-
1 schieten
ateş etmek v -
2 feuern
ateş etmek -
3 발사하다
ateş etmek -
4 выстрелить
ateş etmek* * *сов.ateş etmek; atmakон вы́стрелил — silahı ateşledi / patlattı
он вы́стрелил два ра́за — iki el ateş etti
вы́стрелить в кого-л. — birinin üzerine ateş etmek
что́бы ружьё случа́йно не вы́стрелило — tüfeğin kazara ateş almaması için
пу́шка не вы́стрелила — top ateş almadı
-
5 fire
ates, alev, yanma; yangin; parilti, parlaklik; ates etme, ates; (elektrikli ya da gazli) isitma aygiti, yakmak, tutusturmak, atese vermek; ates etmek, ateslemek; (seramik, vb.) pisirmek, firinlamak; daglamak; ateslendirmek, heyecanlandirmak, gayrete getir -
6 schießen
-
7 shoot
ates etmek; atmak, firlatmak; (ates edip) vurmak, yaralamak, öldürmek; yildirim gibi geçmek; aniden firlamak; (film, resim) çekmek, filiz, sürgün; atis; av partisi; av alani -
8 пер
ateş etmek, atmak, fırlatmak -
9 fire
interj. ateş————————n. ateş, alev, yangın, ısıtıcı, ocak, hırs, heyecan, ateş etme————————v. yakmak, işten atmak, tutuşturmak, ısıtmak, ateşlemek, işten kovmak, kovmak, işten çıkarmak, alev almak, yanmak, ateş almak, çalışmak (motor vb.), soruvermek, soru yağmuruna tutmak* * *1. ateş et (v.) 2. yangın (n.) 3. ateşle (v.) 4. ateş (n.)* * *1. noun1) (anything that is burning, whether accidentally or not: a warm fire in the kitchen; Several houses were destroyed in a fire.) ateş; yangın2) (an apparatus for heating: a gas fire; an electric fire.) ocak, soba3) (the heat and light produced by burning: Fire is one of man's greatest benefits.) ateş4) (enthusiasm: with fire in his heart.) tutku, şevk5) (attack by gunfire: The soldiers were under fire.) ateş (etme)2. verb1) ((of china, pottery etc) to heat in an oven, or kiln, in order to harden and strengthen: The ceramic pots must be fired.) fırınlamak, pişirmek2) (to make (someone) enthusiastic; to inspire: The story fired his imagination.) canlandırmak, harekete geçirmek3) (to operate (a gun etc) by discharging a bullet etc from it: He fired his revolver three times.) ateşlemek4) (to send out or discharge (a bullet etc) from a gun etc: He fired three bullets at the target.) ateş etmek5) ((often with at or on) to aim and operate a gun at; to shoot at: They suddenly fired on us; She fired at the target.) nişan alıp ateş etmek6) (to send away someone from his/her job; to dismiss: He was fired from his last job for being late.) kovmak•- firearm
- fire-brigade
- fire-cracker
- fire-engine
- fire-escape
- fire-extinguisher
- fire-guard
- fireman
- fireplace
- fireproof
- fireside
- fire-station
- firewood
- firework
- firing-squad
- catch fire
- on fire
- open fire
- play with fire
- set fire to something / set something on fire
- set fire to / set something on fire
- set fire to something / set on fire
- set fire to / set on fire
- under fire -
10 tirer
Iv t1 tendre çekmek2 rabattre kapamak3 traîner ardından çekmek4 çizmek5 basmak6 avec une arme ateş etmek7 un ballon topu göndermek8 hors d'un endroit çıkarmak9 d'une situation almak, çıkarmak10 sağlamak11 ders almak12 dans un jeu de hasard rasgele çekmek◊tirer le bon / mauvais numéro — kazanan, kazanmayan numarayı çekmek
IIv i1 tendre çekmek, asılmak2 avec une arme ateş etmek3 un ballon topu hedefe göndermek4 tirer à sa fin son bulmak5 aspirer çekiş -
