iii

v t

1 à un usage ayırmak

◊

affecter une somme d'argent à la construction — bir para tutarını inşaata ayırmak

2 à un poste görevlendirmek

◊

affecter un employé à un autre service — bir memuru başka bir hizmette görevlendirmek

v t

émouvoir duygulanmak

◊

Sa disparition nous a beaucoup affectés. — Kaybından ötürü çok duygulandık.

v t

simuler görünmek

◊

affecter l'indifférence — ilgisiz görünmek

n m

1 hava [ha'va]

◊

l'air marin — deniz havası

◊

prendre l'air — hava almak

2 en l'air

a yukarıya

◊

regarder en l'air — havaya bakmak

b dağıtmak

◊

mettre tout en l'air — herşeyi dağıtmak

c boş yere

◊

faire des promesses en l'air — boş yere söz vermek

3 en plein air açık havada

◊

cinéma en plein air — açık hava sineması

n m

hava [ha'va]

◊

avoir un drôle d'air — tuhaf bir havası olmak

◊

un air de famille — aile havası

♦ avoir l'air benzemek

◊

Elle a l'air gentille. — İyi bir kıza benziyor.

n m

mus arya

◊

un air d'opéra — opera aryası

v i

1 se déplacer gitmek

◊

aller à la gare à pied — istasyona yürüyerek gitmem

2 partir pour gitmek

◊

aller travailler — işe gitmek

◊

aller chercher les enfants à l'école — çocukları okuldan almaya gitmek

3 mener götürmek

◊

Ce chemin va au village. — Bu yol köye götürür.

4 İyi veya kötü olmak

◊

Comment allez-vous ? — Nasılsınız ?

◊

Ça va. — İyiyim.

◊

Il va mieux. — Kendisi daha iyi.

5 convenir uymak

◊

Cette couleur ne lui va pas. — Bu renk ona uymuyor.

v aux

gelecek zamanla ilgili

◊

Il va arriver d'une minute à l'autre. — Nerdeyse gelir.

◊

Il va pleuvoir. — Yağmur yağacak.

n m

1 trajet gidiş [ɟi'diʃ]

◊

J'ai voyagé debout à l'aller. — Gidişte ayakta yolculuk ettim.

2 billet gidiş bileti

◊

un aller simple — gidiş bileti

♦ un aller (et) retour gidiş dönüş bileti

1 dans le temps geri [ɟe'ɾi]

◊

retour en arrière — geri dönmek

2 dans l'espace arka [aɾ'ka]

◊

rester en arrière — arkada kalmak

n m

geri [ɟe'ɾi]

◊

l'arrière du train — trenin gerisi

adj inv

arka [aɾ'ka]

◊

les feux arrière d'une voiture — otomobilin arka lambaları

1 temps önce ['œnʤe]

◊

avant la tombée de la nuit — gün batmadan önce

◊

arriver avant les autres — öbürlerinden önce varmak

◊

avant de venir — gelmeden önce

◊

avant que qqn (n')arrive — biri gelmeden önce

2 espace -den önce

◊

Tournez à gauche avant le carrefour. — Dörtyola gelmeden önce sola dönünüz !

3 avant tout herşeyden önce

◊

Il faut avant tout les avertir. — Herşeyden önce onlara haber vermeli.

1 plus tôt önce ['œnʤe]

◊

deux heures avant — iki saat önce

2 dans l'espace önce ['œnʤe]

◊

La poste est juste avant. — Postane hemen önce.

3 en avant öne

◊

se pencher en avant — öne eğilmek

n m

1 partie antérieure ön [œn]

◊

l'avant d'une voiture — otomobilin önü

2 aller de l'avant ilerlemek

adj inv

ön [œn]

◊

les roues avant — ön tekerlekler

v t

1 sahip olmak

◊

avoir un chien — bir köpeği olmak

◊

avoir de l'argent — parası olmak

◊

avoir de la chance — talihli olmak

2 caractéristique bir özelliği olmak

◊

avoir les yeux bleus — mavi gözlü olmak

◊

avoir vingt ans — yirmi yaşında olmak

3 bir şey hissetmek

◊

avoir faim — aç olmak

4 fam aldatmak

◊

Je t'ai bien eu ! — Sana oyun oynadım !

5 avoir à (avec inf.) bir şeyi yapmak zorunda olmak

◊

J'ai à te parler. — Seninle konuşmam gerek.

