Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

(g)+fig

  • 1 fig

    n. incir, giyim kuşam, üst baş
    * * *
    incir
    * * *
    [fiɡ]
    (a type of soft pear-shaped fruit, often eaten dried.) incir

    English-Turkish dictionary > fig

  • 2 fig leaf

    kılıf, gizlenmesi gereken şeyin örtüsü
    * * *
    incir yaprağı

    English-Turkish dictionary > fig leaf

  • 3 fig tree

    incir ağacı
    * * *
    incir ağacı

    English-Turkish dictionary > fig tree

  • 4 fig out

    giydirip kuşatmak, süslemek

    English-Turkish dictionary > fig out

  • 5 fig out

    giydirip kuşatmak, süslemek

    English-Turkish dictionary > fig out

  • 6 fig

    incir; incir agaci

    English to Turkish dictionary > fig

  • 7 fig

    incir

    English-Turkish new dictionary > fig

  • 8 fig leaf

    incir yaprağı

    English-Turkish new dictionary > fig leaf

  • 9 fig tree

    incir ağacı

    English-Turkish new dictionary > fig tree

  • 10 not worth a fig

    beş para etmez, önemsiz

    English-Turkish dictionary > not worth a fig

  • 11 sycamore fig

    firavun inciri

    English-Turkish dictionary > sycamore fig

  • 12 not worth a fig

    beş para etmez, önemsiz

    English-Turkish dictionary > not worth a fig

  • 13 sycamore fig

    firavun inciri

    English-Turkish dictionary > sycamore fig

  • 14 Bein

    Bein <-(e) s, -e> [baın] nt
    1) ( Körperteil) bacak;
    die \Beine übereinanderschlagen ayak ayak üstüne atmak;
    er stellt ihm ein \Bein (a. fig) ayağına çelme takıyor, ona çelme takıyor [o atıyor];
    sich dat (k) ein \Bein ausreißen ( fig) o ( fam) fazla emek ver(me) mek;
    mit einem \Bein im Grab stehen ( fig) o ( fam) bir ayağı çukurda olmak;
    sich dat die \Beine in den Bauch stehen ( fig) o ( fam) ayaklarına [o ayağına] kara su inmek;
    mit beiden \Beinen im Leben stehen ( fig) o ( fam) işini bilmek;
    jdm \Beine machen ( fig) o ( fam) ( jdn fortjagen) birini kov(ala) mak; ( jdn antreiben) birinin iki ayağını bir pabuca sokmak;
    die \Beine in die Hand nehmen ( fig) o ( fam) çok acele etmek;
    etw auf die \Beine stellen ( fig) o ( fam) bir şeyi yoluna koymak;
    er ist schon wieder auf den \Beinen ( fam) tekrar ayağa kalktı bile;
    immer wieder auf die \Beine fallen ( fig) hep dört ayağının üstüne düşmek;
    mit dem linken \Bein zuerst aufgestanden sein ( fam) ters [o sol] tarafından kalkmış olmak;
    Lügen haben kurze \Beine ( prov) yalancının mumu yatsıya kadar yanar
    2) (Tisch\Bein, Stuhl\Bein) ayak
    3) ( geh) ( Knochen) kemik;
    etw geht jdm durch Mark und \Bein ( fig) o ( fam) bir şey iliğini kemiğini kurutmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Bein

  • 15 Haut

    Haut < Häute> [haʊt, pl 'hɔıtə] f
    1) ( von Mensch) cilt, deri; ( von Tier) deri; ( von Schlange) gömlek; ( von Obst) kabuk; (Gesichts\Haut) ten;
    nur \Haut und Knochen sein ( fam) bir deri bir kemik olmak;
    versuchen, seine \Haut zu retten ( fig) o ( fam) postu [o pöstekiyi] kurtarmaya çalışmak;
    aus der \Haut fahren ( fig) o ( fam) çileden çıkmak, zıvanadan çıkmak;
    nicht aus seiner \Haut ( heraus) können ( fig) o ( fam) huyundan vazgeçememek; ( sich nicht ändern können) kendini değiştirememek;
    ihm ist nicht wohl in seiner \Haut ( fig) o ( fam) durumundan memnun olmamak;
    in ihrer \Haut möchte ich nicht stecken ( fig) o ( fam) onun yerinde olmak istemem;
    mit heiler \Haut davonkommen ( fig) o ( fam) postu kurtarmak;
    mit \Haut und Haaren ( fig) o ( fam) yaka paça;
    das geht ( mir) unter die \Haut ( fig) o ( fam) bu bana çok dokundu, bu içime işledi;
    auf der faulen \Haut liegen ( fig) o ( fam) ense yapmak, miskin miskin yatmak, minder çürütmek;
    eine ehrliche \Haut ( fig) o ( fam) namuslu bir adam
    2) ( auf Flüssigkeit) tabaka
    3) med, anat (Schleim\Haut) doku; (Ader\Haut, Horn\Haut) tabaka