11 discharge
n. deşarj, boşaltma, boşalma, salgı, akma; salıverme, salgılama, irin; iltihap; ateşleme; işten çıkarma, kovulma, tahliye; terhis; taburcu olma; hak iadesi; ödeme; ağartıcı madde————————v. ateşlemek, ateş etmek; deşarj etmek, boşaltmak, boşalmak; görevden almak, işten atmak, tahliye etmek, işten kovmak, atmak, işten çıkarmak, terhis etmek; taburcu etmek; serbest bırakmak; muaf tutmak; ödemek, yerine getirmek; akmak; iltihap çıkmak* * *1. akıntı 2. boşalt (v.) 3. boşalma (n.) 4. yük boşalt (v.) 5. yük boşaltma (n.)* * *1. verb1) (to allow to leave; to dismiss: The soldier was discharged from the army; She was discharged from hospital.) ihraç / taburcu / tahliye etmek2) (to fire (a gun): He discharged his gun at the policeman.) ateşlemek, ateş etmek3) (to perform (a task etc): He discharges his duties well.) yapmak, ifa etmek4) (to pay (a debt).) borçtan kurtulmak5) (to (cause to) let or send out: The chimney was discharging clouds of smoke; The drain discharged into the street.) göndermek, çıkar(t)mak2. noun1) ((an) act of discharging: He was given his discharge from the army; the discharge of one's duties.) terhis2) (pus etc coming from eg a wound.) cerehat, akıntı -
12 shoot
n. atış, atma, fışkın, vurma, vuruş, av, avlak, budak, çekim, fotoğraf çekme, ateş etme, mesafe, şiddetli akıntı, filiz, sürgün, füze fırlatma, keresteyi rendeleme————————v. atmak, avlamak, vurmak, çekmek [fot.], fırlatmak, ateş etmek, öldürmek, şut çekmek, atış yapmak, çekmek, çekim yapmak, hızla geçmek, iğne yapmak, aşı yapmak, sürgün vermek, filizlenmek, yuvarlanmak (varil vb.), perdahlamak (kereste), avlanmak, fırlamak, zonklamak, sancımak, fazla gelmek (gemi safrası)* * *1. ateş et (v.) 2. av partisi (n.)* * *[ʃu:t] 1. past tense, past participle - shot; verb1) ((often with at) to send or fire (bullets, arrows etc) from a gun, bow etc: The enemy were shooting at us; He shot an arrow through the air.) ateş etmek, atmak, fırlatmak2) (to hit or kill with a bullet, arrow etc: He went out to shoot pigeons; He was sentenced to be shot at dawn.) vurmak3) (to direct swiftly and suddenly: She shot them an angry glance.) fırlatmak4) (to move swiftly: He shot out of the room; The pain shot up his leg; The force of the explosion shot him across the room.) birden ok gibi fırlamak5) (to take (usually moving) photographs (for a film): That film was shot in Spain; We will start shooting next week.) fotoğraf çekmek, çekim yapmak6) (to kick or hit at a goal in order to try to score.) şut atmak, topa vurmak7) (to kill (game birds etc) for sport.) avlamak2. noun(a new growth on a plant: The deer were eating the young shoots on the trees.) sürgün, filiz- shoot down
- shoot rapids
- shoot up -
13 давать
vermek; getirmek,kazandırmak; atmak,vurmak; müsaade etmek,bırakmak* * *1) врз vermekдава́ть де́ньги — para vermek
дава́ть уро́ки — ders vermek
дава́ть конце́рты — konser vermek
дава́ть возмо́жность — olanak vermek
дава́ть взя́тки — rüşvet vermek
в тот день дава́ли "Оте́лло" — o gün "Otello" oynanıyordu
э́то не ка́ждому дано́ — bu herkesin harcı / kârı değildir
не ка́ждому поэ́ту бы́ло дано́... —...mak her şaire nasip olmamıştır
2) ( приносить как результат) getirmek; kazandırmak; vermekдава́ть при́быль — kâr getirmek
