-
1 wreck
n. enkaz, harabe, yıkıntı, gemi enkazı, kaza, harap olma, mahvolma, yıkılma, suya düşme————————v. kaza yaptırmak, mahvetmek, rezil etmek, bozmak, haşat etmek, kaza yapmak, karaya oturtmak, hasara uğratmak, baltalamak, suya düşürmek* * *1. zarar ver (v.) 2. enkaz (n.)* * *[rek] 1. noun1) (a very badly damaged ship: The divers found a wreck on the sea-bed.) gemi enkazı2) (something in a very bad condition: an old wreck of a car; I feel a wreck after cleaning the house.) enkaz3) (the destruction of a ship at sea: The wreck of the Royal George.) gemi kazası2. verb(to destroy or damage very badly: The ship was wrecked on rocks in a storm; My son has wrecked my car; You have wrecked my plans.) enkaza çevirmek, hasara uğratmak- wreckage -
2 выдавать
vermek,teslim etmek,dağıtmak; ele vermek; iade etmek,geri vermek; gibi göstermek; üretmek* * *несов.; сов. - вы́дать1) vermek; teslim etmek ( вручать владельцу); dağıtmak ( распределять); kesmek (билет, квитанцию)вы́дать о́рдер на аре́ст — tevkif müzekkeresi kesmek
2) ele vermek; dile vermek ( разглашать)его́ вы́дал преда́тель — onu bir hain ele verdi
её вы́дал го́лос — onu sesi ele verdi
выдава́ть секре́т — sır vermek
он сам себя́ вы́дал — kendi ağzıyla tutuldu
3) ( передавать) iade etmek, geri vermekвыдава́ть престу́пников (другому государству) — suçluları iade etmek
4) (за кого-что-л.) diye tanıtmak; gibi / olarak satmak; gibi göstermekон вы́дал себя́ за врача́ — kendini doktor diye tanıttı
он выдаёт себя́ за врача́ — kendini doktor gibi satar
они́ выдаю́т э́то за кру́пный успе́х — bunu büyük bir başarı gibi gösteriyorlar
э́тот факт вы́дали за несча́стный слу́чай — bu olaya kaza süsü verdiler
выдава́ть чёрное за бе́лое — karayı ak göstermek
5) (добывать, производить) çıkarmak, üretmekско́лько он выдаёт за сме́ну? — bir vardiyalık üretimi ne kadar?
6) разг. ( ругать) veriştirmek7) ( замуж) vermekза кого́ он вы́дал дочь? — kızını kime verdi?
-
3 bauen
1. v/t <h> (errichten) yapmak; kurmak; inşa etmek; (herstellen) yapmak; imal etmek; üretmek; TECH monte etmek;(verursachen) einen Unfall bauen kaza yapmak -
4 fordern
fordern ['fɔrdɐn]vtder Unfall forderte fünf Menschenleben kaza beş kişinin canını aldı2) ( zum Duell) davet etmek -
5 crash
n. gürültü, çatırtı; parçalanma; kaza; iflas; yoğun kurs————————v. kırılmak, parçalanmak, gürültüyle düşmek; gürültü etmek; batmak, iflas etmek; düşmek; çarpmak; davetsiz olarak gitmek; sabahlamak* * *1. arıza (n.) 2. çarp (v.) 3. çatırtı (n.)* * *[kræʃ] 1. noun1) (a noise as of heavy things breaking or falling on something hard: I heard a crash, and looked round to see that he'd dropped all the plates.) şangırtı, gümbürtü2) (a collision: There was a crash involving three cars.) taşıt/trafik kazası3) (a failure of a business etc: the Wall Street crash.) iflâs4) (a sudden failure of a computer: A computer crash is very costly.) arıza yapma, çökme2. verb1) (to (cause to) fall with a loud noise: The glass crashed to the floor.) gürültüyle kır(ıl)mak, parçala(n)mak2) (to drive or be driven violently (against, into): He crashed (his car); His car crashed into a wall.) çarpmak3) ((of aircraft) to land or be landed in such a way as to be damaged or destroyed: His plane crashed in the mountains.) çakılmak4) ((of a business) to fail.) çökmek5) (to force one's way noisily (through, into): He crashed through the undergrowth.) paldır küldür girmek6) ((of a computer) to stop working suddenly: If the computer crashes, we may lose all our files.) arıza yapmak, çökmek3. adjective(rapid and concentrated: a crash course in computer technology.) yoğun- crash-land -
6 smash
adv. gürültüyle, şangır şungur, şangırtı ile————————interj. şangır şungur, şangır————————n. şangırtı, çatırtı, parçalanma, kırılma, çarpışma, kaza, iflas, başarı, buzlu konyak————————v. parçalamak, mahvetmek, yenmek, ezmek, vurmak, sert vurmak, paramparça olmak, parçalanmak, çarpmak, çakılmak, iflas etmek, mahvolmak, bozguna uğramak* * *1. parça parça et (v.) 2. kırılma (n.)* * *[smæʃ] 1. verb1) ((sometimes with up) to (cause to) break in pieces or be ruined: The plate dropped on the floor and smashed into little pieces; This unexpected news had smashed all his hopes; He had an accident and smashed up his car.) parça parça olmak/etmek2) (to strike with great force; to crash: The car smashed into a lamp-post.) şiddetle vurmak/çarpmak2. noun1) ((the sound of) a breakage; a crash: A plate fell to the ground with a smash; There has been a bad car smash.) kırılma2) (a strong blow: He gave his opponent a smash on the jaw.) şiddetli darbe3) (in tennis etc, a hard downward shot.) küt inme•- smashing- smash hit -