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Haut

  • 16 Ohr

    Ohr <-(e) s, -en> [o:ɐ] nt
    kulak;
    die \Ohren spitzen kulak kabartmak; ( Tier) kulaklarını dikmek;
    jdm sein \Ohr leihen birine kulak vermek;
    es ist mir zu \Ohren gekommen, dass...... kulağıma geldi [o çalındı];
    mir dröhnen/sausen die \Ohren kulaklarım uğulduyor;
    ganz \Ohr sein kulak kesilmek;
    ich bin ganz \Ohr kulağım sende [o sizde];
    mit halbem \Ohr zuhören yarım yamalak dinlemek;
    sich dat die \Ohren zuhalten kulaklarını tıkamak;
    ihm die \Ohren klingen ( fig) kulağı çınlamak;
    etw noch im \Ohr haben bir şey hâlâ kulağında olmak, bir şeyi duymuş olmak;
    lange \Ohren machen ( fig) o ( fam) kulak vermek;
    jdm die \Ohren lang ziehen ( fig) o ( fam) birinin kulağını çekmek;
    seinen \Ohren nicht trauen ( fam) kulağına inanmamak, kulaklarına inanamamak;
    jdn übers \Ohr hauen ( fig) o ( fam) birine kazık atmak, birini kazıklamak;
    schreib dir das hinter die \Ohren! ( fam) bu sözümü kulağına küpe et!;
    etw geht zum einen \Ohr rein, zum anderen wieder hinaus ( fig) o ( fam) bir şey bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak;
    viel um die \Ohren haben ( fam) işi başından aşkın olmak;
    bis über beide \Ohren verliebt sein ( fig) o ( fam) sırılsıklam âşık olmak, körkütük âşık olmak;
    die Situation/die Arbeit wächst mir über die \Ohren ( fig) durumla/işle başa çıkamıyorum artık;
    sich aufs \Ohr legen ( fig) o ( fam) kafayı vurmak;
    von einem \Ohr zum anderen strahlen ( fam) ağzı kulaklarına varmak;
    es faustdick hinter den \Ohren haben ( fig) o ( fam) anasının gözü olmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Ohr

  • 17 Auge

    Auge <-s, -n> ['aʊgə] nt
    1) ( Sehorgan) göz; ( Sehvermögen) görme;
    \Auge in \Auge mit jdm biriyle göz göze;
    mit den \Augen zwinkern göz kırpmak;
    ich habe es mit eigenen \Augen gesehen onu kendi gözümle gördüm;
    etw im \Auge haben ( Staubkorn); gözüne bir şey kaçmış olmak; ( fig) bir şeyde gözü olmak;
    ein blaues \Auge haben gözü morarmış olmak;
    vor aller \Augen göz göre göre, herkesin gözü önünde;
    ein \Auge zudrücken ( fam) göz yummak, görmezden gelmek;
    beide \Augen zudrücken ( fig) görmezden gelmek;
    die \Augen offen halten gözünü açık tutmak;
    jdm die \Augen öffnen ( fig) birinin gözünü açmak;
    jdn aus den \Augen verlieren birini gözden kaybetmek;
    jdn nicht aus den \Augen lassen birini gözünden kaçırmamak;
    in meinen \Augen... benim gözümde...;
    jdn unter vier \Augen sprechen biriyle ağız ağıza konuşmak, biriyle kulak kulağa konuşmak, biriyle baş başa vererek konuşmak;
    ins \Auge fallen göze çarpmak;
    etw springt ins \Auge ( fig) bir şey göze çarpar;
    etw ins \Auge fassen ( fig) bir şeyi göz önüne almak;
    sich dat etw vor \Augen führen ( fig) bir şeyi gözünün önüne getirmek;
    gute/schlechte \Augen haben gözleri iyi görmek/görmemek;
    große \Augen machen ( fam) gözlerini belertmek;
    kein \Auge zutun gözüne uyku girmemek;
    mit bloßem \Auge çıplak gözle;
    so weit das \Auge reicht göz alabildiğine, göz görebildiği kadar;
    sie traute ihren \Augen nicht gözlerine inanamadı;
    ich habe die ganze Nacht kein \Auge zugetan ( fig) bütün gece gözüme uyku girmedi;
    mir wurde schwarz vor \Augen gözlerim karardı;
    \Auge um \Auge, Zahn um Zahn göze göz, dişe diş;
    aus den \Augen, aus dem Sinn ( prov) gözden ırak olan gönülden de ırak olur
    2) ( Punkt beim Spiel) puan, sayı
    3) ( beim Würfel) benek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Auge