дава́ть хоро́шие урожа́и — iyi ürünler vermek
со́лнце даёт тепло́ — güneş ısı verir
золота́я меда́ль даёт (кома́нде) пять очко́в — altın madalya beş puandır
это тебе́ ничего́ не даст — bu sana hiç bir şey kazandırmaz
э́тот го́род дал (ми́ру) мно́гих изве́стных учёных — bu şehirden birçok ünlü bilim adamı yetişmiştir
э́то расте́ние цвето́в не даёт — bu bitkinin çiçeği olmaz
3) ( наносить удар) atmak; vurmak4) в сочетании с некоторыми сущ. (производить делать)дава́ть знак / сигна́л — işaret vermek
дать два вы́стрела — iki el ateş etmek
дава́ть звоно́к — zil çalmak
5) vermekдава́ть обеща́ние — vaatte bulunmak, vaad etmek
дава́ть указа́ние — talimat vermek
дава́ть разреше́ние — müsaade vermek, müsaade etmek
6) (позволять, предоставлять возможность) müsaade etmek; bırakmak; часто переводится глаголом понудительного залогадай пройти́ — müsaade et de geçeyim
он не дал мне отве́тить — cevap vermeme vakit bırakmadı
не дава́ть спать кому-л. — birini uyutmamak
он не даст нам встре́титься — bizi görüştürmeyecek
не дать вспы́хнуть войне́ — savaşın patlamasına yol vermemek
он не дава́л себя́ сфотографи́ровать — fotoğrafını çıkartmazdı
дава́ть вы́пить — içirmek
дава́ть поню́хать — koklatmak
мы стара́лись не дать ему́ оторва́ться / уйти́ вперёд (о гонщике) — onu kaçırmamaya gayret ediyorduk
7) разг. ( определять возраст по внешнему виду) göstermekему́ бо́льше 20 (лет) не дашь — 20 yaşından fazla göstermiyor
8) разг., повел., в соч.дава́й дружи́ть — gel dost olalım
дава́й потанцу́ем / танцева́ть — gel dans edelim
дава́й пиши́! — haydi yaz!
дава́йте рабо́тать вме́сте — gelin beraber çalışalım
дай, ду́маю, пойду́ посмотрю́ — gidip bakayım dedim
дава́й я тебе́ помогу́ — yardım edeyim sana
••дать знать кому-л. — birine duyurmak
недоста́тки даю́т себя́ знать — eksikler kendini duyuruyor
он прие́хал, не дав знать — habersiz geldi
он не дал себе́ труда́ поду́мать — düşünmek zahmetine girmedi
дава́ть кому-л. поня́ть — ihsas etmek
дава́ть сло́во — söz vermek
дать себе́ сло́во не... — bir şeye tövbe etmek
дава́ть показа́ния — ifade vermek
-
14 стрелять
1) (silah) atmak, ateş etmekстреля́ть из винто́вки — tüfek atmak
стреля́ть из лу́ка — ok atmak
стреля́ть в кого-л. — birine / birinin üzerine ateş etmek
стреля́ть без про́маха — her attığını vurmak
стой, стреля́ть бу́ду! — davranma, yakarım!
2) vurmakстреля́ть у́ток — ördek vurmak
-
15 snipe
-
16 abfeuern
-
17 snipe
bataklik çullugu; gizli bir yerden ates etmek, siperden ates etmek; haince saldirmak -
18 Schuss
1) ( aus einer Waffe) atış;einen \Schuss abgeben bir el ateş etmek;weit vom \Schuss sein ( fam) (gürültü patırtıdan) uzakta olmak;in \Schuss sein ( fam) sağlam olmak;etw in \Schuss bringen ( fam) bir şeyi tamir etmek;etw in \Schuss halten ( fam) bir şeyi bakımlı hâlde tutmak2) ( Spritzer) sıkım4) ( beim Weben) atkı, argaç5) (sl) ( Drogeninjektion) iğne; -
19 coup
n m1 tape, choc dayak [da'jak]◊un coup de poing / pied — tekme
2 tir silah atışı3 gürültü [ɟyɾyl'ty]4 mouvement darbe, vuruş♦ coup de fil fam telefon çağrısı5 hızlılık♦ coup de soleil güneş çarpması♦ coup de foudre yıldırım aşkı6 délit kötü iş♦ coup d'État hükümet darbesi7 fois kere, kez [cez]◊J'ai réussi du premier coup. — İlk kerede başardım.
