Перевод: со всех языков на английский

с английского на все языки

bir+araba

  • 1 bir araba dolusu

    n. waggonload

    Turkish-English dictionary > bir araba dolusu

  • 2 bir araba dolusu şey

    n. cartload

    Turkish-English dictionary > bir araba dolusu şey

  • 3 dört kapılı bir araba kiralamak istiyorum

    I'd like to rent a four door car.

    Turkish-English dictionary > dört kapılı bir araba kiralamak istiyorum

  • 4 küçük bir araba tercih ederim

    I prefer a small car.

    Turkish-English dictionary > küçük bir araba tercih ederim

  • 5 ne kadar güzel bir araba

    What a nice car

    Turkish-English dictionary > ne kadar güzel bir araba

  • 6 tek kapılı bir araba kiralamak istiyorum

    I'd like to rent a two door car.

    Turkish-English dictionary > tek kapılı bir araba kiralamak istiyorum

  • 7 şoförlü bir araba kiralamak istiyorum

    I want to rent a car with a driver.

    Turkish-English dictionary > şoförlü bir araba kiralamak istiyorum

  • 8 bir

    "1. one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias. 2. a, an; a certain, a particular: Bursa´da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday´s party I saw a certain woman; you know who I mean. 3. the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same. 4. united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We´re of one mind on this subject. 5. shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom. 6. only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this. 7. used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there! 8. used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy´de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don´t seem quite yourself today. - ağızdan in unison, with one voice. - alan pişman, bir almayan. colloq. It´s the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use. - alay a great quantity, a large number. - âlem something else, really something, a wonder, amazing: Orası bir âlem! That´s one amazing place! Cüneyt başlı başına bir âlem! Cüneyt is a wonder in his own right! - an at one point: Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu. At one point she looked like she was going to say something. - an evvel/önce as soon as possible. - ara/aralık 1. at one point, for a while, for a short period. 2. when one has a free moment, when one has a chance: Bir ara bana uğrayıver. Drop by when you have a free moment. - araba 1. a wagonload of; a truckload of. 2. colloq. a lot of, a slew of. - arada together. - araya gelmek 1. (for people) to come together (in the same place and at the same time). 2. (for events) to happen at the same time, coincide. - araya getirmek /ı/ to bring (people, things) together (in the same place and at the same time). - aşağı bir yukarı (to come and go) aimlessly. - atımlık barutu kalmak/olmak to be almost at the end of one´s resources, be almost at the end of one´s rope; to have played almost all of one´s cards; to have very little energy left. - avuç 1. a handful (of). 2. a handful (of), a very small number or amount (of). - ayağı çukurda olmak to have one foot in the grave. - ayak evvel/önce immediately, at once. - ayak üstünde bin yalan söylemek 1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar. - bakıma in one way, in one respect. - baltaya sap olmak to have a job, be employed. - bardak suda fırtına koparmak to raise a tempest in a teapot. - başına all alone, all by oneself. - baştan/uçtan bir başa/uca (traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end. - ben, bir de Allah bilir. colloq. Only God knows what I´ve gone through. -e beş vermek to yield five times the seed, yield fivefold. -e bin katmak to exaggerate, make much of a trifle. - bir one by one. - boy 1. once. 2. used as an emphatic: Bir boy gidelim, görelim. Let´s just go and see! - boyda of the same height. - bu eksikti. colloq. Nothing but this was lacking!/This was all that was needed! (said sarcastically). - cihetten in one way, in a way. - çatı altında under the same roof, in the same building. - çırpıda at one stretch, without interruption, at once. - çift söz 1. a little advice, a piece of advice: Sana bir çift sözüm var. I have a piece of advice for you. 2. a brief exchange of conversation: Öyle meşguldüm ki kendisiyle bir çift söz bile edemedim. I was so busy that I couldn´t have even a brief conversation with her. - çuval inciri berbat etmek to foul things up but

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > bir

  • 9 bir tür araba

    n. Gladstone

    Turkish-English dictionary > bir tür araba

  • 10 atlı

    "1. horseman, rider; cavalryman. 2. mounted: atlı polis mounted policeman. 3. horse-drawn; drawn by (a specified number of) horses: iki atlı bir araba a two-horse carriage. - araba horse cart, wagon. - heykel equestrian statue. - hücum cavalry charge. - kovalamak to hurry needlessly. - tramvay horse-drawn tram."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > atlı

  • 11 ki

    "1. who; which; that: bir çocuk ki çok yaramaz a child who´s very naughty. Anlaşıldı ki bu işi o yapmış. It´s become clear that he´s the one who did this. Sanmam ki gelsin. I don´t think he´ll come. Bir şey yapmadım ki pişmanlık duyayım. I haven´t done anything that I should feel sorry about. 2. so... that; such... that: Öyle ucuz ki herkes alabilir. It´s so cheap that everyone can afford it. 3. -what do you know!-, -would you believe it?-; -son of a gun!-: Eve geldim ki kapı duvar. I came home, but-would you believe it?-nobody answered the door. Elimi cebime attım ki mangiz nanay. I felt in my pocket for it, but -son of a gun!-the dough wasn´t there. 4. seeing that, considering that: Adam üşümüş ki paltosunu giymiş. The man must have been cold, seeing that he put on his coat. 5. as, though: Cevap vermeseydi bile -ki verdi- iş olacağına varırdı. Even if he hadn´t made a reply-though he did-the thing wouldn´t have turned out any differently. 6. when: Henüz uykuya dalmıştım ki, bir patlama oldu. I´d just dropped off to sleep when something exploded. 7...., I wonder?: Bilmem ki ne yapsam? What should I do, I wonder? 8. indicates frustration, disapproval, doubt, or anxiety: O bana inanmaz ki! She will not believe me, so why should I talk with her? Ama bana verirler mi ki? But will they actually give it to me, I wonder? 9. used for emphasis: Öyle güzel ki! It´s more beautiful than I can say! Öyle bir para döktü ki! He spent money like it was going out of style! Araba ki ne araba! It´s a car and a half!/It´s some car!"