  • 18 wild

    wild [vılt] adj
    1) ( Volk) vahşi, yabanıl, ilkel yaşayan; ( Tier) vahşi, yabani, yabanıl; ( Pflanze) yabani, yabanıl; ( Landschaft) vahşi, insan ayağı değmemiş;
    \wilde Rose/Ziege yaban gülü/keçisi;
    \wild wachsend yabanıl
    2) ( heftig) güçlü, vahşi; ( wütend) kızgın, öfkeli, gözünü kan bürümüş;
    jdn \wild machen ( fig) birini kudurtmak, birini kızdırmak [o öfkelendirmek];
    ein \wilder Zorn ergriff ihn ( fig) öfke topuklarına çıktı;
    ein \wildes Durcheinander karmakarışık, keşmekeşlik;
    \wild entschlossen sein ( fam) kesin karar vermiş olmak;
    \wild werden vahşileşmek, kudurmak, ele avuca sığmamak;
    \wild auf etw sein ( fig) o ( fam) bir şeye bitmek;
    das ist halb so \wild ( fig) o ( fam) bu önemli değil
    3) ( illegal) yasa dışı, kanunsuz; ( unerlaubt) izinsiz;
    \wild zelten kaçak kamp yapmak;
    \wilde Ehe ( fig) nikâhsız yaşama;
    \wilder Streik ( fig) yasa dışı grev
    4) ( Kinder) haşarı, azgın, kuduruk, çok yaramaz, ele avuca sığmaz
    5) ( fig) o ( fam) ( übertrieben) aşırı; ( fantastisch) fantezî, hayalî

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > wild

  • 19 Spiel

    Spiel <-(e) s, -e> [ʃpi:l] nt
    1) ( Vergnügen) oyun; (Glücks\Spiel) kumar;
    etw ( mit) ins \Spiel bringen bir şeyi söz konusu etmek;
    jdm das \Spiel verderben ( fig) birinin işini bozmak;
    ein doppeltes \Spiel treiben ( fig) ikili oynamak;
    ein abgekartetes \Spiel ( fam) danışıklı dövüş, şike;
    leichtes \Spiel mit jdm haben ( fam) biriyle işi kolay olmak, birini parmağının ucunda oynatmak;
    auf dem \Spiel stehen ( fig) tehlikede olmak;
    etw aufs \Spiel setzen ( fig) bir şeyi risk etmek;
    im \Spiel sein ( fig) söz konusu olmak;
    jdn/etw aus dem \Spiel lassen ( fig) bir kimseyi/şeyi işe karıştırmamak;
    Unglück im \Spiel, Glück in der Liebe ( prov) kumarda kaybeden aşkta kazanır
    2) sport maç
    3) tech boşluk, tolerans

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Spiel

  • 20 Berg

    Berg <-(e) s, -e> [bɛrk] m
    1) dağ; ( Hügel) yokuş;
    \Berge versetzen ( können) ( fig) o ( fam) dağları devir(ebil) mek;
    über den \Berg sein ( fig) paçayı kurtarmak;
    längst über alle \Berge sein ( fig) o ( fam) çoktan tüymüş olmak, çoktan kayıplara karışmış olmak;
    jdm stehen die Haare zu \Berge ( fig) o ( fam) birinin tüyleri diken diken olmak;
    der \Berg kreißt und gebiert eine Maus ( prov) dağ doğura doğura bir fare doğurmuş;
    wenn der \Berg nicht zum Propheten kommen will, muss der Prophet zum Berge gehen ( prov) dağ yürümezse, abdal yürür
    2) ( fig) yığın

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Berg

См. также в других словарях:

  • Fig — (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria westward to the …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig dust — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig faun — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig gnat — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig leaf — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig marigold — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • Fig tree — Fig Fig (f[i^]g), n. [F. figue the fruit of the tree, Pr. figa, fr. L. ficus fig tree, fig. Cf. {Fico}.] 1. (Bot.) A small fruit tree ({Ficus Carica}) with large leaves, known from the remotest antiquity. It was probably native from Syria… …   The Collaborative International Dictionary of English

  • FIG — (Heb. תְּאֵנָה, te enah), one of the seven species with which Ereẓ Israel was blessed (Deut. 8:8). It is mentioned in the Bible 16 times together with the vine as the most important of the country s fruit. The saying every man under his vine and… …   Encyclopedia of Judaism

  • Fig parrot — Edward s Fig Parrot Scientific classification Kingdom: Animalia …   Wikipedia

  • fig — (n.) early 13c., from O.Fr. figue (12c.), from O.Prov. figa, from V.L. *fica, from L. ficus fig tree, fig, from a pre I.E. Mediterranean language, possibly Semitic (Cf. Phoenician pagh half ripe fig ). A reborrowing of a word that had been taken… …   Etymology dictionary

  • fig — fig1 [fig] n. [ME fige < OFr < VL * fica, for L ficus, fig tree, fig] 1. the hollow, pear shaped false fruit (syconium) of the fig tree, with sweet, pulpy flesh containing numerous tiny, seedlike true fruits (achenes) 2. any of a genus… …   English World dictionary

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»