6 en avoir après / contre birine kızmak

◊

J'en ai vraiment après lui ! — Gerçekten kızıyorum ona !

v aux

yapma, etme fiilinin geçmişinde kullanılır

◊

Je les ai entendus. — Onları duydum.

v impers

1 il y a var

◊

Il y a plusieurs possibilités. — Birçok olasılık var.

2 il y a bir kaç zamandır

◊

Elle est arrivée en France il y a six mois. — Fransa'ya altı ay önce geldi.

3 qu'est-ce qu'il y a ? fam ne var ? ne oluyor ?

4 il n'y a qu'à fam yap olsun

◊

Il n'y a qu'à lui demander s'il vient. — Gelip gelmeyeceğini sormaktan başka çözüm yok.

5 il n'y a pas de quoi bir şey değil

n m

crédit alacak [aɫa'ʤak]

◊

un avoir de 20 euros — yirmi euroluk bir alacak

n f

géogr koy [koj]

n f

fruit küçük taneli meyve

n f

ouverture bir duvarda kapı, pencere açıklığı

◊

une baie vitrée — büyük pencereli duvar

1 alçak [aɫ'ʧak]

◊

table basse — alçak masa

◊

marée basse — cezir

◊

des prix bas — düşük fiyatlar

♦ enfant en bas âge küçük çocuk

2 alçak [aɫ'ʧak]

◊

parler à voix basse — alçak sesle konuşmak

3 lâche alçakça

◊

des actions basses — alçakça eylemler

1 à une faible hauteur alçaktan

◊

Les oiseaux volent bas. — Kuşlar alçaktan uçar.

2 alçak sesle

◊

parler bas — alçak sesle konuşmak

3 en bas aşağıya

◊

aller en bas — aşağıya gitmek

♦ en bas de aşağısında

◊

en bas de l'escalier — merdivenin aşağısında

♦ à bas ! kahrolsun !

◊

À bas le racisme ! — Kahrolsun ırkçılık !

n m

alt [aɫt]

◊

le bas du visage — yüzün alt kısmı

n m

vêtement çorap [ʧo'ɾap]

◊

une paire de bas — bir çift çorap

n m

d'une porte kapı kanadı

1 une pluie battante sağnak yağmur

2 le cœur battant çarpıntılı yürek

n m f

fam girişken [ɟiɾiʃ'cen]

◊

C'est une battante ! — Girişken bir kadındır o !

(beau devient "bel" devant les n. masc. au singulier commençant par une voyelle ou un "h" muet) (pl beaux,),

1 il fait beau hava güzel

2 avoir beau faire qqch boşuna uğraşmak

◊

J'ai beau lui dire, il s'en moque. — İstediğim kadar söyleyeyim, umursamıyor.

n m

güzellik [ɟyzel'lic]

◊

le culte du beau — güzelliğe tapma

(pl belles)

1 qui plaît güzel, yakışıklı [jakɯʃɯk'ɫɯ]

◊

un bel homme — yakışıklı bir erkek

◊

une belle musique — güzel bir müzik

2 réussi, agréable güzel [ɟy'zel]

◊

un beau voyage — güzel bir yolculuk

◊

un beau temps — güzel bir hava

3 grand büyük [by'jyc]

◊

une belle somme — büyük para

n f

jeu oyunda uzatma süresi

◊

faire la belle — uzatmayı oynamak

voir beau

1 convenablement iyi [i'ji]

◊

bien travailler — iyi çalışmak

◊

Tu vas bien ? — İyi misin ?

2 très, beaucoup çok [ʧok]

◊

servir bien frais — çok soğuk servis yapın

◊

bien s'amuser — güzel eğlenmek

3 gerçekten ['ɟeɾʧecten]

◊

Il arrive bien demain ? — Gerçekten mi yarın geliyor ?

4 vouloir bien kabul

◊

Je veux bien t'aider. — Sana yardım etmeyi kabul ediyorum.

1 satisfaisant iyi [i'ji]

◊

Le film était bien. — Film iyiydi.

2 en forme iyi [i'ji]

◊

se sentir bien — kendini iyi hissetmek

3 à l'aise hoş [hoʃ]

◊

On est bien chez toi. — Senin evinde insan kendini hoş hissediyor.