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > ki

  • 12 hele

    1. above all, especially, particularly, in particular: Hele oraya hiç gitmez. He never goes there in particular. Ne güzel kızlar, hele Ayşe! What beautiful girls, especially Ayşe! Hele ben! Hiçbir şeyden haberim yoktu. And me? I wasn´t aware of a thing! 2. Just.../If only... (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele yapsın, parçalarım onu! Just let him do it and I´ll tear him to pieces! Hele sus bir dakika! If you´ll only be quiet for a minute! Bu ödülü kazan hele, sana araba alacağım. Just win this prize and I´ll buy you a car! 3. at least: Hele bugün bu kadarını yap da gerisini yarın tamamlarsın. Do at least this much today, and you can do the rest tomorrow. Hele yetmiş yaşında var. She´s at least seventy. 4. at last, finally: Hele rüzgâr kesildi. At last the wind has died down. - bak! Just look at...!/My...! (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele bak, Ahmet´imiz nasıl büyüdü! Just look at how our Ahmet has grown! - bir 1. Just let...!: Hele bir gelmesin! Just let him not come! Hele bir denesin! Just let her try! 2. Just.../If only... (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele bir kitabımı bitireyim, o zaman konuşuruz. Just let me finish my book and then we´ll talk. Hele hava iyice bir kararsın, o zaman sıvışacağız. Let´s let it get good and dark and then we´ll sneak out. - de furthermore, and what´s and what´s more. - hele 1. Come on and tell us!: Hele hele, daha neler gördün bakalım? So tell us what else you saw! Hele hele, sonra ne oldu? So what happened next? Hele hele, anlat bize! Come on and tell us! 2. Come on!: Hele hele, aç bakalım! Come on and open it! - şükür! Thank goodness!

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > hele

  • 13 bana

    "to me. - bak! Look here! - mısın dememek /a/ 1. to think nothing of, not to bat an eye at: Bir günde on dört saat araba sürmeye banamısın demiyor. He thinks nothing of driving fourteen hours in a day. 2. to remain unaffected (by), stand unmoved (by), not to appear affected in the least (by). - dokunmayan yılan bin yaşasın. proverb The snake that doesn´t touch me can live a thousand years for all I care. - göre hava hoş. colloq. I don´t care. - kalırsa as far as I am concerned; if it were up to me."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > bana

См. также в других словарях:

  • bir araba — is. 1) Odun, kömür vb. bazı şeylerin ölçü birimi 2) sf., mec. Pek çok, fazla …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • araba — is. 1) Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı Ve arabayı dörtnala ileri sürdü. H. Taner 2) sf. Bu taşıtın aldığı miktarda olan İki araba saman. Bir araba kömür. Birleşik Sözler araba araba araba falakası araba mezarlığı araba… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • araba — is. İki və ya dördtəkərli nəqliyyat vasitəsi. Minik arabası. Yük arabası. Əl arabası (əl ilə sürülən araba). İkitəkərli araba. – Arabanı at aparmır, arpa aparır. (Məsəl). Arabanı mindik və yarım saata gəldik çıxdıq Naxçıvana. C. M.. İkitəkərli… …   Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti

  • Araba (2000) — Infobox Album | Name = Araba Artist = Mustafa Sandal Type = Compilation Released = 1999 Recorded = Recorded at Living Rooms, İstanbul Gelişim (İstanbul, Turkey) Genre = Pop Length = 42:57 Label = [http://www.sonymusic.fr/ Sony Music France]… …   Wikipedia

  • bir paralık etmek — çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek Burnumuzun dibinde araba soydular, namusumuzu bir paralık ettiler. R. N. Güntekin …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • araba devrilince yol gösteren çok olur — iş işten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur anlamında kullanılan bir söz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • araba ile tavşan avlanmaz — her işte başarıya ulaşabilmek için kullanılması gereken özel yöntemler vardır anlamında kullanılan bir söz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yaylı araba — is. Yaylı Bir yaylı araba Süleyman Çavuş un evi önünde durdu, abani sarıklı genç bir adam başını uzatıp etrafına bakındı. M. Ş. Esendal …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • dünyanın (bir şey) -i — pek çok, hesapsız Dünyanın masrafını yapmış, bahçeye araba araba toprak ve gübre taşıtmıştır. T. Buğra …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yük — is. 1) Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir. F. R. Atay 2) Bir şeyin ağırlığı 3) Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar Bir araba yükü odun. 4) Eşya Bütün yükü bu bavul …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»