Перевод: с турецкого на английский

с английского на турецкий

çocuk+işi

  • 1 çocuk işi

    child's play, pushover

    İngilizce Sözlük Türkçe > çocuk işi

  • 2 çocuk

    "1. child, infant. 2. childish. Ç-lar! colloq. Hey, you all! -tan al haberi. proverb A child will tell the truth. - aldırmak to have an abortion. - arabası baby carriage, baby buggy, Brit. pram, perambulator. - bahçesi 1. children´s playground. 2. playpen. - bakımı child care. - bezi diaper. - büyütmek to bring up children. - dili child´s language. - doğurmak to give birth to a child. - doktoru pediatrician. - düşürme abortion, miscarriage. - düşürmek to have an abortion. Ç- Esirgeme Kurumu Society for the Protection of Children. - felci polio, infantile paralysis. - gibi 1. in a childish manner. 2. childlike. - hastalığı children´s disease. - işi a simple matter, child´s play. - mahkemesi juvenile court. - maması baby food. - odası (children´s) nursery. - olmak to become childish. -u olmak /ın/ to have a child, give birth to a child. - oyuncağı 1. toy. 2. child´s play; matter of no consequence. - oyuncağı haline getirmek /ı/ to neglect (a project) (because one regards it as unimportant). - peydahlamak (for an unmarried woman) to become pregnant. - yapmak to produce a child, have a child. - yetiştirmek to bring up children. - yuvası nursery school. - zammı child allowance."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > çocuk

  • 3 baş

    "1. head. 2. leader, chief, head. 3. beginning. 4. basis. 5. top, summit, crest. 6. end, either of two ends. 7. naut. bow. 8. clove (of garlic); cyme; (plant) bulb. 9. head (of a pin). 10. wrestling first class. 11. agio, exchange premium. 12. head: elli baş sığır fifty steers, fifty head of cattle. 13. main, head, chief, top. 14. in many idioms self, oneself. 15. side, near vicinity, presence: sofra başında at the table. ocak başında near the hearth. -ına for each, per, each: saat başına elli bin lira fifty thousand liras an hour. -ında 1. at, near, around: masa başında at the desk, around the table. 2. on his hands: Başında üç çocuk var. He has three children on his hands. He has to support three children. 3. at every: saat başında at the start of every hour. -ından 1. from its beginning: başından sonuna kadar from beginning to end. 2. away from: Başımdan git! Go away!/Get out!/Leave me alone! -ta first of all, most of all. -ı açık bareheaded. -ı açılmak to go bald. -ını açmak 1. to uncover one´s head (as a gesture initiating prayer or imprecation). 2. /ın/ to open up (a subject of talk), give an inkling (of). - ağrısı 1. headache. 2. trouble, nuisance. - ağrısı olmak /a/ to be a nuisance (to), cause worry (to). -ını ağrıtmak /ın/ to give a headache (to); to annoy (someone) by talking a lot. -ını alamamak /dan/ 1. to be too busy (with). 2. not to be able to escape (from some trouble). - alıp baş vermek to wage a bitter fight. -ını alıp gitmek to go away, leave. -ının altında under one´s pillow. -ının altından çıkmak /ın/ (for a plot) to be hatched out in (someone´s) head; to be caused (by). -ı araya gitmek to be caught between disagreeing people. - aşağı upside down, head down. -tan aşağı from top to bottom, from head to foot, from end to end, throughout. - aşağı gitmek to get worse. -ından aşağı kaynar sular dökülmek to have a terrible shock, meet with sudden excitement. (işi) -ından aşkın overburdened (by work). -ında ateş yanmak to be upset, be troubled, be distressed. -ından atmak /ı/ to get rid (of). -tan ayağa kadar colloq. from head to foot, altogether. - ayak, ayak baş oldu. colloq. The high and the low have changed places. -ı bacadan aşmadı ya. colloq. She is still young enough to find a husband. - bağı 1. head band, fillet. 2. naut. bow fast, head fast. - bağlamak 1. to cover or tie up one´s head (with a scarf). 2. (for grain) to form heads. 3. to take up a duty. -ını bağlamak /ın/ to marry (one) to another. -ı bağlı 1. fastened by the head; attached. 2. married. - başa tête-à-tête, face to face. -tan başa from end to end, entirely. - başa kalmak /la/ to stay alone (with). - başa vermek 1. to put our/your/their heads together, consult with each other. 2. to work together, help each other, collaborate. -ında beklemek/durmak /ın/ to stand watch over, watch carefully. - belası nuisance, troublesome person or thing. -ına bela getirmek/sarmak /ın/ to saddle (someone, oneself) with a big problem. -ı belaya girmek to get into trouble. -ı belada olmak to be in trouble. -ını belaya sokmak/uğratmak /ın/ to get (someone, oneself) into trouble. -ımla beraber with great pleasure, gladly. - bezi head scarf. - bilmez unbroken (horse). -ına bir hal gelmek to suffer a serious misfortune. -ını bir yere bağlamak /ın/ to find (a person) a good job and save him from idleness. -ına bitmek /ın/ suddenly to appear, suddenly to show up (said of a pestiferous person). -ını boş bırakmak /ın/ 1. to leave alone, leave untended. 2. to leave without supervision. - boy best quality. - bulmak to pay, leave a profit. -ta/-ında bulunmak /ın/ to be in charge. -ına buyruk independent. -ı bütün married (person). -ından büyük işlere girişmek/karışmak to undertake things that are beyond one´s powers, bite off more than one can chew. -ına çal! colloq. /ı/ Here it is. May it do you no good. -ının çaresine bakmak to take care of one´s own affairs oneself, not to leave things to others. -ı çatla

