. korkmak, ödü patlamak, ödü kopmak

    English-Turkish dictionary > be scared of

  • 20 be terrified

    ödü kopmak

    English-Turkish dictionary > be terrified

См. также в других словарях:

  • kopmak — kopmak, gelmek; kalkmak; ba şlamak, çıkmak; baş kaldırmak I, 88, 97, 104, 120, 142, 234, 258; II, 4; III, 128, 137, 367 …   Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini

  • kopmak — nsz, ar 1) Herhangi bir yerinden ikiye ayrılmak Tel koptu. İp koptu. 2) Yerinden ayrılmak Cezvenin sapı kopmuş. Düğme koptu. 3) Gövdeden ayrılmak Ağacın dalları fırtınada koptu. Savaşta bacağı kopmuş. 4) mec. Birdenbire gürültülü veya tehlikeli… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kahkaha tufanı kopmak — birdenbire toplu olarak kahkaha atmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kızılca kıyamet kopmak — kavga, gürültü olmak Bunlardan herhangi birisinin hizmetine girse kızılca kıyamet asıl o zaman kopar. Y. K. Beyatlı …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • pandomim kopmak — izleyenler için eğlendirici bir kavga çıkmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • velvele kopmak — büyük gürültü çıkmak Kıyamet kopar gibi bir velvele koptu, bütün ordu surların üstüne atıldı. Y. K. Beyatlı …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • alkış kopmak — birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çıngar kopmak — gürültü, kavga çıkmak Bu son rolü, ihtiyaten, büyük çıngarın kopacağı güne sakladı. N. Araz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dananın kuyruğu kopmak — beklenen veya korkulan sonuç gerçekleşmek İstediğimiz parayı vermezse işte o zaman dananın kuyruğu kopar. Y. Kemal …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kıyamet kopmak — 1) kıyamet günü gelmek 2) mec. bir yerde çok gürültü ve telaş olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ödü kopmak (veya patlamak) — çok korkmak Benim at sineği ile hamam böceğinden ödüm kopar. Ö. Seyfettin …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»