4 être bien avec qqn biriyle iyi anlaşmak

5 hoş [hoʃ]

◊

Ce n'est pas bien de mentir. — Yalan söylemek hoş değil.

6 güzel [ɟy'zel]

◊

Il est encore bien pour son âge. — Yaşına göre hâlâ yakışıklı.

n m

1 moral iyilik [iji'lic]

◊

le bien et le mal — iyilikle kötülük

2 bienfait iyilik [iji'lic]

◊

vouloir du bien à qqn — birinin iyiliğini istemek

◊

Ce médicament m'a fait du bien. — Bu ilaç bana iyi geliyor.

◊

dire du bien de qqn — birinden iyi sözetmek

3 richesse, propriété mal mülk

◊

avoir des biens — malı mülkü olmak

isabetli [isaːbet'li]

◊

Cet argent est bienvenu. — Bu para isabetli oldu.

n m f

hoş gelen

◊

Soyez la bienvenue chez nous ! — Hoşgeldiniz !

n f

1 accueil hoşgeldiniz demek

◊

souhaiter la bienvenue à qqn — birini hoşgeldiniz demek

2 hoşgeldiniz

◊

Bienvenue en France ! — Fransa'ya hoşgeldiniz !

sarışın [saɾɯ'ʃɯn]

◊

être blond — sarışın olmak

n m f

sarışın [saɾɯ'ʃɯn]

◊

un blond aux yeux bleus — mavi gözlü bir sarışın

n m

sarı [sa'ɾɯ]

◊

teindre ses cheveux en blond — saçlarını sarıya boyatmak

1 qui convient iyi [i'ji]

◊

une bonne idée — iyi bir fikir

◊

être bon pour la santé — sağlığa iyi gelmek

2 réussi güzel [ɟy'zel]

◊

Le repas était très bon. — Yemek çok güzeldi.

◊

de bonnes vacances — güzel bir tatil

◊

Bon anniversaire ! — Güzel bir yaşgünü olsun !

◊

Bonne année ! — Güzel bir yıl dilerim !

3 gentil, charitable iyi [i'ji]

◊

être bon avec qqn — birine iyi davranmak

◊

faire une bonne action — hayırlı bir iş yapmak

4 compétent iyi [i'ji]

◊

un bon médecin — iyi bir doktor

◊

être bon en dessin — iyi resim çizmek

5 c'est bon ! Yeter !

6 grand -den az olmayan

◊

trois bons kilomètres — üç kilometreden az değil

7 pour de bon kesin olarak

◊

Il est parti pour de bon. — Dönmemecesine gitti.

1 sentir bon hoş kokulu

2 il fait bon buranın ısısı hoş

n m

1 gentil iyi insan

◊

les bons contre les méchants — iyiler kötülere karşı

2 avoir du bon iyi yanları olmak

n m

geçici makbuz

◊

un bon de commande — sipariş mektubu

qui bénéficie d'une bourse burslu [buɾs'ɫu]

◊

étudiant boursier — burslu öğrenci

n m f

burslu [buɾs'ɫu]

fin borsayla ilgili

◊

des opérations boursières — borsa işlemleri

qui bénéficie d'une bourse burslu [buɾs'ɫu]

◊

étudiant boursier — burslu öğrenci

n m f

burslu [buɾs'ɫu]

fin borsayla ilgili

◊

des opérations boursières — borsa işlemleri

1 marron kahverenginde, boz [boz]

◊

un ours brun — bozayı

2 cheveux kestane saçlı

◊

Il est brun. — O esmer.

n m f

kestane saçlı

◊

une grande brune — uzun boylu kestane saçlı bir bayan

n m

kahverengi [kah'veɾenɟi]

yüz yaşını aşmış

◊

un arbre centenaire — yüz yaşını aşmış bir ağaç

n m/f

yüz yaşını aşmış

n m

yüzüncü yıldönümü

◊

célébrer le centenaire d'un écrivain — bir yazarın yüzüncü yıldönümünü kutlamak

yüzüncü

◊

le centième épisode — yüzüncü bölüm

◊

arriver centième — yüzüncü olmak

n m/f

yüzüncü

◊

Vous êtes la centième sur la liste. — Bayan, listede yüzüncü sıradasınız.

n m

partie d'une chose divisée encent yüzde bir

◊

un centième d'euro — euronun yüzde biri