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > baş

  • 4 ki

    "1. who; which; that: bir çocuk ki çok yaramaz a child who´s very naughty. Anlaşıldı ki bu işi o yapmış. It´s become clear that he´s the one who did this. Sanmam ki gelsin. I don´t think he´ll come. Bir şey yapmadım ki pişmanlık duyayım. I haven´t done anything that I should feel sorry about. 2. so... that; such... that: Öyle ucuz ki herkes alabilir. It´s so cheap that everyone can afford it. 3. -what do you know!-, -would you believe it?-; -son of a gun!-: Eve geldim ki kapı duvar. I came home, but-would you believe it?-nobody answered the door. Elimi cebime attım ki mangiz nanay. I felt in my pocket for it, but -son of a gun!-the dough wasn´t there. 4. seeing that, considering that: Adam üşümüş ki paltosunu giymiş. The man must have been cold, seeing that he put on his coat. 5. as, though: Cevap vermeseydi bile -ki verdi- iş olacağına varırdı. Even if he hadn´t made a reply-though he did-the thing wouldn´t have turned out any differently. 6. when: Henüz uykuya dalmıştım ki, bir patlama oldu. I´d just dropped off to sleep when something exploded. 7...., I wonder?: Bilmem ki ne yapsam? What should I do, I wonder? 8. indicates frustration, disapproval, doubt, or anxiety: O bana inanmaz ki! She will not believe me, so why should I talk with her? Ama bana verirler mi ki? But will they actually give it to me, I wonder? 9. used for emphasis: Öyle güzel ki! It´s more beautiful than I can say! Öyle bir para döktü ki! He spent money like it was going out of style! Araba ki ne araba! It´s a car and a half!/It´s some car!"

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > ki

См. также в других словарях:

  • çocuk işi — is. Kolay veya önemsiz iş …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çocuk — is., ğu 1) Küçük yaştaki oğlan veya kız Çocuğun bir sütninesi vardı. R. H. Karay 2) Soy bakımından oğul veya kız, evlat Anası olacak bir kadın çocuğu omuzundan yakalamış. B. R. Eyuboğlu 3) Bebeklik ile erginlik arasındaki gelişme döneminde… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çocuk oyuncağı hâline getirmek — yeteneksiz kimselerin karışmasıyla bir işi değerinden düşürmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz — bir kimse sevdiği işi sürekli olarak yapmaktan bıkmaz anlamında kullanılan bir söz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • — is. 1) Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir. S. F. Abasıyanık 2) Bir değer yaratan emek 3) Birinden istenen hizmet veya birine verilen… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • cumhur cemaat — zf. Cümbür cemaat Oyuncakçı dükkânından satın alınmış, çocuk işi teneke bir makine ile dün gece cumhur cemaat rulet oynamıştık. R. H. Karay …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider — çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi gerekir anlamında kullanılan bir söz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • özne — is., dbl. 1) Bir cümlede bildirilen işi yapan, yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimse veya şey, fail, süje: Çocuk uyudu. Çocuk henüz küçüktür cümlelerinde çocuk sözü öznedir 2) fel. Bilinci, sezgisi, düş gücü olan, bazı filozoflara göre de …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yanmak — nsz, ar 1) Birleşiminde karbon bulunan maddeler, ısı ve ışık yayarak kül durumuna geçip yok olmak Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir... Anayasa 2) Ateş durumuna geçmek, tutuşmak Kömür yandı. Ocaktaki odun yandı. 3) Isı, ışık veren… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kalmak — nsz, ır 1) Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı. T. Buğra 2) Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı. O. C. Kaygılı 3) de Konaklamak, konmak Hemen… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kesilmek — nsz 1) Kesme işi yapılmak 2) Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak, çok yorulmak Sonunda elleri, ayakları yorgunluktan kesilerek uzanıyorlardı yattıkları hasırlara. N. Cumalı 3) Gibi olmak, benzemek, dönmek Senelerden beri hizmetçinin,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»