7 crash
(araba, vb.) gürültüyle çarpmak; çarptirmak; düsmek; düsürmek; iflas etmek, top atmak; paldir küldür gitmek, hareket etmek, çatirti, gürültü; (uçak, otomobil, vb.) kaza; batki, iflas,acele, ivedi, hizli, hizlandirilmis -
8 исключать
несов.; сов. - исключи́ть1) çıkarmak; ihraç etmek; kaydını silmek; kayıttan düşmek ( из списков)он исключён из шко́лы — okuldan tardedildi
он исключён из спи́сков — onun kaydı silindi
из второ́го изда́ния расска́з был исключён — ikinci baskıdan bu öykü çıkarılmıştı
он исключён из (чле́нов) о́бщества — dernek üyeliğinden çıkarıldı
2) (устранять, не допускать) kaldırmak; yer vermemek; dışlamakисключи́ть войну́ из жи́зни о́бщества — savaşı toplumun yaşamından kaldırmak / silmek
э́та ме́ра исключа́ет возмо́жность пожа́ра — bu önlem yangın (çıkması) ihtimalini olanaksız kılıyor
я исключа́ю таку́ю вероя́тность — bu ihtimali olanaksız görüyorum
возмо́жность несча́стного слу́чая не исключена́ — kaza ihtimali yok değil
одно́ друго́го не исключа́ет — biri öbürünü dışta bırakmaz
гипо́теза не исключа́ет и э́того — bu varsayım bunu da dışlamıyor
э́то исключено́ — bu, olanak dışıdır
-
9 pile up
birikmek, yığmak, karaya oturtmak, kayalara çarpmak, haşat etmek, karaya oturmak, kaza yapmak, bindirmek* * *biriktir* * *(to make or become a pile; to accumulate: He piled up the earth at the end of the garden; The rubbish piled up in the kitchen.) yığ(ıl)mak, birik(tir)mek -
10 krachen
viauf dieser Autobahn kracht es dauernd ( fam) bu otobanda sürekli kaza oluyor; -
11 قضاء
قَضَاء1. kırışmakAnlamı: yok etmek, öldürmek2. kararAnlamı: tartışılarak verilen kesin yargı3. karşılıkAnlamı: cevap, yanıt4. bütünlemeAnlamı: tamamlama, ikmal5. fermanAnlamı: buyruk, emir6. ilçeAnlamı: kaymakamlık, kaza7. hakemlikAnlamı: hakemin görevi, yargıcılık8. imhaAnlamı: ortadan kaldırma9. kahırAnlamı: yok etme, mahvetme
См. также в других словарях:
kaza etmek — din b. vaktinde kılınmayan namazı, tutulmayan orucu dinî kurallara uygun olarak sonradan yerine getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kaza — is., Ar. ḳażāˀ 1) Can veya mal kaybına, zararına neden olan kötü olay Tren kazası. 2) İlçe, kaymakamlık Kazada mektepli dişçi olmadığı için onu vilayete götürdüm. R. N. Güntekin 3) din b. Vaktinde kılınmayan namazı veya tutulmayan orucu sonradan… … Çağatay Osmanlı Sözlük
KAZA — Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ. * Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak. * Allah ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. * Hâkimlik, hâkimin hükmü. * İstemeden yapılan zarar. * Hükmeylemek, hüküm. * Bir şeyi birbirine lâzım… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
TEGAVVUT — Kazâ i hâcet etmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Deep state — The Deep state (Turkish: derin devlet) is alleged to be a group of influential anti democratic coalitions within the Turkish political system, composed of high level elements within the intelligence services (domestic and foreign), Turkish… … Wikipedia
el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Müslüm Gürses — (* 7. Mai 1953 in Fıstıközü, Provinz Şanlıurfa; bürgerlich Müslüm Akbaş) ist ein türkischer Schauspieler und Sänger. Seine Lieder werden zur Musikrichtung des Arabeske gezählt, wobei sich jedoch auch zahlreiche türkische klassische und… … Deutsch Wikipedia
sigorta — is., İt. sicurta 1) Bir şeyin veya bir kimsenin herhangi bir yönden ileride karşılaşabileceği zararı gidermek için önceden ödenen prim karşılığında bu işle uğraşan kuruluşla yapılan iki taraflı bağlantı sözleşmesi İsveç te çok sağlam bir sigorta… … Çağatay Osmanlı Sözlük