-
1 bedaub
bulastirmak, kirletmek; asiri derecede süslemek -
2 besmear
bulastirmak, kirletmek -
3 contaminate
bulastirmak, pisletmek, kirletmek; zehirlemek, bozmak -
4 smear
n. leke, kir, pislik, iftira, sürme, simir, lâm üzerine sürülen madde————————v. bulaştırmak, lekelemek, kirletmek, pislemek, yağ bulaştırmak, sürmek, bulaşmak, pislenmek, iftira atmak, kaybolmak* * *1. sür (v.) 2. leke (n.) 3. yayma* * *[smiə] 1. verb1) (to spread (something sticky or oily) over a surface: The little boy smeared jam on the chair.) sürmek, sıvamak2) (to make or become blurred; to smudge: He brushed against the newly painted notice and smeared the lettering.) bulaştırmak, lekelemek3) (to try to discredit (a person etc) by slandering him: He has been spreading false stories in an attempt to smear us.) karalamak, lekelemek2. noun1) (a mark made by smearing.) leke2) (a piece of slander.) iftira -
5 infect
v. bulaştırmak, enfekte etmek, bozmak, aşılamak* * *1. bulaş 2. bulaştır* * *[in'fekt](to fill with germs that cause disease; to give a disease to: You must wash that cut on your knee in case it becomes infected; She had a bad cold last week and has infected the rest of the class.) bulaştırmak, geçirmek- infectious
- infectiously -
6 taint
n. leke, kusur, bozukluk, iz, bozulma, yozlaşma, kokuşma————————v. bozmak, lekelemek, hastalık bulaştırmak, ahlâkını bozmak, bulaştırmak, bozulmak, kokuşmak* * *1. lekele (v.) 2. leke (n.)* * *[teint] 1. verb1) (to spoil (something) by touching it or bringing it into contact with something bad or rotten: The meat has been tainted.) bozmak, kokutmak2) (to affect (someone or something) with something evil or immoral; to corrupt: He has been tainted by his contact with criminals.) bozmak, lekelemek2. noun(a mark or trace of something bad, rotten or evil: the taint of decay.) leke; bozulma, kokuşma- tainted -
7 blur
n. bulanıklık; donukluk; leke, mürekkep lekesi————————v. lekelemek, lekelenmek, bulaştırmak, bulanıklaştırmak; flu yapmak, bulandırmak, bulanmak* * *1. bulanıklık 2. bulandır (v.) 3. bulanıklık (n.)* * *[blə:] 1. noun(something not clearly seen: Everything is just a blur when I take my spectacles off.) bulanıklık2. verb(to make or become unclear: The rain blurred my vision.) bulan(dır)mak, bulanıklaş(tır)mak -
8 bungle
n. acemice iş, beceriksizlik, karışıklık————————v. acemice iş yapmak, yüzüne gözüne bulaştırmak, berbat etmek, becerememek* * *1. boz (v.) 2. berbat etme (n.)* * *(to do (something) clumsily or badly: Someone has bungled.) bozmak, berbat etmek -
9 communicate
v. haberleşmek, iletişim kurmak, temasa geçmek, bildirmek, anlatmak, nakletmek, geçirmek, bulaştırmak, bağlantılı olmak, birbirine açılmak; dertleşmek; içini dökmek* * *haberleş* * *[kə'mju:nikeit]1) (to tell (information etc): She communicated the facts to him.) söylemek, anlatmak2) (to get in touch (with): It's difficult to communicate with her now that she has left the country.) haberleşmek, görüşmek•- communications
- communicative
- communication cord
- communications satellite -
10 contaminate
v. kirletmek, bozmak, bulaştırmak* * *1. bulaştır 2. kirlet* * *[kən'tæmineit](to make impure: The town's water-supply has been contaminated by chemicals from the factory.) kirletmek -
11 corrupt
adj. bayağı; ahlaksız, rüşvetçi; yiyici; bozulmuş, yozlaşmış————————v. bozmak, mahvetmek; baştan çıkarmak; ayartmak; çürütmek; rüşvet vermek; bulaştırmak* * *1. boz 2. boz (v.) 3. bozulmuş (adj.)* * *1. verb(to make or become evil or bad: He was corrupted by the bad influence of two friends.) ayar(tıl)mak, baştan çıkar(tıl)mak2. adjective1) (bad or evil: The government is corrupt.) ahlâksız, yozlaşmış2) (impure: a corrupt form of English.) bozuk•- corruptibility
- corruption -
12 crab
n. yengeç burcu [astr.]————————n. yengeç; pavurya; vinç; sızlanma; mızmızlık, mızmız; homurdanma; her şeye kusur bulan kimse————————v. berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, mızmızlanmak, kusur bulmak, uçağı yan rüzgâra yönlendirmek* * *yengeç* * *I [kræb] noun(an edible sea animal with a shell and five pairs of legs, the first pair having claws.) yengeçII past tense, past participle - crabbed; verb((slang) to complain or criticize: He keeps on crabbing about the weather.) kusur bulmak, beğenmemek, şikâyet etmek- crabby -
13 dirty
adj. pis, kirli; açık saçık, rezil, aşağılık, iğrenç, ahlaksız, edepsiz, terbiyesiz, müstehcen; muzur, bozuk; fırtınalı————————v. kirletmek, pisletmek, lekelemek, kirlenmek, pislenmek; bulaştırmak* * *kirli* * *1) (not clean: dirty clothes.) pis, kirli2) (mean or unfair: a dirty trick.) aşağılık, iğrenç3) (offensive; obscene: dirty books.) müstehcen, açık saçık, ayıp4) ((of weather) stormy.) fırtınalı, fena, kötü -
14 drag