8 coup d'œil bakıverme9 coup de main fig yardım10 tenir le coup fam dayanmak11 boire un coup iki tek atmak12 du coup bu yüzden◊Je suis rentré tard, du coup, je ne l'ai pas vu. — Geç döndüm, bu yüzden onu görmedim.
13 tout à coup / tout d'un coup birdenbire◊Il eut une idée tout à coup. — Birdenbire aklında bir fikir geldi.
◊Il s'est arrêté tout d'un coup. — Birdenbire duruverdi.
14 sur le coup anında◊Sur le coup, je n'y ai pas pensé. — O an, düşünmedim.
15 après coup ancak sonra◊Je n'y ai pensé qu'après coup. — Ancak sonra düşündüm.
-
20 обстреливать
несов.; сов. - обстреля́тьateşe tutmak; üzerine ateş etmek; top ateşine / topa tutmak, dövmek ( из орудий)их обстре́ля́ли — ateşe maruz kaldılar
их обстре́ля́ли из пулемёта — üzerlerine makinalı tüfekle ateş edildi
См. также в других словарях:
ateş etmek — ateşli silahlarla mermi atmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ateş — is., Far. āteş 1) Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık, od, nâr Uygarlık ateşten doğmuştur. 2) Tutuşmuş olan cisim 3) Isıtmak, pişirmek için kullanılan yer veya araç Yemeği ateşten indirdim. 4) Patlayıcı silahların atılması Top… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ateş! — ask. ateş etmek için verilen komut … Çağatay Osmanlı Sözlük
ateş almak — 1) yanmak, tutuşmak 2) ateşli silah patlamak 3) mec. coşmak Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır. M. Ş. Esendal 4) mec. telaşlanmak, heyecanlanmak 5) mec. öfkelenmek 6) mec. acele davranmak, acele etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
tabancaya davranmak — ateş etmek için tabancayı bulunduğu yerden almaya kalkışmak Tabancasına davranmaya vakit kalmadan sıkışıverdi kalabalığın ortasına. Ç. Altan … Çağatay Osmanlı Sözlük
tetiğe basmak (veya dokunmak veya tetiği çekmek) — ateş etmek Tüfeği geze aldım, ses toprağa yakın geliyordu. Porsuktur sandım, tetiğe dokundum. M. Ş. Esendal Şimdi tetiğe bassam hiç doğmamışa dönersin. Ç. Altan … Çağatay Osmanlı Sözlük
taramak — i 1) Bir şeyin tellerini birbirinden ayırıp karışıklığını gidermek Anası sabaha kadar saçlarını tarıyor, düşünüyor, ürküyordu. Y. Kemal 2) Bir şey veya kimseyi bulmak, denetlemek için türlü yöntemlerden yararlanarak bir yeri sıkı bir biçimde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
SABSABA — Dövmek. * Ateş etmek. * Kahramanlık göstermek, bahadırlık etmek. * Çok inceltmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
cansız hedef — is., ask. İnsan ve hayvan dışında ateş etmek için seçilen hedef … Çağatay Osmanlı Sözlük
kurşunlamak — i 1) Kurşunla kaplamak Kubbeyi kurşunladılar. 2) Kurşunla mühürlemek Damacanayı kurşunlamak. 3) İçinde kurşun bulunan silahla ateş etmek, vurmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sıkmak — i, ar 1) Çevresine sarılarak veya bir şey sararak çepeçevre basınç altına almak Yalnız kalan kadın titriyor, hıçkırarak kucağındaki yavrusunu sıkıyor. Ö. Seyfettin 2) Bir şeyin suyunu, yağını, sıvı kısmını basınçla çıkarıp akıtmak Limon sıkmak.… … Çağatay Osmanlı Sözlük