n. tırmık, trol, tarak, kızak; engel; direnç; ağır hareket; el arabası, atlı araba; zahmetli şey; sıkıcı tip; aptal, geri zekâlı tip; etki; bir nefes; koku (av); kadın elbisesi (eşcinsel erkeğin giydiği)————————v. çekmek, sürüklemek, sürümek, sürünmek; ağırdan almak; ağ ile suyun dibini taramak, taramak; söz konusu etmek; bulaştırmak, sokmak; sürüncemede kalmak, geçmek bilmemek; durgunlaşmak; ağır tempoyla çalınmak* * *1. sürükle 2. sürükle (v.) 3. sürükleme (n.)* * *[dræɡ] 1. past tense, past participle - dragged; verb1) (to pull, especially by force or roughly: She was dragged screaming from her car.) sürüklemek, çekip almak2) (to pull (something) slowly (usually because heavy): He dragged the heavy table across the floor.) çekmek, çekerek götürmek3) (to (cause to) move along the ground: His coat was so long it dragged on the ground at the back.) sürükle(n)mek4) (to search (the bed of a lake etc) by using a net or hook: Police are dragging the canal to try to find the body.) taramak5) (to be slow-moving and boring: The evening dragged a bit.) geçmek bilmemek, uzayıp gitmek2. noun1) (something which slows something down: He felt that his lack of education was a drag on his progress.) engel, mâni2) (an act of drawing in smoke from a cigarette etc: He took a long drag at his cigarette.) nefes, fırt3) (something or someone that is dull and boring: Washing-up is a drag.) sıkıcı şey, karın ağrısı4) (a slang word for women's clothes when worn by men.) erkeğin giydiği kadın elbisesi -
15 embroil
v. karıştırmak, bulaştırmak, ara bozmak, bozmak* * *1. karış 2. karıştır* * *[im'brəil](to involve (a person) in a quarrel or in a difficult situation: I do not wish to become embroiled in their family quarrels.) sokmak, karıştırmak -
16 entangle
v. karıştırmak, dolaştırmak, başını derde sokmak, bulaştırmak* * *dolaştır* * *[in'tæŋɡl](to cause (something) to become twisted or tangled with something else: Her long scarf entangled itself in the bicycle wheel; entangled in an unhappy love affair.) dolaştırmak, dolanmak -
17 fluff
n. tüy döküntüsü, ayva tüyü, tüy (incecik), hata, kötü atılım, işveli kadın, fıstık————————v. kabartmak, yüzüne gözüne bulaştırmak, berbat etmek, bozmak, söyleyeceği sözü unutmak* * *1. kabart (v.) 2. yanlış (n.)* * *1. noun(small pieces of soft, wool-like material from blankets etc: My coat is covered with fluff.) tüy/hav döküntüsü2. verb1) ((often with out or up) to make full and soft like fluff: The bird fluffed out its feathers; Fluff up the pillows and make the invalid more comfortable.) tüylerini kabartmak2) (to make a mistake in doing (something): The actress fluffed her lines; The golfer fluffed his stroke.) sürçmek, yanlış okumak•- fluffy -
18 involve
v. sarmak, yol açmak, gerektirmek, kapsamak, karıştırmak, bulaştırmak, sokmak* * *içer* * *[in'volv]1) (to require; to bring as a result: His job involves a lot of travelling.) gerektirmek2) ((often with in or with) to cause to take part in or to be mixed up in: He has always been involved in/with the theatre; Don't ask my advice - I don't want to be/get involved.) karışmak, bulaşmak•- involved- involvement -
19 make a mess of
v. berbet etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, pisletmek* * *1) (to make dirty, untidy or confused: The heavy rain has made a real mess of the garden.) altüst etmek2) (to do badly: He made a mess of his essay.) berbat etmek3) (to spoil or ruin (eg one's life): He made a mess of his life by drinking too much.) berbat etmek, mahvetmek -
20 mess up
berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, karıştırmak* * *karmakarışık et* * *(to spoil; to make a mess of: Don't mess the room up!) kirletmek, altını üstüne getirmek
См. также в других словарях:
bulaştırmak — i, e Bulaşmasına yol açmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağzına burnuna bulaştırmak — bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yüzüne gözüne bulaştırmak — bir işi becerememek, bozmak Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım. E. E. Talu … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağzına yüzüne bulaştırmak — bir işi kötü yapmak, becerememek Yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
eline yüzüne bulaştırmak — bir işi gerektiği gibi yapamamak, başarısız olmak, becerememek … Çağatay Osmanlı Sözlük
elini kana bulamak (veya bulaştırmak) — öldürmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
belemek — i, e, hlk. 1) Çocuğu kundaklamak 2) Beşiğe yatırıp bağlamak 3) Bulamak, bulaştırmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bulaştırıvermek — i, e Çabucak bulaştırmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bulaştırma — is. Bulaştırmak işi veya durumu … Çağatay Osmanlı Sözlük
bulatmak — i, e Bulaştırmak Onların canı ciğeri taze fidanları kana bulatmak, yaşlı başlı insanlara yakışmaz. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük